Ayşegül Kars Kaynar
Tahir Elçi Davası yargılanmalıdır
28 Kasım Tahir Elçi’nin öldürülüşünün yedinci yıl dönümüydü. Geçen hafta ise dava duruşması vardı. Bu herhangi bir dava değil. Bu herhangi bir cinayet de değil. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun ifadesiyle bu bir siyasi suikast. Hem de bir geçiş dönemi suikastı.
Haziran 2015 seçimleri sonrasında hükümet kurma kriziyle başlayan, seçimlerle ve çoğunluğun oyuyla hükümetin değişeceğine dair temsili demokrasinin en basit ama aynı zamanda en temel pratiğinin terörle ve suni olağanüstü halle yok edileceği ve milli güvenlik siyasetinin üzerine otokratik yönetimin adım adım inşa edileceği yeni döneme geçiş sürecine mündemiç, taşıyıcı bir siyasi suikast idi.
Tahir Elçi’nin öldürülmesinin ortaya çıkardığı soruların cevabına eğer bu cinayeti aydınlatma görevi adliyeye terkedilirse hiçbir zaman ulaşılamayacağı; mahkemenin bu cinayete kaza süsü verme yönünde ilerlediği ve daha doğrusu ilerlemeyerek, işlemeyerek, soruşturmayarak, kovuşturmayarak, konuşturmayarak, yılda sadece iki duruşma yaparak bu yargılamanın kendisini de öldürme niyetinde olduğunu hepimiz görüyoruz. Bu yargıdan adalet gelmez, demeyeceğim; daha da ileri gideceğim. Tahir Elçi’nin öldürülmesi bir adaletsizlikti ve hiçbir mahkeme kararı bu adaletsizliği adalete çeviremez. Bu siyasi cinayette adalet, yargısal bir karar olamaz. Bu nedenle yargılamadan beklentim hakikattir ve bu hakikate Tahir Elçi davasının kendisini yargılayarak ulaşmak mümkün.
Yeni adlı bilimler
Geçtiğimiz on yıl içerisinde önemli bir gelişme yaşandı ve devletin adli bilimler üzerindeki tekeli kırıldı. Yani, dava dosyasında bulunan görsel, işitsel ya da fiziksel verilerin incelenmesini sadece savcılığın yönlendirdiği uzmanlar yapmıyor. Tahir Elçi davasında, savcılık tarafından adli tıp ve balistik inceleme uzmanlarına hazırlatılan ve akabinde Adli Tıp Kurumu tarafından desteklenen raporlar, Elçi’nin ölümüne neden olan atışın hangi silahtan, hangi açıyla, kişinin hangi vücut pozisyonuyla ve nasıl gerçekleştiğinin bilinemeyeceğini savunmuşlardı.
Diyarbakır Barosu’nun talebi üzerine soruşturma dosyasındaki görsel ve işitsel verileri kullanarak rapor hazırlayan Londra Üniversitesi’ne bağlı Adli Mimarlık (Forensic Architecture) adlı kuruluş ise olay yerinde bulunan polis memurlarından üçünün kuvvetli suç şüphesi altında olduğunu saptamış, Adli Tıp uzmanı Prof. Dr. Ümit Biçer de hazırladığı raporla bu şüpheyi desteklemişti. Elçi’nin öldürülmesinden ancak beş yıl sonra iddianamenin tamamlanmasında ve daha önceden savcının sadece tanık sıfatıyla dinlediği polis memurlarının taksirle ölüme sebep verme suçuyla davaya sanık olarak dâhil edilmesinde, Adli Mimarlık’ın ve Prof. Dr. Biçer’ in raporları göz adı edilemeyecek derecede büyük baskı oluşturdular.
Benzer bir “alternatif” katılım, Ethem Sarısülük cinayetinin yargılanmasında da vardı. Sarısülük’ün polis Ahmet Şahbaz’ın silahından çıkan kurşunla ölümüyle ilgili savcılığın hazırlattığı bilirkişi raporunun “nefsi müdafaa” sonucuna varmasının ardından olay anına dair görüntüler için savunma tarafından iki ayrı bilirkişi raporu daha hazırlanmıştı. Almanya Televizyon ve Film Yüksekokulu’ndan Prof. Dr. Klaus Stanjek ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Cem Kaptanoğlu raporlarında bir meşru müdafaa durumunun söz konusu olmadığını belirtmiş ve Şahbaz suçlu bulunmuştu.
Hakikat talebi, hakikatın var olduğunda ısrar etmektir
Bugün, hakikatin inşası ve tasarımında devletin kullandığı tekniklerin çoğunun karşısına alternatiflerle çıkmak ve direnmek mümkün. Bu bir nevi adli bilimlerde çok seslilik yaratma, devletin “söz söylemeye yetkililer” kliğine karşı genişletilmiş, kamuya açılmış bir adli forum oluşturma çağrısı. Ama aynı zamanda Adli Mimarlık ve bilirkişilerin yaptığı işin, adli bilimleri yeniden kurma pratiği olduğunu da söyleyebiliriz. Zira devlet aslında fiziksel nesnelerin ya da dijital verilerin kanıt olarak kullanılmasını engellemek için karşı-adli bilimler faaliyeti yürütüyor. Devletin işlediği suçlarla ilgili ya da siyasi davalarda cinayet anını kaydetmeyen kameralar, silinen CD’ler, bozulan hard diskler, bulunamayan kurşunlar ve bedenler o kadar yaygın ki devletin adli bilim faaliyeti aslında yok etmeye dayanan yıkıcı bir karşı-adli bilim.
Devletin karşı-adli bilimi, Tahir Elçi cinayetini karartır. Onu aydınlatacak olan, savcılığın hakikatin bilinemeyeceği, yapılacak hiçbir şeyin olmadığı ve dolayısıyla olanın olduğuyla, ölenin öldüğüyle kalacağı imasına karşı öncelikle hakikate ulaşılabileceğinde ısrarcı olmaktır; akabinde ise hakikat arayışının mekânını genişleterek adli faaliyeti kamuya açılmış bir foruma dönüştürebilmektir. Bu mümkündür.
Dr. Ayşegül K. Kaynar:
1980 yılında Ankara’da doğdu. 2014 yılında ODTÜ Siyaset Bilimi bölümünden doktora derecesini aldı. 2015 yılında Türk Sosyal Bilimler Derneği’nin düzenlediği Genç Sosyal Bilimciler Ödülleri’nde doktora tezi kategorisinde ödül ve 2017 yılında Halit Çelenk Hukuk Ödülleri’nde mansiyon kazandı. New School for Social Research ve Hamburg Üniversitesi’nde araştırma yaptıktan sonra halen Berlin’de bulunan Humboldt Üniversitesi’nde çalışmalarına devam etmektedir. Çağdaş Türkiye siyaseti, hukuk devleti ve asker-sivil ilişkileri üzerine yayınları bulunmaktadır.