Gün Zileli
Siyasi davalar!!!
Ömrümün 14 yılından sonraki 63 yılında çok sayıda siyasi davaya tanık oldum. İstisnasız hepsi, o sıradaki siyasi iktidarların amaçları doğrultusunda hazırlanmış, sonucu önceden belli, sanıklarla birlikte hukuk ve adaletin de katledildiği ya da mahkûm edildiği davalardı. Hukukun olmadığı yargılama cinayettir!
Siyasi davalarda her şey hukukun tersine işler.
Hukukta karar yargılamadan sonra gelir. Siyasi davalarda karar önceden verilir, yargılama kararın ardından gelir ve resmîleşmesini sağlar.
Hukukta sanık, ismi üstünde sadece zan altındadır, “suçlu” olarak kabul edilmez. Siyasi davalarda ise sanık baştan suçlu kabul edilir. Bu tür davalarda amaç, “suçlu”nun “suçluluğu”nun tescil edilmesidir.
Hukuki davalarda “masumiyet karinesi” esastır. İddia makamının sanığın “suçuna” ilişkin kanıtlar ortaya koyması gerekir. Siyasi davalarda ise, iddia makamının genel suçlamanın ötesinde somut kanıtlar ortaya koyma yükümlülüğü yoktur. Yani, hukukta esas olan kanıttır, siyasi davalarda ise esas olan suçlamadır.
Siyasi davalarda karar önceden verilmiştir. Yargılama, bu kararın verilebilmesi için bir mizansendir. Dolayısıyla siyasi davalarda kanıtın pek bir değeri yoktur. Hukukta ise kanıt ve kanıtın gerçekliği belirleyicidir. Siyasi davalarda kanıtlanan tek şey kanıtsız cezadır.
Siyasi davalar sadece siyasi amaçla açılmıştır ve daha baştan iktidar sahiplerinin hedefleri yönünde sonuçlandırılacaktır.
Hukukta baş ilke, iddia edilen fiilin delillerle kanıtlanmasıdır. Siyasi davalarda tersi söz konusudur. Sanığın suçsuz olduğunu kanıtlaması gerekir ki, bu da imkânsızdır. Çünkü ortada suçlama vardır ama somut kanıt yoktur. Kanıtsız suçlamanın hukuktaki adı iftiradır ve iftira delillere dayanmadığından geçerliliği gibi geçersizliği de kanıtlanamaz. Örnek verecek olursam, iddia makamının “devleti yıkmaya kalkmak” suçlaması, somut kanıtlar içermediği sürece sadece bir iddiadır. Böyle bir durumda sanık, “hayır, böyle bir şey yapmadım” demekten öte ne diyebilir ki!
Siyasi davalarda adalet diye bir şey yoktur. Çünkü hüküm daha başından verilmiştir. Yargılama, sadece karara “hukuki” bir cila çekmek için düzenlenmiş bir kukla tiyatrosudur.
Aslına bakılacak olursa, siyasi davaların amacı, “suçluyu” bulmak değil, esas suçluyu ya da faili gizlemektir. Siyasi davaların hedefi, siyasi iktidarın düşman olarak bellediklerini kısa yoldan mahkûm etmektir.
Siyasi davalar iktidarın emrindedir, dolayısıyla bu tür davalarda hukuk değil, hüküm konuşur. Bir yerde siyasi bir dava görürseniz oradan kaçın!
Bir ülkede siyasi davalar açılabiliyorsa orada yargı bağımsızlığı diye bir şey yok demektir. Yargı organları hükümetin atamasına tabidir. Siyasi davalara atanmış mahkeme heyetlerinin kararlarından adalet beklemek safdillik olur! Davayı hazırlayan iktidar çökmeden o davanın çökmesi mümkün değildir. Ya da bazen iktidar yön değiştirebilir. Yargıladıklarının yerine başka düşmanlar edinebilir ve yargıladıklarını mahkûm etme amacı gündeminden düşebilir. Ancak böyle bir durumda hâkimler kurulu aniden “adalet”i hatırlayıp davaları sanıkların lehine sonlandırabilir. Yakın tarihimizde böyle komedi oyunlarına da tanık olduk.
