tribündeki pankart

tribün nuriye ve semih’in sesini duydu, onları eylemi bırakmaya ikna etmek isteyenler başta olmak üzere, hepimizin bu sesi duymamız, duyurmamız gerekiyor.

mısır’da, 25 ocak 2011’de başlayan kalkışmanın en kritik anlarından biri 2 şubat’ta yaşandı. o gün 1981’den beri iktidarda olan hüsnü mübarek’in taraftarları atlar ve develerle tahrir meydanı’nı bastı. kendilerini korumak için taş ve molotof kokteyli atan göstericilere iktidar yanlıları gerçek mermilerle karşılık verdi. gece yarısı başlayıp ertesi gün öğleden sonra hafifleyen, 11 kişinin öldüğü, 600 küsur kişinin yaralandığı ve "deve muharebesi" olarak anılan bu çatışmanın ön saflarında, afrika’ın en güçlü futbol takımlarından olan el ehli’nin taraftar grubu ultras el ehlawi vardı.

taraftar grupları, sadece o gün de değil, bütün tahrir sürecinde büyük rol oynadı ve bunun en önemli sebeplerinden biri daha önce polisle defalarca çatışmış olmaktan kaynaklanan deneyimleriydi. ultras el ehlawi’nin facebook sayfasında, politik olmadıkları ama her ultranın protestolara katılıp katılmama konusunda kendisinin karar verebileceği yazılmıştı. çoğu da böyle yaptı.

bir taraftar, "zaten her gün polisle karşı karşıya kalıyorduk," demişti, "biz insanlara polis sana yumruk atarsa senin de ona vurabileceğini gösterdik." bir başka taraftar, "mısır’da politik alanda rekabet yoktu, o yüzden rekabet futbol sahasına taşındı. yanlış olduğunu bildiğimiz yasa ve kurallara karşı yapmamız gerekeni yapıyoruz," demişti.

bunlar tabii hepimize gezi’yi hatırlatıyor. insanların, siyasi örgütlerde ya da meslek örgütlerinde bir araya gelmeyi tercih etmeyip politik gerilimin yükseldiği anlarda taraftar gruplarıyla hareket etmeyi seçmelerinin üzerine düşünmeye değer.

ama beleştepe bence biraz daha farklı. beşiktaş’ı ya da çoğu taraftarın tercih edeceği isimle beşiktaşk’ı desteklemenin ötesinde, futbolun bugünkü haline eleştiri getirmeyi de hedefliyor ki bu başlı başına politik bir şey.

her spor dalı gibi futbolun da öznesi oyuncudur ama endüstriyel futbolda özne izleyici. futbolcular spor yapmak için değil, bizim izleme keyfimiz için oynuyor. o kadar zevkle izlenecek bir futbol oyunu için gereken yetenek, antrenman vb. de ancak bir meslek olarak, bir endüstrinin parçası halinde var olabilir. ama bahislerden şikeye, endüstriyel futbolu yozlaştıran çok fazla şey var.

diğer yandan türkiye’de futbol, özellikle son yıllarda –şu malum klişeyi un ufak ederek- politikleşmenin bir aracı oldu. aynı yerde yaşamak dışında –ki o da her zaman geçerli değil- herhangi bir anlam ifade etmeyen aidiyet, bir tür kardeşlik, arkadaşlık duygusu, zaten çok eğlenceli bir yer olan tribünü daha da cazip kılıyor; hele de son yıllarda, erillikten arındırılmaya çalışılan haliyle. insanın derdini tasasını "unutmaya", birkaç saatliğine bile olsa geride bırakmaya çalıştığı; küfretmek, avaz avaz bağırmak, zıplamak, çok yüksek sesle şarkı söylemek gibi, başka bir yerde yapamayacağı şeyleri yapabildiği ve aslında kendi hayatını hiç etkilemeyecek bir şeye sevinmek üzere gittiği yer tribün.

işte tam bu yüzden oradaki pankart çok önemli. sadece o görüşte insanların katıldığı ve seçilen güzergâhlar itibarıyla genellikle başka kimsenin görmediği mitinglerdekilerden daha etkili mesela. git gide daha az ilgi gören basın açıklamalarındakilerden de. tribün, düşüncelerinin farklı olması ihtimalini hesaba katmadan birbirini seven ve kulak vermeye yatkın insanların bir araya geldiği bir alan. tribündeki pankart, siyaseti kendine mahsus kamusal alanından çıkartıp yaşam alanlarına sokuyor.

ve sosyal medyadaki katil müsveddelerine bakmayın, nuriye ve semih, fikrilerine katılanlardan çok daha fazla insanın desteklediği, sempati duyduğu, kalpten sevdiği kişiler. o yüzden o pankart beleştepe tribününe çok yakıştı. tıpkı sahaya kelebek atmanın 10 ekim’de ölenler için yapılan saygı duruşunda ıslık çalıp yuh çeken konyaspor tribününe yakışması gibi.

"nuriye ve semih yaşasın" pankartını açan 17 taraftar hakkında yakalama emri çıkartıldı, bunlardan onu tutuklandı. bir kaç hafta önce, nuriye ve semih’in avukatlarından ve son yılların en parlak ve etkili hatiplerinden olan selçuk kozağaçlı, seslerinin duyulduğuna inandıklarında eylemi bırakabileceklerini söylemişti. (kozağaçlı’nın mayıs ayında, henüz nuriye ve semih tutuklanmamışken, yüksel’de yaptığı muhteşem konuşmada, "nuriye gülmen ve semih özakça kendi özgür iradeleriyle seslerini duyurmak için açlık grevi yapmaya başladılar, canları ne zaman isterse o zaman bırakırlar, bıraktıkları gün davul zurna çalarız, ve onlara deriz ki 'hepimizin tarihine geçtiniz, onurunuzla, ısrarınızla, bize yol göstererek hepimizin tarihine geçtiniz,'" dediğini de hatırlatayım.)

tribün nuriye ve semih’in sesini duydu, onları eylemi bırakmaya ikna etmek isteyenler başta olmak üzere, özellikle meslek örgütlerinin –bu sesi tribünden önce duymuş olması gereken hepimizin- bu sesi duymamız, duyurmamız gerekiyor. yoksa taraftar gruplarının gördüğü ilgiye hayıflanacak ya da şaşıracak halimiz kalır mı?

futbol ayşe düzkan beşiktaş Nuriye Gülmen Semih Özakça