İrfan Aktan
TİP’in tercihi ve açmazları
Neredeyse kendi içinde bakanlık pay eden Millet İttifakı ile ülkeyi faşizmden kurtarmaya odaklandığını söyleyen Emek ve Özgürlük İttifakı’nın içindeki ahval anlaşılır gibi değil.
Tüm uyarılara, tepkilere gözünü-kulağını tıkamış olan Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenlerinden Türkiye İşçi Partisi (TİP), seçimlere kendi logosu ve adaylarıyla girmekte kararlı. Olağan koşullarda bu karar belki bir krize dönüşmeyebilirdi, ama TİP yönetiminin medyaya verdiği demeçler, meselenin “stratejik” bir tercih olduğunu gösteriyor.
TİP Genel Başkanı Erkan Baş, 3 Nisan akşamı Twitter’dan yaptığı açıklamada partisinin kendi logosu ve adaylarıyla seçime girme kararında ısrarcı olduğunu gösterdi. Ayrıca Baş, sosyal medyada epey tartışma konusu yapılan “Mesela TİP'in Şırnak'ta vekil çıkarma ihtimali var mı, araştırıyoruz; yok. O zaman oradaki ittifak ortağımıza destek olalım ve AKP'nin kaybettiği vekili Yeşil Sol Parti kazansın” sözlerine de açıklık getirip üstü örtük bir özeleştiri verdi.
Kürt hareketinin sembol isimlerinden Gültan Kışanak “Bir sosyalist olarak” başlığıyla 3 Nisan’da yayınlanan nazik üsluplu yazısında TİP’in ortak listeyle seçimlere katılması yönünde öneride bulunmuş, Selahattin Demirtaş da Kışanak’ı destekleyerek TİP’ten bu çağrıya kulak vermesini istemişti. Fakat Baş, HDP yetkililerinin de önceden haberdar olduğu anlaşılan açıklamasında bu çağrıyı reddetti ve Kışanak’ın sözünü yerde bıraktı.
Günlerdir sorulan soru şu: “Türkiye İşçi Partisi kendi logosu ve adaylarıyla seçime girecekse neden Emek ve Özgürlük İttifakı’nın içinde yer alıyor?” Bu soru, ancak bu yöntemin ittifaka katkı sağlaması veya tabandaki enerjiyi yükseltmesi halinde anlamını yitirebilirdi. Fakat görünen o ki TİP’in bu tutumu ittifaka gözle görülür bir katkı sağlamadığı gibi, sürecin kötü yönetilmesi de bin bir emekle örülmüş tabandaki duygudaşlığı zedeliyor ve hem TİP hem de HDP açısından giderek önü alınmaz bir krize dönüşüyor.
Bu krizin kaynağı sadece TİP değil, TİP’in bu tutumunu saygıyla karşılayan, ancak tabanın kaygı ve öfkesini dindiremeyen HDP’yle, HDP dışındaki Türkiye solu arasındaki dostluk kadar gerilim dinamiklerini de iyi kavrayıp aktüel siyaseti buna göre kurgulaması gereken, ama bunu yapamayan Emek ve Özgürlük İttifakı’dır da. Örneğin, Baş 3 Nisan akşamı Twitter’dan açıklama yapmak yerine ittifakın bileşenleriyle ortak bir basın toplantısında bu süreci nasıl planladıklarını anlatsaydı, diğer partilerin yöneticileri de bu plana neden ve nasıl ikna olduklarını izah etseydi, en azından krizin bir boyutu tartışılabilir hale gelirdi.
Öte yandan, TİP kadrolarının başta HDP tabanı olmak üzere geniş bir çevrede en hafif tabirle hayal kırıklığı yaratan beyanatları, daha da vahimi bu hayal kırıklığını yaratmaktan imtina etmemeleri, böyle giderse krizi seçim sonrasına da taşıyabilir ve HDP’yle TİP, hatta geniş anlamda sol içinde büyük bir yarılmaya neden olabilir.
