solun suriye ile ilgili bir politikası var mı?

bu geri gönderme operasyonunun, hükümetin suriye’ye yönelik planladığı askerî operasyonla aynı zamana denk düşmesi tesadüf olabilir mi?

son bir ayda özellikle istanbul’da yaşayan suriyelilerin başına gelmedik kalmadı. önce saldırılar, sonra ani baskınlarla sınırdışı etmeler, çalıştıkları işyerlerine yapılan baskınlar, çalışma izni olmayanları çalıştıran işyerlerinin cezayla korkutulması. ama bunlar gerçekten buzdağının görünen ucu.

suriye iç savaşı ve türkiye arasındaki ilişki, canlarını kurtarmak için ülkelerinden kaçan bu insanların bugün ya da daha önce yaşadıklarıyla sınırlı değil. türkiye, ta en başından beri, vesayet savaşı olarak anılan bu çatışmanın parçası, taraflarından biri oldu. "bunlar burada keyif çatarken bizim mehmetçiğimiz suriye’de savaşıyor" diyenlere karşılık, "mehmetçik orada bizim için değil, kürtlere karşı savaşıyor" demesi belki de bunu açıklayan en veciz ifade.

dolayasıyla, türkiye’deki suriyeliler meselesi, herhangi bir ülkedeki göçmenler meselesiyle kıyaslanarak açıklanamaz. yani örneğin, iş gücüne ihtiyacı olduğu için, türkiyelileri davet eden almanya’da yükselen ırkçılıkla, bugün türkiye’de suriyelilere karşı yükselen ırkçılık, belki tekil bireylerde aynı duyguları harekete geçiriyor ama toplumsal siyasal temelleri aynı değil.

zaten hükümetin suriyelileri gönderme kararı ve uygulaması da türkiye’de bu insanlara yönelen ırkçılıkla alakalı değil. ancak iktidar konuyla ilgili birçok gerçeği kamuoyuna yansıtarak ırkçılığa en azından bir ölçüde engel olabilirdi ama bunu yapmadı. bunun en temel sebebinin, gereken anda bu ırkçı tepkileri araçsallaştırabilme ihtimalini saklı tutmak olduğunu düşünüyorum. nitekim, konuyla ilgili ancak cılız sesler duyuluyor. (gerçi hangi konuda güçlü ses çıkıyor, diyebilirsiniz. haklısınız.) kendimi tekrarlamak pahasına yazayım; kamuoyunun bihaber olduğu gerçeklerin başında, türkiye cumhuriyeti devletinin, suriyeliler için avrupa birliği’nden milyonlarca euro destek almış olması geliyor. bu destek türkiye’ye suriyelileri barındırması için bir "rüşvet" olarak verilmedi, suriyeliler için harcanmak üzere verildi. bu fonların ciddi bir kısmından -esas olarak hükümet yanlısı olanlar olmak üzere- sivil toplum kuruluşlarının yararlandığına dair çok güçlü veriler var. son günlerde gerçekleşen sınırdışı etme vb. muamelenin de bu fonların kesilmesine karşı bir gözdağı olması kuvvetle muhtemel. bu paranın hesabını sormak meclis’te yapılabilecek bir iş. ancak, bundan halkın haberinin olmaması, türkiye suriyelilere "geleneksel misafirperverliği", "müslümanların kardeşliği" vb. sebeplerle kucak açmış gibi bir intiba oluşturulması ırkçılığı da körükledi. çünkü özellikle krizin belini büktüğü yoksul emekçiler, bu misafirperverliğin kendi ceplerinden karşılandığını düşünüyor ve bu topraklardaki güçlü yabancı düşmanlığından da beslenerek, zengin avrupa ülkelerinin bu yükü neden sırtlamadığını sorup öfkeleniyor.

ama bu öfkenin sahipleri, suriyelilerin ucuz işgücü, suriyeli kadınların ucuz/bedava seks emeği sayıldığını, burada da güvende olmadıklarını, sadece savaştan uzak kalabildiklerini görmezden geliyor ve cihatçıların gördüğü teveccühü de dert etmiyor. hatırlarsınız, göçmenlerin ucuz işgücü olması daha önce kimi resmi devlet görevlileri tarafından açıkçası övülmüştü. iktidarın, aslında patronların pekala işine gelen, kayıtsız suriyeli işçiler konusundaki bu ani politika değişikliğinin, istanbul hezimetiyle bağını kurmamak mümkün değil. 

yine bu mecrayı okuyanların gayet iyi bildiği bir şeyi tekrar edeceğim. suriye savaşının başından beri, cihatçıların türkiye suriye arasındaki sınırdan rahatlıkla geçebildiği malum. bu insanların türkiye’de müttefikleri bulunduğu da bir sır değil. dolayısıyla, örneğin, cumartesi günü geçekleşen basın açıklamasında, "milliyetçilik cahiliyesine karşı tek bir ümmetiz!" yazılı dövizi imzalayan özgür-der’in sadece müslümanları benimseyen bu tutumuyla ırkçılık karşıtı olduğuna inanamayız; aynı eylemde suriye bayrağı niyetine üç yıldızlı öso bayrağı kullanmanın suriye dostluğu olduğu da söylenemez, değil mi?

bu geri gönderme operasyonunun, hükümetin suriye’ye yönelik planladığı askerî operasyonla aynı zamana denk düşmesi tesadüf olabilir mi? bir başka nokta daha var, kısa bir süre önce rojava’da bir konferansa katılmış olan hüda kaya şöyle demiş: "esir olan ışid’lilerin umudu, türkiye’nin kendilerini kurtaracağına dair umuttur." mhp’lilerin cumartesi günü gerçekleyen basın açıklamasına saldırısıyla birlikte düşündüğümüzde, bütün bunlarla, s-400’lerin satın alınmasıyla başlayan sürecin bir ilgisi olabilir mi?

yani birden fazla değişkeni olan bir denklemle karşı karşıyayız.

diğer yandan, bir anda ailesinden kopartılıp geri gönderilenler, sokağa çıkamaz hale gelenler için ne yapabiliriz? ya da daha doğrusu, sadece geri gönderilmeleri merkeze alarak bir şey yapabilir miyiz?

doğru soruları sormadan, doğru cevapları bulmak mümkün değil.

türkiye için bu kadar hayati, güncel, adeta bir iç mesele olan suriye savaşı konusunda neden 2000’li yılların "ırak’ta savaşa hayır" kampanyası gibi bir çalışma örgütlenmediğini sormak hakkımız diye düşünüyorum. neden bu savaş konusunda halkla gerçekleri açıklayan, savaş karşıtı tepkiyi örgütleyen, türkiye’nin suriye’deki varlığını sorgulayan, bununla ilgili gerçekleri açıklayan, işgale, savaşa, cihatçılığa karşı çıkan geniş bir örgütlenmemiz niye olmadı? neden bu savaşın her aşamasına hazırlıksız yakalanıyoruz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi