ayşe düzkan
tamam mı, erkek mi?
pek çok kadını rahatsız etti, birçok erkek ve kadın büyütülecek bir konu olmadığını düşündü, biraz da eskidi açıkçası. ama hem parlamenter siyaset hem de genel olarak siyasetle ilgili pek çok farklı noktayı içerdiği için ve sanırım kişisel tarihimin sorumluluk yüklediğine inandığımdan, yazacağım. muharrem ince’nin "erkekçe"si ilginizi çekmiyorsa, bu noktada yazıya veda edebilirsiniz.
çok anlatılan bir olaydır, duymuşsunuzdur. komünizmin yasak olduğu yıllarda, türkiye işçi partisi’nin urfa milletvekili ve aynı zamanda genel başkanı olan behice boran’a meclis’te adalet partisi sıralarından, "erkeksen komünist olmadığını söyle!" diye laf atılır. o da lafın altında kalmaz ve, "değilim!" diye cevap verir, "erkek değilim!"
bu örnek bizi yanıltmasın, yıllar içinde çok şey değişti. sadece toplumsal ilişkiler, yasalar vb. anlamında değil, zihniyet açısından da. bugün erkek olmanın marifet olmadığını görenlerin sayısı erkekler arasında bile artıyor. onlar da erkeklikten fayda sağlamayı sürdürüyorlar tabii. çünkü toplumsal konum zihniyetle değil toplumsal yapının değişmesiyle değişir.
bugün var olan seçim yarışı da gayet erkekçe yürütülüyor aslında çünkü erkeklik, başka şeylerin yanı sıra tam da, haksız biçimde elde ettiği bir üstünlüğü haksızlık etmek için kullanmak anlamına geliyor. ve onda dokuzunun kaçmak olduğu feministlerin iddiası değil.
bu bir yana, meral akşener’le ilgili aktrollerin sosyal medyada yazdıkları bile siyasetin kelimenin bütün kötü anlamlarıyla gayet erkekçe yürütüldüğünü göstermiyor mu? meral akşener, bir kadın olarak erkek egemenliğinin birçok sonucuyla yüz yüze. ama kendisinin siyasi arenada kadınların temsilcisi olduğunu söylemek mümkün değil.
aynı şekilde, muharrem ince, malum ifadeyi kullansa da, kullanmasa da kadınların temsilcisi değil. temsiliyet, siyasi programla ilintili bir şey. bir toplumsal gruptan olmak ya da onlardan da oy istiyor bulunmak bir adayı onların temsilcisi kılmıyor, bunun için o –ezilen, sömürülen- toplumsal grubu temsil eden hareketin taleplerini taşımak gerek.
bir erkek kadınların taleplerini temsil edebilir mi?
bu sorunun cevabı kolay değil. her erkek, fikirlerinden bağımsız olarak patriyarkadan fayda sağladığı için, feminizm bir kadın hareketi bence ve ayrıca bütün önerilerinin parlamenter siyasete sığdırılması mümkün değil, türkiye’de bugün yürütülen parlamenter siyasete sığdırılabilecek talepler çok daha sınırlı. ve ama evet, selahattin demirtaş, feminizmin değilse de, kadınların taleplerini temsil etmeye en yakın aday. bunu, bir kere daha övmeye gerek görmediğim zekâsına, siyasi kavrayışına değil, handanlara, sebahatlara, gültanlara, aylalara, tabii ki sakinelere, arînlere ve bu adları tanımamızı sağlayan yolu adım adım ören kadınlara borçlu.
diğer yandan, muharrem ince’nin kullandığı ifadeyle ilgili özür dilemiş olması muhakkak ki olgunluk ve nezaket örneği ve önümüzdeki dönemde milyonlarca insana defalarca konuşması söz konusu olduğu için hayırlı bir gelişme. ama bu özrün zihniyetinin değiştiği anlamına geldiği şüpheli. bence söylem hayatı değil, hayat söylemi değiştirir, kürt siyasetçiler ve türkiye solu bu değişimi bir biçimde yaşadı, muhakkak ki chp’liler de kadınların toplumsal dalgasından nasiplerini alacak.
ama şunu da hesaba katmak gerek bence. faşizme karşı mücadelenin tarihinde, devrimcilerin, komünistlerin, sosyalistlerin sosyal demokratlarla, burjuva siyasetiyle işbirliği yapması, bunun nasıl olabileceği konusu defalarca gündeme gelmiştir. tarihe bakmak da şart değil, faşizm, sermayenin de belli bir kesiminin hegemonyası olduğuna göre, burjuvazinin bunun dışında kalan kanatlarıyla bir tür güçbirliği, karşıdaki devasa güce karşı gerekli görünüyor. bunun da, ne bileyim ali koç’la makine mühendisleri odası’nda toplantı yaparak falan olmayacağı aşikâr. farklı programları, farklı söylemleri olan siyasi hatların ortak bir hedef için benzer biçimde hareket etmesiyle yürüyebiliriz ancak.
her insan, ruhu, geçmişi, geleceği ve naturasıyla bir bütün ve bağımsız bir varlık. ama siyasi figürlerin, biraz da araç olduğu ortada bence. muharrem ince’yi ya da başka bir adayı değerlendirirken de, adaylığının, alacağı oyun ve kazaen de olsa seçilmesinin nasıl sonuçları olacağına odaklanmak kişiliğini, zihniyetini ve söylemini değerlendirmekten daha işlevli.
ve tabii şu da var; şu an, kendimizi her yönümüzle ifade edeceğimiz o an değil, zaten siyaset de öyle bir şey değil ve bugün, özellikle belli sorumluluklar üstlenmiş olanların, muhalefet içindeki güçlere muhalefet etmeye öncelik vermeleri, muhalefeti değil rekabeti akla getiriyor ama neyse ki çok sık çıkmıyor karşımıza. sonuçta, hepimiz tamam’ın değerini bilecek sağduyuya ulaştık, değil mi?