Bilmez Hocadan Tarih Tersleri
Tekrar dönemlendirme meselesi
Geçen hafta yayınlanan yazımda şablon olarak sunduğum Osmanlı ve Türkiye Demokrasi tarihi dönemlendirme önerisi üzerine gelen sorular ve yorumlardan sonra konuyu bir kez daha ele almam gerektiğine karar verdim.
Öncelikle her ‘şablon’ gibi, detayları ve nüansları yeterince kapsayamama eksikliğini kabul ederek oluşturulabilecek böyle bir tablonun çıkış noktasının, ‘devlet-toplum-birey ilişkisinde, özellikle karar mekanizmalarında yer alma (katılım) konusunda hak eşitliğinin teoride ve pratikte sağlanması süreci’ olduğunu tekrar hatırlatmak isterim. Bu çerçevede cumhuriyet ve demokrasi meselesini, her anlamda taban-tavan veya yukarıdakiler-aşağıdakiler ilişkisi ve hem coğrafi (ayanlar ve genelde ademimerkeziyet bağlamında) hem toplumsal anlamıyla (sınıf, cemaat, etnisite ve cinsiyet bağlamında) merkez-çevre ilişkisi bağlamında karar süreçlerine katılım anlamında, erk paylaşımı meselesi olarak ele alıyorum.
Birinci Yüzyıl: 1720’lerden 1820’lere
İleride modernizm ve modernleşme tartışmaları bağlamında detaylı ele alacağım, ama kısaca şunu söylemek isterim: Doktora yıllarımdan beri asli entelektüel-akademik uğraşı olarak seçtiğim ve modernleşmeden küreselleşmeye onlarca isimle tartışılan ‘o süreci’ (bence aynı zamanda Avrupalılaşma/Batılılaşma süreci olduğu için) açıkça Avrupa’nın/Batı’nın model olarak alınması ile başlatmaktan yanayım. Bu nedenle, III. Selim saltanatı (1789-1807) döneminde ve öncesinde, yani 1720’lerden 1820’lere kadarki sürede gerçekleşmiş sporadik düzenleme ve iyileştirme (ıslahat) girişimlerini ‘proto-modernizm’ çerçevesinde ele alıyorum. Bu ayırım bu dönemdeki ‘model alma’nın askeri-teknik alanla sınırlı olduğu ve siyasal ve sosyal açıdan zihinsel dönüşüme yol açacak yahut bunu talep edecek bir ‘model alma’nın söz konusu olduğunu iddia etmek için henüz erken olması ile ilgilidir. Elbette iç dinamiklerin rolünü ve dış dinamiklerle arasındaki ilişkiyi inkâr ve ihmal etmeden, son kertede (ihtiyacın ortaya çıkması bağlamında olmasa da arayışın yönü bağlamında) dış dinamiklerin belirleyiciliğine dayanan bir anlayışla ‘erken modern’ kavramsallaştırmasına itiraz etmiyorum.
Nitekim 1980’li yıllarda çok naif bir ekonomi öğrencisi olarak bitirme tezi için giriştiğim değişik disiplinlerden okuma ve (maalesef daha az) yazma maceram da tüm naifliğimle ‘günümüzü anlamak için’ modernleşmenin özellikle iktisadi kökenlerini aramakla başlamıştı. Maalesef rehbersiz bir acemi olarak Cumhuriyet’in kuruluş yılları o sırada gidilebilecek en ‘eski’ dönem olarak gözüme görünmekle birlikte, kısa süre sonra tezin bitme aşamasında çoktan asıl bakılması gereken dönemin II. Meşrutiyet olduğuna karar vermiştim. (Değerli Tarık Zafer Tunaya hocanın bu dönem için kullandığı ‘laboratuvar’ özlü sözünü de o sırada öğrenmiş olabilirim.)
Sanırım her Türkiyeli sosyal bilimcinin kişisel hikâyesinde ve aslında genelde tarihyazımında olduğu üzere, bu ‘başlangıç’ tarihinin, 1876, 1839 (veya iktisadi düzlemde 1838) ve sonunda (Fransız devrimiyle kesişme nedeniyle cazibesine dayanamadığım) modernleşme master planı ile tahta geçen ilk sultan III. Selim’in saltanatının başlangıcına denk gelen 1789 yılına kadar geri götürülebileceğini gördüm. Yıllardır derslerimde hep bunu anlatıyorum.
Ancak tarih tersleri söz konusu olduğunda bu sembolik dönüm noktasını, daha geniş bir proto-modernizm dönemi içinde bir alt-dönemin (1790’lar-1807) başlangıcı olarak almayı yeğliyorum.