Sürekli toplumsal kutuplaşma tespiti yapan muhalefetin, bu kutuplaşmanın kendi tabanları arasındaki dinamikleri nasıl şekillendirdiğini hesaplamadan siyaset yapması böylesi krizleri kaçınılmaz hale getiriyor.
Geçtiğimiz hafta Halkların Demokratik Kongresi eski Eşbaşkanı Onur Hamzaoğlu, "Keşke dememize az kaldı” başlıklı yazısında şöyle diyordu: "Emek ve Özgürlük İttifakı’nın seçim süreci için öneri götürdüğü sol yapıların tümü ‘evet’ diyebilseydi ve ittifakta yer alacak bu partiler tek liste ile seçime girebilseydi yaratacağı sinerjinin sandığa yansımasını ölçebilecek herhangi bir olanağa elbette sahip değiliz. Ancak, bu ülkedeki seçmen davranışıyla ilgili gözlemlerimize dayalı olarak pozitif yönde ve 2018 seçimlerinden çok daha fazla sayıda milletvekilliğine sahip olabilecek bir etkileşimin gerçekleşme olasılığının kuvvetle muhtemel olduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır."
TİP ise bu ihtimalden ziyade kendisine, “başarı” olasılığına odaklanmış durumda.
TİP'in kısa sürede bir ittifak imkânından ittifak engeline dönüşmeyi, HDP seçmeninin nefret objesi haline gelmeyi başarmasının şımarıklıkla, kadir bilmezlikle açıklanması zor. Bu bilinçli, ideolojik bir tercihin yansıması olarak görülüyor. HDP ile “ittifak”ları kerhen girilmiş bir yoldan fazlası değil. Liderleri, vekilleri, belediye başkanları, binlerce üyesi hapiste olan, kapatılmayla karşı karşıya olan, her gün her türlü saldırıya maruz kalan bir partiyle kent kent, mahalle mahalle seçim pazarlığının yapılıyor olması hayal kırıklığını derinleştiriyor.
Eğer temel motivasyon faşizmden kurtulmaksa, TİP kadrolarının müttefiklerine ve müttefiklerinin tabanlarına kulak kesilmesi, yahut benimsediği yöntemi “anlatabilmesi”, bunu anlatırken de ittifakın tabanında tahripkâr bir üsluptan kaçınması beklenirdi. Ama TİP’lilerin, popülaritelerini merkeze almaktan çıkarmayı amaçlayan dostane eleştirileri bile hasmane bir tutum olarak görmeye başlamaları, hedeflerinden ötesine bakamadıklarının dışavurumu. Kışanak’ın sözünün yerde bırakılması da bunu teyit etti.
Ya TİP’in gördüğünü kimse görmüyor veya herkesin gördüğünü TİP asla görmek istemiyor.
Sahi TİP ne istiyor?
TİP’in ikisi kısa vadeli olmak üzere üç temel hedefi olduğu anlaşılıyor. Kısa vadeli hedefler; Emek ve Özgürlük İttifakı sayesinde “barajı yıkıp geçerken” birkaç yerden milletvekili çıkarmak, yüzde 3 oy alarak Hazine desteği elde etmek ve bu destekle de kapasitesini güçlendirmek. Uzun vadeli hedef ise “Kürt hareketinin gölgesinden çıkmak” ve solun merkezine oturmak.
Bazı TİP kadrolarının, Sosyalist Güç Birliği bileşenlerine de “bize Kürt hareketi kuyrukçusu dediniz, ama bakın hem onların gölgesine girmiyor hem de sizi gölgemizde bırakıyoruz” mesajı vermeye çalışmak gibi küçük, gereksiz heveslere kapıldığına ihtimal vermek bile istemiyor insan.
