Nazım Alpman
Türkiye Er Eğitim Alayı
Askerliğini yapmış olanlar bilirler. En zorlu olan yanı "acemi birliği" diye adlandırılan er eğitim alaylarıdır.
En baştan şunu da belirtelim ki, acemi birliğinden kurtulup da kendini cephede bulanlara karşı bir haksızlık olmasın, kastettiğim koşullar savaşın olmadığı barış dönemlerini kapsıyor.
Er eğitim alayları sabah 08.00 ile akşam 17.00 arası subayların denetimindedirler. Akşamdan itibaren gece boyunca ve sabah gün doğana, subaylar göreve gelene kadar "çavuşlar cehennemi" görünümü arz ederler.
Sadece çavuşların boruları öter!
Çavuşlar görece diğer askerlerden biraz daha ağır eğitim süreci geçirirler. İki kez acemilik yaşarlar. Dört aylık acemilik bitip de kollarına birer "pırpır" takıp onbaşı olduklarında çekecekleri "acemi" çileleri bitmez. Dört ay da Çavuş Talimgah Taburlarında alçak sürünme yaparak burunları sürtülür.
Böylece çavuşluğa daha zalim bir güzergahtan geçerek gelirler.
Çektikleri bütün çilelerin acısını da ellerine gelen acemi erlerden çıkarmayı "vatan görevi" olarak benimserler.
Köyde "muhtar" ne ise er eğitim alaylarında da çavuş odur.
General torpilin olacağına çavuş hemşeri sahibi olmak daha fiyakalıdır.
İyi hatırlıyorum bir general, er olarak askerliğini yapacak olan yeğenini makam otomobiliyle benim de bulunduğum er eğitim alayının komutanına emanet etmişti. Albay, çocuğu tabur komutanını çağırıp, ona teslim etti. O da bölük komutanına, bölük komutanı, yedek subay asteğmene, o da nöbetçi çavuşuna "generalin yeğenidir ona göre" diyerek teslim etti.
General çıktı, arkasından albay aracına bindi gitti. Tabur ve bölük komutanları ciplerine bindiler. Asteğmen de servise oturdu. Hep birlikte alaydan çıktıklarında saat 17.30 olmuştu.
Generalin yeğeni olan çocuk ilk gecesini alayın mutfağında patates soyarak geçirdi!
Bu iyi olanıydı. Daha kötüsü de vardı. Hela temizliği, bulaşık kapları yıkamak da çavuşların kötülük mönüsü içinde yer alırdı.
Çavuşlar genel olarak "kro" gibi davranmayı tercih ederler. Bazıları gibi değil doğrudan öyle olduklarını göstermek için varını yoğunu ortaya koyarlar.
Er eğitim alayının esas hakimleri çavuşlardır.
Karşılarına gelenlerin tümünü kendileri gibi zannedip öyle davranırlar.
Sözlerine "ulan" diye başlayıp, okkalı bir küfürle bitirirler.
Üniversite tahsillerine ara verip, askerliği aradan çıkaranları, diploma sahibi olmaya ant içirenler de çavuşlardır.
Tabii bu koşullar 1970'lerin ilk yarısı bakımından ölçü olabilir. Bu satırların yazarının deneyimiyle sınırlıdır. Ancak sürenin iki yıla yakın olması da dikkate alınmalıdır.
Sivil hayatlarından bir anda böylesi çavuş cehennemlerine düşenlerin yaşadıkları "şok" ile ülkenin son yılları paralellik arz ediyor.
Ülkenin "esas sahipleri" pozisyonlarında bulunan generallerden çok çekmiş olanlar, "balyoz"larla onların indirilmesine pek ses etmediler.
Generallerin tasfiyesi, er eğitim alayında subayların birlikten ayrılmaları havası yarattı. Meydan da çavuşlara kaldı.
Çavuş standartları davranış bilimleri her aşamada göz çıkartıyor.
Er eğitim alayında gece ipten kazıktan kurtulmuş çavuşların saltanatı nasıl bir keyfilik içinde hüküm sürüyorsa, ülkede de benzeri düşük nitelikli davranışların haddi hesabı olamıyor.
Mesela ne yapılıyor?
Taksim'de 1 Mayıs kutlaması yasaklanıyor.
Oysa 2010'de "Emek ve Dayanışma Bayramı" ilan edenler de şimdi yasaklayanlar da aynı siyasi klik.
Keyfiyet en üst düzeyde... Demokrasilerde en kutsal şey olan sandık güvenliği delik deşik edildi. Her yandan itirazlar yükseliyor. Ama hiç oralı değiller. Çünkü hava karardı, gece oldu.
Generallerin zulmünden bitap düşenler haliyle isyan ediyorlar. Bu kadar da olmaz diyorlar.
1 Mayıs 2017'de işçilerin taşıdığı, içinde "diktatörlüğe ve hırsızlığa" karşı mücadele edeceklerini belirten pankarttan bu iki kelime polis marifetiyle kesildi.
Bu polisler kimi, nasıl koruduklarını düşünüyorlar acaba?
Bu kadar düşük standartlar yaşama dahil edilmesine bakanlar, ülkeyi yazının başlığına benzetebilirler:
-Türkiye Er Eğitim Alayı!..