İkinci Yüzyıl: 1820’lerden 1920’lere
Demokrasi tarihinin aslında modernleşme sürecinin bir parçası olduğunu tekrar hatırlayacak olursak, modernleşme tarihi için geçerli dönemlendirmeye uygun olarak süreci, Osmanlı-Türkiye demokrasi tarihini sistemli ve kapsamlı modernleşme politikalarının hayata geçirileceği 1820’lerle başlatmak ve Osmanlı için 1920’lerle bitirmek doğru olacaktır. Günümüz cumhuriyetinin ve demokrasisinin ve hatta popülizminin kökenlerini ararken, bir devamlılık arz eden Osmanlı-Türkiye tarihinde 1820’lerden 1920’lere kadar yaşananları, niteliksel olarak sonraki dönemden ayırmanın mümkün olmadığını özellikle belirtmem gerekiyor. Ancak ‘teknik’ bir ayrım olarak İstanbul merkezli Osmanlı modernleşme sürecini ayrıca ele alacak olursak, daha önce belirttiğim 1820’ler-1839 dönemi, demokrasinin kökenlerine bakarken bir ‘ön-dönem’ olarak karşımıza çıkmaktadır:
Osmanlı’da demokrasinin temellerini oluşturan modern hukuk devleti (ulus-devlet) ve bu çerçevede modern toplum (cemaatten topluma) ve modern birey (tebaadan yurttaşa) inşa sürecini gösteren bu tabloda, en baştaki 1820-1839 döneminin (yukarıda açıkladığım nedenlerle) ayrı yazılması gibi, Birinci Dünya Savaşı sonrası ‘yeni dünya düzeni’ ve bu çerçevede (Osmanlı sonrası) ‘yeni bölge’ düzenlemesi bağlamında 1918-1923 arasında yaşananlar da ayrı yazılmıştır. Bu zaman aralığını (yer darlığından şimdilik açıklayamayacağım nedenlerle) hem Osmanlı’nın son dönemi hem de (aşağıdaki tabloda görüleceği üzere) cumhuriyetin ilk dönemi olarak aldığımı belirtmeliyim.
Üçüncü Yüzyıl: 1920’ler-2020’ler
Günümüzde cumhuriyetin ve demokrasinin kökenlerine bakarken karşımıza çıkan son ana dönem, bu çerçevede büyük oranda Osmanlı’nın devamı olan 1920’lerden sonraki dönemdir.
Sonraki terslerde en detaylı şekilde ele alacağım bu dönemle ilgili olarak bu yazıda herhangi bir şey söylemeden, üç yüzyıllık sürecin kuşbakışı resmini sunan bu üç tablodan yola çıkarak dönemler-üstü bazı gözlem ve tespitlerimi sonraki yazılarda sunmak istiyorum.
****
Bitirirken
Dönüştürücü (sorgulatıcı ve öğretici) unsur olarak savaş meydanlarında yaşanan hezimetler, sürecin tamamına baktığımızda dikkati çeken belki de ilk unsur oluyor, ama şimdilik tabloda bu çakışmaları gösteremiyorum. Yenilgilerin modernleşmiş (Avrupalılaşmış) devletler/ordular karşısında alınmasının öğretici etkisine, bu yenilgilerin modernleşme sürecine geç başlamış (Osmanlı gibi) yarı-periferik komşu Habsburg ve Romanov Hanedanlıklarının devletleri/orduları karşısında yaşanmış olmasının yarattığı travmatik etki eklenmiştir. Bu travmatik etkide doruk noktası, yakın zamanlara kadar Osmanlı hakimiyetinde olan Mısır’da kısa sürede gerçekleştirilen (özellikle orduda) başaralı modernleşme/Avrupalılaşma reformları sayesinde güçlenen Mehmed Ali Paşa’nın nominal olarak hâlâ vasal konumundaki devleti/ordusu karşısında alınan, hezimet olarak görülen yenilgilerdir. Nihayetinde askeri-teknik alanda başlayan Avrupa’yı kısmen veya tamamen ‘model alma’ tavrı, zamanla toplumsal, siyasi ve ekonomik alanda da model alma tavrına dönüşecektir.
Tüm bunlar bir arada düşünüldüğünde, (ders kitaplarında da anlatıldığı üzere) yukarıdan aşağıya düşünülen ve uygulanan modernleşmenin askeri düzlemde başlamış olması anlaşılır hale geliyor, ama konumuz bağlamında daha önemli olarak, dışarıya (gayrimüslim dünya güçlerine) yönelik üstünlük kompleksinin zora/şiddete dayalı aşınması ve ona eşlik eden aşağılık kompleksinin ortaya çıkarak güçlenmesi de bu sayede daha iyi anlaşılıyor.
Zamanla (kendine yabancılaşma sürecinin sonunda çarpık bir anlayışla) gayrimüslim dünyanın/güçlerin içerideki uzantıları gibi görülmeye başlayan Osmanlı zımnileri olarak ‘yerli’ gayrimüslimlere karşı (giderek Müslümanlaşan) Osmanlı aydınlarının ‘çoğunluk kompleksi’ ve ‘denklik fobisi’ anlamında egalofobi, bu sorunsalın uzantısı olarak değerlendirilebilir.
Nitekim Osmanlı bürokrat ve aydınlarının bu tepkilerin, çoğu zaman ‘batılı güçlerin’ gayrimüslimlerin yaşadığı eşitsizlik ve adaletsizliklerin düzeltilmesi konusundaki zorlama ve dayatmalara karşı gösterilen tepki ile açıklanması, bu iki kompleksin iç içe geçtiğini gösterir.
Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (İletişim için: [email protected])