ayşe düzkan
sokağa çıkmadan önce…
çin’den alınan 3.6 milyar dolarlık krediyle kur hareketliliği sabitlenmiş gibi görünüyor. önümüzdeki aylarda vadesi gelen borç ödemelerine kadar en azından.
o arada ardı ardına zam haberleri geliyor. bunların ciddi bir kısmı, kurdaki yükselmenin yansıması değil, durumdan faydalanma kapsamında değerlendirilebilecek fiyat artışları. engellenmesi tabii ki mümkün ama çinlilere mal edilen o klişeyle, krizi fırsata dönüştürmekte ortaklaşanlar için buna gerek yok. zaten bu noktaya da böyle gelmedik mi? servetin, siyasetin müdahalesiyle el değiştirilmesi sürecinde servet sahibi olmayanlara çok büyük yük biniyor, bir kez daha.
pasta belli, ne yaparsak yapalım onu paylaşacağız. o yüzden sadece zamlar değil, kurdaki dalgalanmadan haberdar olanların kazancı da bizim cebimizden çıkıyor. hatta birbirimize tutunarak toplu halde iflas edeceğiz. sizin de telefonlarınıza, kredi kartı falan olmadan, elden taksitle satış yapmaya çalışanların, borç vermek isteyen tefecilerin sms’leri geliyordur.
işte bu çaresizlik içinde muhalefetin ne yapması gerektiğini, neler yapabileceği üzerine düşünmeye çalışacağım.
öncelikle, şunu kabul edelim. gücümüz herhangi bir belirleyici müdahaleye yetmiyor, o yüzden fazla sorumluluk üstlenmek makul değil. yani hayırsız sevgili misali tutamayacağımız sözler vermekten vazgeçelim bence. o güce ulaşmanın en önemli yollarından biri emekçilerin güvenini kazanmak. bu nasıl yapılabilir?
bence bu tek bir hamle ve çalışmayla olabilecek bir şey değil. bunun bir parçası iktidarın boykot kampanyalarıyla falan toz duman altında bıraktığı ekonomik gelişmeleri emekçiler için şeffaflaştırmak.
önümüzdeki dönemde ne olacak? özellikle hangi maddelerin fiyatları artacak? hangi gelişmeler, kuru ve fiyatları nasıl etkileyebilir? muhalefet saflarında bunları gayet iyi bilen, öngörebilenler var. akademiye anlatır gibi anlatıp biz ölümlülere kendilerini bilal gibi hissettirecek şekilde değil de, ihtiyacı olanların anlayabileceği bir dille bütün bunları anlatmak güven kazanma açısından önemli bir adım olabilir. ayrıca şunu akılda tutmakta yarar var; evet, kimsenin yastık altında büyük miktarda altını yok ama düğün mevsimindeyiz, yeni evlenenlere altın takıldı. diğer yandan, işten atılanlar az buçuk tazminat alıyor. onlar o parayı ne yapsın da elde avuçta olanın bir parçasını daha kaptırmasın? yatırım danışmanlığından bahsetmiyorum, ekonomik okuryazarlığın sağlanmasından söz ediyorum. yani sadece olup bitenin değil, olması muhtemel olanın da halk için anlaşılır ve gerçekçi bir tahlilini sunmak gerekir bence.
bunun şöyle yönleri de var. birkaç ay sonra devlet, memur ve emekli maaşlarını yatıramaz hale gelebilir mi? böyle bir ihtimal varsa bunu önceden tahmin etmek muhalefete ve emekçilere çok zaman ve mevzi kazandırmaz mı?
ikinci olarak daha önce de yazdığım bir şeyi tekrar edeyim; temel tüketim maddelerinin daha ucuza teminini sağlayacak ağlar kurabilir miyiz? yaşam alanlarında bunu işsiz ve gelirsiz kalanların en azından karınlarını doyurabilecekleri bir örgütlenmeye çevirebilir miyiz? yani herhangi bir mahallede, para, gıda maddesi ve emekle katkıda bulunulabilecek ve ortaklarına günde üç öğün sağlayan kolektif beslenme alanları kurabilir miyiz? hele de belediyelerin akp’li olmadığı yerlerde bu konuda büyük imkânlar var bence.
sendikal mücadele ve müdahale sendika üyesi olmayanların da yararlanabileceği şekilde genişletilebilir mi? sendika üyesi olmayanlar bu mücadelenin parçası haline gelebilir mi? bu konuda, flormar grevi çok iyi bir örnek oluşturuyor. türkiye’de flormar ve ortağı olan yves rocher ürünlerine yönelik boykot iki markanın da büyük indirimlere gitmesine yol açtığı gibi, hem protesto eylemleri hem de boykot yurtdışına taşırıldı.
ayrılığın sevdaya dahil olması gibi, ricat da stratejinin bir parçası ve yukarıda anlatmaya çalıştıklarımdan bağımsız olarak güvenlik sağlama, düşünmek üzere durma ve güven kazanma zamanındayız bence. ancak ondan sonra, sokağı gerçekten, bir kere daha ama hakkını vererek denemeye sıra gelir değil mi?
bu arada şunu da hatırlayalım. türkiye’de tarım ve hayvancılığın bitirilmesi yani bizi mercimeği kanada’dan almaya falan mahkum eden gelişmeler, ab uyum sürecinin bir parçasıydı. o, türkiye’nin üretimden uzaklaşmasında çok önemli bir aşamadır. o yıllarda, bunun dışa bağımlılığı arttıracağını söyleyenler alay konusu yapıldı. üretimin yerini hizmet sektörünün alacağı iddia edildi. o da olmadı, üretimin yerini rant aldı.
olumlu ve olumsuz yanlarıyla cumhuriyet’in bütün kurumlarının, yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı gibi temel ilkelerin ortadan kalkması tabii ki çok önemli. ama ekonominin neden ve nasıl belirleyici olduğunu bir kere daha gördük. o yüzden, sol muhalefetin merkezine ab’yi ve demokratikleşmeyi koyanların en azından bakış açılarını gözden geçirmelerini talep etmek hakkımız. analiz dediğiniz şey, ayrıştırmaktan geçer ve başımızdaki dertleri ayrıştırabilmek ve hangisini ele almanın daha çözücü olacağını tespit etmek bugün en önemli hamle bence.