ayşe düzkan
türkiye dünyaya ne diyor?
bir hatırlatmayla başlamak istiyorum. derin bir yoksullaşma sürecini, kitlelerin umursamazlığından, bilinçsizliğinden ve cehaletinden yararlanarak, ekonomik de dahil olmak üzere, çeşitli baskı politikalarıyla yürütmeye çalışan otoriter siyasi figürler, türkiye’de sanıldığından daha yaygın; suriye’nin kaderiyle oynayan, oynayabilen neredeyse tüm ülkelerin durumu böyle. al trump’ı vur putin’e, vur suudi hayranı macron’a… bu güçlerin, emperyal niyetleri sebebiyle, zaman zaman ya da sürekli karşı karşıya gelmeleri bu durumu değiştirmiyor. bunu bir kenara yazıp birkaç soruyla devam edelim.
diyelim ki, abd, britanya ve fransa, ortak bir saldırıyla vurdukları kimyasal silah üretilen tesislerin yerini, elleriyle koymuşcasına biliyorlardı, diyelim ki buralarda üretilen kimyasal silahlar suriye devleti tarafından kullanıldı. bu tesisleri vurmak için neden bir "saldırı" yapılmasını beklediler? diyelim ki "insani" amaçlarla hareket ediyorlar, böyle bir saldırıyı neden önceden engellemediler?
ben de, esad yönetiminin, o aşamada kimyasal silah kullanması ihtimalini mantıklı, gösterilen kanıtları inanılır bulmayanlardanım; kanıtların "üretilme" sürecine dair görüntüleri, "beyaz baretliler"le ilgili önceki bilgileri de dikkate alarak son derece gerçekçi buluyorum. fakat konunun merkezinde bunun olmadığı aşikâr çünkü zaten bunun kanıtlanması için gereken araştırmaların hiçbiri yapılmadı. ama yine de sorularla devam edelim.
türkiye’de araplara karşı abd, fransa ve britanya’nın hep haklı çünkü "medeni" olduğuna inanan, medeniyetten batıyı anlayan, küçük de olsa batıcı bir topluluk var muhakkak ki. fakat miraç kandilinde müslüman ağırlıklı bir ülkenin saldırıya uğraması müslümanları neden ve nasıl memnun edebiliyor?
abd, fransa ve britanya’nın saldırısı konusunda israil ile aynı tarafta durmak neden birçok islamcıyı ve sağcıyı hiç rahatsız etmiyor?
atılan füzeleri yetersiz bulan bülent yıldırım’ın başında olduğu insani yardım vakfı’nın suriye’ye taşıyıp durduğu şeylerin insanı yardım olduğuna inanmak mümkün mü?
tabii daha önemlisi şu; türkiye, akp dış politikasının mimarlarından ahmet davutoğlu’nun "oynak merkez" olarak tanımladığı politikayı yürütülebilecek mi? yani bu noktada, nato’nun tam destek verdiği bu operasyonla ilgili memnuniyet belirtildikten sonra rusya ile ilişkiler devam edebilir mi?
uluslararası alanda işine geldiği gibi, istediği gibi hareket edebilmek meşru ve haklı değil tabii ama her halükârda ancak büyük güçlerin işi; ancak ekonomisi güçlü, askeri gücü büyük olan ülkelerin yanına kalabilecek bir suç. türkiye ise böyle bir ülke değil ve ne kadar cüretkâr, acımasız ve mahir biçimde yapılırsa yapılsın, manevralarla sağlanacak bir şey değil bu.
suriye, atılan füzelerin çoğunun imha edildiğini ve vurulan noktaların boşaltılmış depolar olduğunu açıkladı. "atılanların çoğu" ifadesi gerçeği yansıtmayabilir ama epeyce füzenin imha edilmiş olması gerçekçi görülüyor.
bu saldırı, suriye’nin askeri gücüne ciddi bir zarar vermediğine göre, esas amacının "uyarı" olduğunu düşünmek makul bence. şam sokaklarını dolduran, suriye, rusya ve iran bayrakları taşıyan kalabalık bu uyarının suriye halkı için bir anlam taşımadığının ispatı. beşar esad’ı, saldırının sabahında, tek başına, sakin biçimde bürosuna giderken gösteren –tabii ki propaganda amaçlı- video, onun da sükûnetini koruduğunu gösteriyor. yıllardır iç savaşın yaktığı suriye halkının, savaş yorgunu olduğunu ve ama kolay kolay yıldırılamayacağını, ancak çözüme bu kadar yaklaşmışken gerçekleşen bu saldırının sorumlularını affetmeyeceğini tahmin etmek için "ortadoğu uzmanı" olmaya gerek yok.
yaşanan bir savaş değil, savaşın parçası da değil; kimyasal silahlar kullanıldıysa bile, bu emperyalist güçlerin saldırısı. çünkü bu tür saldırılarda tabii ki siviller zarar görür, yöneticiler değil. ve bu saldırının, suriye’yi kimin yöneteceğine, iyi kötü, demokratik mekanizmalarla suriye halkının karar verebilmesi sürecini geciktirdiği de çok açık. nitekim saldırı, sadece suriye’de değil, birçok ülkede, filistin’de ramallah’ta, britanya’da, abd’de, fransa’da protestolarla karşılandı.
peki ya türkiye’de ne olacak? türkiye’den dünyaya bu konuda sadece memnuniyet duyanların sesi mi ulaşacak? saldırıya gerçekleştiren ülkelerin konsolosluklarının önü boş mu kalacak? bir siyah çelenk bile onlara çok mu görülecek? bence bu, en az istanbul’da, 1 mayıs’ı nerede kutlayacağımız kadar önemli bir tartışma. ne dersiniz?