Öte yandan, “HDP’ye asla oy vermeyecek olanlar bize oy verir” türü açıklamaların kendilerini nasıl bir pozisyona soktuğunun farkındalar mı acaba? Bunun altındaki “bilinç”, aslında toplumu dönüştürmeyi değil, milliyetçilik zehri zerk edilmiş kesimlerle “yakınlaşmayı”, onların “gönlünü kazanmayı”, dolayısıyla HDP’yle daha da mesafelenmeyi zaten mecburi hale getiriyor. Peki bunun HDP’ye faydası ne? İşte tam da bu soruyu sordurtan yaklaşım TİP’in ittifak içinde kalmasını sorgulatıyor.
HDP’yle arasına mesafe koymaya giriştiğini gösteren beyanatları, HDP’lilere yönelik “kırıcı” açıklamaları, aslında TİP’in uzun vadeli yol haritasının birer kilometre taşı. O da şu: “Solu” “HDP’nin gölgesinden çıkarmak”, “popülerleştirmek”, kitleselleştirmek ve “sol muhalefetin merkezine oturmak.” Bu, Emek ve Özgürlük İttifakı’na dahil olmayan birtakım “Türki” sol yapıların en büyük hayali ve TİP onların yapamadığını, bizzat HDP’nin desteğiyle yapmaya çalışıyor. O halde HDP’lilerin bu programı eleştirmeleri gayet olağan.
Bununla beraber, TİP 14 Mayıs’ta kendi logosuyla seçime girip yüzde 1 veya maksimum yüzde 2 oy alarak “rüştünü ispat etmek” gibi kısa vadeli arzularını, uzun vadede yüzde 7-8, hatta belki yüzde 10 potansiyelinin önüne koyuyor.
TİP’liler mealen “bırakın dostlarımız şimdi bize kızsın, ama 14 Mayıs akşamı haklı olduğumuzu görüp alkışlayacaklar, çünkü herkese kazandıracağız” diyor, ancak buna dair ellerinde bir veri varsa bile, dillerinde ikna edici bir söylem yok. Velev ki TİP haklı çıktı ve “kazandı”; onun şu anki tavrının yarattığı duygusal kopuş, ancak AKP’nin seçimi mutlak biçimde kaybetmesiyle onarılabilir. Fakat AKP’nin iktidarı kaybetmemesi durumunda, bugün TİP ve HDP arasında yaşanan gerilim çok daha büyük yarılmalarla, hesaplaşmalarla, ayrışmalarla sonuçlanabilir.
Peki, 14 Mayıs’ta AKP iktidarı kaybetmez ama TİP de ittifaka zarar vermemiş olursa, ne olur? Bu sorunun net bir cevabı hiçbir zaman verilemeyecek; karşılıklı suçlamalar, moral çöküntü AKP’nin yeni egemenliğinde herkese büyük kaybettirecek. Oysa şu anki tartışmaları engelleyecek bir “tek liste” kararı, AKP’nin kaybetmemesi halinde de safları sıkı tutmaya yarayabilirdi.
TİP söyleminin Kürt hareketine solculuğu yakıştırmayan “Türki” sola da, HDP’yi sol olmaktan çıkarmaya çalışan birtakım dinamiklere de büyük bir söylem alanı yarattığı ve bunların milletvekili sandalyesi kaybetmekten çok daha büyük bedellere neden olacağı unutuluyor.
Eğer mesele mücadele ortaklığıysa, o zaman parti çıkarlarının da, seçim takviminin de ötesine geçmek ve mümkün olan en büyük potansiyele ulaşmak için gerçekten kolektifleşmek gerekiyordu. TİP bu kolektifleşmeyi sadece “rüştünü ispat etme” arzusu için işlevselleştirmekte direnecekse, onun Emek ve Özgürlük İttifakı içinde yer alması da, bu ittifak sayesinde “barajı yıkıp geçmesi” de Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenleri tarafından sorgulanmaya devam edilecek.