Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Sivil anayasa efsanesi

Asıl mesele, anayasalar söz konusu olduğunda hem hazırlık ve kabul süreci hem de içerik/metin bağlamında sivilliğin, her zaman demokratikliğin garantisi olamayacağının öncelikle kabul edilmesidir.

Bugün Türkiye siyasetinde anayasa konuşuluyor olmasının tek nedeni, sayın Erdoğan’ın bunun konuşulmasını istemiş olmasıdır ve bu bile tek başına çok şeyi açıklamaktadır.

Sultan 'konuşula!' demiştir ve konuşulmaktadır bugün…

Meselenin güncelle ilgili bu boyutunu tartışmayı başka mecralara bırakarak sultanın arzusuna uygun şekilde, burada tartışmaya Tarih Tersleri çerçevesinde, karşılaştırmalı anayasalar tarihi konusunda bazı genel gözlemlerle devam etmek istiyorum.

Bugünkü gözlemlerin odağını bir kez daha darbe ve sivil anayasa dikotomisi oluşturacak. Çünkü bu dikotomiyi aşmadan günümüzde sağlıklı bir anayasa tartışması yapmak olanaksız görünmektedir.

Özellikle son birkaç on yılda dünyada hakim olan neo-liberalizmin Türkiye’deki yansıması olarak demokrasiyi asker/ordu karşıtlığına ve sivillik/sivilcilik anlayışına indirgeyen Erdoğan/AKP iktidarının zihniyet ve söylemine tutsak olmamak için bu tartışma zaruri görünmektedir.

*****

Geriye gittiğimizde- literatürde ‘anayasal metinler’ olarak geçen metinleri bir tarafa bırakacak olursak- Osmanlı-Türkiye anayasa tarihinde karşımıza çıkan ilk anayasa olarak 1876 Anayasası'nın doğrudan darbe anayasası olduğunu görürüz: 30 Mayıs 1876 tarihinde yapılan darbe ile kurulmak istenen ‘yeni düzen’in anayasasıdır.

Bazıları tarafından çok övülen 1921 Anayasası da aslında bir darbe girişimi anayasasıdır: O sırada Osmanlı paşalarının önderliğinde Anadolu elitleriyle birlikte Ankara’da kurulan paralel hükümetin, İstanbul’da varlığını sürdüren ‘meşru’ hükümete karşı kurmaya çalıştığı ‘paralel’ devletin anayasasıdır 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu.

Eğer ‘Kemalistler’ başarılı olmasalardı, yani Ankara hükümeti (Yunanistan ordusu, İstanbul hükümeti ve yerel alternatif güç odakları ile) üç cephede verdiği savaşı kazanmamış olsaydı, bunun adı bir ‘darbe girişimi’ olacaktı. Ancak Ankara hükümeti başarılı olunca, buna darbe değil, devrim/ihtilal denildi.

Diğer yandan, hem 1961 Anayasası hem de 1982 Anayasası açıkça birer askeri darbe sonrasında doğrudan darbecilerin yaptırdığı anayasalardır.

Elimizde darbe anayasası olmayan sadece 1924 Anayasası kalıyor! Yani, bugün neredeyse kimsenin sahip çıkmadığı anayasa… Daha çoğulcu olduğu söylenen 1921 Anayasasının yerine ikame edilen, baskıcı tek parti rejiminin anayasası…

Evet, demokratik açıdan 1921 anayasasına göre birçok yönden geri adım atılması anlamına gelir 1924 anayasası. Ancak, Osmanlı ve Türkiye tarihinde darbe anayasası olmayan tek anayasadır da aynı zamanda.

Bunların her birinin içeriğini, değişiklikleri ve uygulama sürecini ileride ayrı yazılarda tekil olarak ele alırken, hazırlık süreci bağlamında ordu/darbe ve sivillik meselesini daha detaylı tartışabilmeyi umuyorum.

*****

SORUNLU ‘DARBE ANAYASASI VE SİVİL ANAYASA’ DİKOTOMİSİ

1960’lardan itibaren Türk-İslamcı sağ siyaset, maalesef demokratik anayasa tartışmalarını sadece darbe anayasası karşıtlığına ve sivil anayasa taraftarlığına indirgedi. Özellikle 1960’lar ve 1970’lerde hakim olan Türk-İslamcı sivil siyaset ve müesses nizam, 1961 anayasasının getirdiği kazanımların ülkeye ‘fazla’ geldiği anlayışını yayarken, 12 Mart 1971 askeri darbesi sonrasında 1961 anayasasının sağladığı özgürlük alanları törpülenmeye, daha doğrusu tırpanlanmaya başlandı. Yetmedi, 1980 darbesi, bu anayasayı tamamen ortadan kaldırdı.

1990’larda yükselişe geçerek, askeri vesayete rağmen 21. yüzyıl Türkiye’sine hakim olan İslam-Türkçü sivil siyaset ise müesses nizama alternatif olarak sarıldığı söyleminde 1980 darbesinin ürünü olan 1982 anayasası karşıtlığı çerçevesinde, anayasa tartışmalarını neredeyse darbe anayasası karşıtlığına indirgedi.

Laik liberal çevrelerde de yaygınlaşan bu kolaycı ve sığ anlayış doğrultusunda, anayasaların içeriklerinin ne kadar demokratik veya anti-demokratik olduğundan ziyade, darbe anayasası olup olmadıkları en büyük duyarlılık konusu oldu.