İktidar için korkutucu bir tehdit oluşturmuş toplumsal olaylara ilişkin açılan davalarda sanıkların seçimi sembolik ve ibretliktir. Aynı toplumsal olaya katılan insanlar ne kadar “biz de aynı olayda vardık” derlerse desinler, bu kadar kalabalık bir kitlenin yargılanması mümkün olamayacağı için iddia makamı ya da hâkimler heyeti kulaklarının üstüne yatarlar. Bu, “yüce adalet”in uykuya geçme halidir!
Siyasi davalarda yargıçlar, sanıkları ve avukatlarını kös dinler. Çünkü savunmaların önceden verilmiş kararları bir nebze değiştirmeyeceğini en iyi onlar bilir.
Siyasi davalarda sanıklara verilecek hükümlerin (eğer o ülkede idam cezası kalkmışsa) süresi ve “beraat edecekler” önceden belirlenmiştir. Kısacası, ağır ve “hafif” cezalar, ayrıca göstermelik beraatler “adil yargılama” oyununu yutturmaya yöneliktir.
Siyasi davalar gülünesi bir tiyatro oyunudur. Bu oyunun en “iyi” (ya da en kötü) oyuncusu İtiraf Hazretleridir. İtiraf, mahkeme heyetlerini büyük bir yükten kurtardığı için geçmişte, başka ülkelerde bol bol kullanılmıştır. Ancak inandırıcılık dozu çok düşük olduğundan sonraki zamanlarda itiraf yöntemi terk edilmiştir. Bir de bu itirafın epeyce zahmetli (sanıkların psikolojik beyin yıkamadan geçirilmesi ya da olmadık vaatlerle kandırılması gibi) bir ön safhası vardır ki, hâkim ve savcılarımızın böylesine “ince” yargı “mühendislikleri” ile uğraşmaya ne zamanları ne de mecalleri vardır. Bu yöntem, daha “zinde” diktatörlüklerin becerebildiği bir işti geçmişte.
Siyasi davalarda görev alan savcı ve hâkimlere gelecek olursak, bu görevliler sadece kendilerine verilen cezalandırma işini sonuçlandırmakla yükümlüdürler. Bu kişilerin elbette adaletin yerini bulması gibi bir kaygıları yoktur, kendi mesleki geleceklerini ve kariyerlerini düşünmek en büyük meşguliyetleridir.
Siyasi davalarda adalet bakanlığı kendisine verilen göreve uygun olarak, siyasi davaları yürütecek savcı ve hâkimleri bir güzel elekten geçirerek en uygunlarını göreve tayin eder. Arada bir “error” verenler ya da yorgunluk belirtisi gösterenler olursa anında görevden alınıp yerlerine yenileri atanır.
Bugün pek mümkün gözükmüyor ama geçmişte (örneğin 12 Mart sıkıyönetim davalarında) hâkimlerin içinden nadiren dürüst ve vicdanlı insanlar da çıkabilmiştir. Önüne gelen bütün davalarda, o zamanki iktidarların isteklerine aykırı olarak mümkünse sanıkları beraat ettiren ya da en azından kararlara muhalefet şerhi yazan askerî hâkim Remzi Şirin bugün de hepimizin göğsünü kabartan böyle olumlu bir örnektir.
2018 yılında, 93 yaşında öldü.
Savcı ve hâkimlerin önünde hiç eğilmedik ama Askerî Hâkim Remzi Şirin’in önünde saygıyla eğiliyoruz.
Gün Zileli: 24 Ekim 1946, Ankara doğumlu. 1968 gençlik hareketinde yer aldı. 1990 yılında İngiltere’de sığınmacı oldu. 1992 yılında anarşizmi benimsedi. 2000’li yıllarda altı kitaptan oluşan otobiyografisini yazdı. Romanları, özellikle Sovyetler Birliği’ndeki Gulag kampları hakkında biyografik çevirileri