Ancak bu abartılı duyarlılık, daha doğrusu sivilliğin yüceltilmesi, bence meselenin diğer temel boyutlarıyla ilgili olarak insanları adeta köreltti.

Global konjonktürü doğru okuyarak, Avrupa Birliği’nin ve genel olarak Batı’nın tam desteğini arkasına alan AKP hükümeti, 1982 darbe anayasasını yapan müesses nizama karşı iktidarının ilk on yılında verdiği amansız ve kararlı mücadele sırasında gerçekleştirilen anayasa değişiklikleri aracılığıyla, demokratikleşme doğrultusunda darbe anayasasını törpüleme çabasında oldukça başarılı oldu.

*****

Özetleyecek olursam, hazırlatanlara ve hazırlanan koşullara bakıldığında 1961 ve 1982 anayasaları tartışmasız darbe anayasalarıdır ancak demokrasi kriteriyle içeriklerine bakıldığında ikisi arasında uçurum vardır.

1960’larda ve 1970’lerde Türk-İslamcı sağ siyaset 1961 darbe anayasasının demokratik yönlerini törpüleme çabası içindeyken, 1990’larda ve 2000’lerin ilk on yılında İslam-Türkçü sağ siyaset ise siyaset sahnesindeki konumunu güçlendirmek için 1982 anayasasını demokratikleştirme yönünde anayasa değişiklikleri mücadelesi içinde oldu.

Demokratiklik ile aynı anlama gelmeyen ‘sivillik’ meselesine gelince, öncelikle meselenin anayasayı hazırlatanların ve koşulların sivilliğinden ibaret olmadığını belirtmek gerekiyor. Özelde ordunun ve genelde seçilmemiş kurumların erki/yetkileri bağlamında anayasanın içeriği ve uygulama süreci de sivillik konusunda bence önemli bir ölçüdür.

Asıl mesele, anayasalar söz konusu olduğunda hem hazırlık ve kabul süreci hem de içerik/metin bağlamında sivilliğin, her zaman demokratikliğin garantisi olamayacağının öncelikle kabul edilmesidir.

Nitekim, naif ve sığ liberallerle birlikte darbe karşıtlığını ve ‘sivilci’liği neredeyse demokrasinin tek kriteri haline getiren İslam-Türkçü AKP yönetiminin ikinci on yılında gündeme gelen ve yürürlüğe giren anayasa değişiklikleri, demokrasiden giderek daha çok uzaklaşmaya ve tedricen diktatörlüğün inşasına hizmet etmiştir.

Başından itibaren karşı çıktığı 1982 darbe anayasasının hükümete sunduğu tüm olanakları sonuna kadar kullanarak ve özellikle gücünü anayasadan alan (mesela YÖK gibi) anti-demokratik kurumları ortadan kaldırmak yerine kontrolüne alıp suiistimal ederek iktidarını konsolide eden AKP, 2017 yılı değişikliği ile doruğa çıkan son on yıldaki anayasa değişiklilerine, demokratikleşmeden ziyade anti-demokratikleşme ve otoriterleşme/diktatörleşme amaçlı olarak başvurmuştur.

*****

Türkiye’de 2015 ve özellikle 2016 sonrasında yaşananlardan sonra darbenin sadece ordunun başvurduğu bir yöntem olmadığı ve daha önemlisi otoriterliğin sadece orduya dayanmadığı bugün daha iyi anlaşılmıştır diye umuyorum.

Ancak 2016 sonrasında yaşanan süreçten çok iyi öğrendiğimiz bir şey de otoriterlik/diktatörlük ya da demokrasi inşa edilirken anayasada değişikliklerin yeni anayasa yapmak (anayasa değişikliği) kadar önemli olduğudur.

Bundan sonraki birkaç yazının odağında, bir başka efsanevi anlatının temelinde yatan bu konuyu ele alacağım: Kategorik ‘anayasa değişikliği’ ve ‘anayasada değişiklik’ ayrımı...

Böylece, Türkiye tarihinde ‘darbe anayasaları’ gibi ‘darbe niteliğinde anayasal değişiklikler’in de söz konusu olduğunu- özellikle 1923 ve 2017 yılı anayasa değişiklileri aracılığıyla- tartışmamız mümkün olacak…

Fakat anayasa tarihinin genel ve tekil her boyutu için geçerli olduğu üzere, ‘her derde deva yeni anayasa’ efsanesini de disiplinlerarası yaklaşımla ve tarihsel bağlamı içinde tartışmamız gerektiğini unutmadan…

*****

Daha önce burada dile getirdiğim çok önemli bir uyarıyı tekrarlayarak bitirmek isterim: Dönemin ruhuyla ve siyasi ortamla, yani konjonktür ile çok ilgili, hatta bunun ürünü olan hazırlanış ve ilan süreçleri ile içerikleri/metinler bağlamında Osmanlı ve Türkiye tarihinde beş yeni anayasayı teker teker ele almak gerekir ama bence hem yeni anayasalar hem de anayasalarda yapılan değişlikler bağlamında uygulama süreçleri de en az o kadar önemlidir.

Teori ile pratik ya da norm/yasa ile günlük yaşam arasında bazen uçurumların söz konusu olabildiği Türkiye gibi ülkelerde, bu daha büyük önem taşımaktadır.

Anayasa konulu Tarih Tersleri okunurken, bu gerçek hep akılda tutulmalıdır…


Bülent Bilmez kimdir?

Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bilmez Hocadan Tarih Tersleri Arşivi