“Türkiye'de Değişimin Anahtarı, Ulusal Güvenlikte Saklıdır”

Yerli ve milli” ya da “ülkenin bekası” veya “ulusal güvenlik” kavramları etrafındaki salçalı hamaset yemeği AB reformları söz konusu olunca hemen ateşe kondu.

Basın Tarihi’nde günümüzün yirmi yıl gerisinden gelerek aheste beste ilerliyoruz. Bazen güncele zıplıyoruz, bazen yirmi yıldan da geriye gidiyoruz.

Ancak geçen hafta da vurguladığım gibi hangi tarihe gidersek gidelim sanki hep “aynı günün” içinde yaşıyoruz.

***

Aynı günün içinde yaşarken bazen umudun ışıklarının yandığı da oluyor… Ama hüzne geri dönüyoruz.

Bir yandan CHP’nin “Vizyon Belgesi”nde hızla AB reformlarına dönüleceğinin ve “yargı dosyasının” öncelikle açılacağının ifade edilmesi, diğer yandan siyasal iktidarın “ulusal güvenlik” kavramının iliğini kemiğini sömürmesi, beni ister istemez 2001 ve 2002 yıllarında yaşanan “AB Üyeliği” konusundaki cephe savaşlarına geri götürdü.

“Ulusal güvenlik” kavramı o zaman da her türlü ilerlemenin önüne heyula gibi dikilmişti.

***

Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinin dönüm noktası, 10-11 Aralık 1999 tarihinde yapılan Helsinki Zirvesi oldu.

Bu zirvede Türkiye'nin adaylığı kabul edilmiş ve diğer ülkeler ile eşit konumda olacağı açıklanmıştı.

Helsinki Zirvesi'nde, diğer aday ülkelerde olduğu gibi Türkiye için de Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlanmasına karar verildi.

8 Kasım 2000 tarihinde Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan “Türkiye için Katılım Ortaklığı Belgesi” (KOB) açıklandı.

Katılım Ortaklığı Belgesinin ardından hükümet tarafından hazırlanan “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesi ile İlgili Ulusal Program”, Milli Güvenlik Kurulu’nda da görüşüldükten sonra 19 Mart 2001 tarihinde kamuoyuna sunuldu.

Demokratikleşme ve insan hakları konusunda 2001 yılında yapılan tartışmaların temelini haliyle Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan “Türkiye için Katılım Ortaklığı Belgesi” (KOB) oluşturdu.

KOB’un açıklanmasının ardından gelişen tartışmalar ağırlıklı olarak siyasi kriterler çerçevesinde gelişti.

***

Türkiye Ulusal Programı’nın kısa ve orta vadeli önlemler paketinde yer alan anayasa değişiklikleri için TBMM’de grubu bulunan siyasi partilerden ikişer temsilcinin görev aldığı Partilerarası Uzlaşma Komisyonu bünyesinde oluşturulan Alt Komisyon, çalışmalarını Mayıs ayında tamamlayarak Uzlaşma Komisyonu’na Anayasanın 51. maddesinde değişiklik yapılması konusundaki önerilerini iletti.

TBMM Partilerarası Uzlaşma Komisyonu, alt komisyonun önerdiği 51 maddelik değişikliği 37 maddeye düşürdü.

Milli Güvenlik Kurulu’nun Haziran ayı olağan toplantısının ağırlıklı gündem maddesini, üzerinde anlaşmaya varılan 37 maddelik Anayasa değişikliği paketi oluşturdu.

Kurulun askeri kanadının konu hakkındaki görüşleri konusunda Başbakan Ecevit, “Anayasa değişikliği konusunda yararlı görüşmeler oldu. Yakından ilgileniyorlar. Görüşlerini söylediler. Genel olarak destek var. Zaten biz de ilgili tüm toplum kesimleri görüşlerini söylesin istiyoruz. Hükümet üyelerinin de tam olarak maddeleri incelemesi gerekir,” dedi.

Uzlaşma Komisyonu’nun kabul ettiği 37 maddelik değişiklik paketi, hükümeti oluşturan koalisyon parti başkanları ile birlikte 288 milletvekili tarafından imzalanan bir teklif haline getirilerek 6 Eylül 2001 tarihinde TBMM Başkanlığına sunuldu.

***

“Yerli ve milli” ya da “ülkenin bekası” veya “ulusal güvenlik” kavramları etrafındaki salçalı hamaset yemeği AB reformları söz konusu olunca hemen ateşe kondu.

Statükocuların tek derdi vardı: “Ülkeye demokrasi gelmesin”…

Kürtçe yayın ve eğitim, savunma harcamalarında şeffaflık, asker sayısının ve askerlik süresinin azaltılması, KİT’lerin özelleştirilmesi, Anayasa ve demokratikleşme konularında gerek ulusal programın hazırlanmasına gerekse Anayasa değişiklikleri çalışmalarına MGK tarafından ulusal güvenlik gerekçesiyle yapılan engellemeler, ANAP ile askeri kanat arasında gerilime yol açtı.

“Tutucular koalisyonuna” karşı en sarsıcı ve unutulmaz çıkışlar, dönemin ANAP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz’dan geldi.

4 Ağustos günü Mesut Yılmaz, partisinin 7. Olağan Büyük Kongresi’nde yaptığı konuşmada “ulusal güvenlik kavramının yerli yersiz her meselede ortaya çıkarıldığını” ifade ederek, şöyle dedi:

“Ulusal güvenlik kavramı, devletimizin geleceğini sağlamlaştırıcı her adımın engelleyicisi konumuna getirilmiştir... Devletin bekasını sağlayacak bir kavramı, devletin can damarlarını keser hale getirmeyi dünya üzerinde yalnız Türkiye becerebilirdi... Türkiye'de değişimin anahtarı, ulusal güvenlik kavramında saklıdır.

Ulusal güvenlik gerekçesiyle devletimizin bekasını sağlamlaştıracak, milletimizi rahat ve huzura erdirecek adımlar atılması adeta imkansızlaştırılmaktadır.

Türkiye, eğer bir adım ileriye gitmek istiyorsa bu sendromdan kurtulmalıdır...

Ulusal güvenlik kavramının muhtevası ve gerekleri, kamuoyunun tartışmasına açılmalıdır...”

***

Mesut Yılmaz’ın o günkü konuşması ne yazık ki 20 yıl geride değil, bugünkü siyasal iktidarın yarattığı Türkiye’nin 20 yıl ilerisinde…

Geçen haftaki “bitmeyen gün” başlıklı yazı nasıl bitiyordu:

“20 yıl öncesinden söz ediyoruz ama bugünden söz eder gibiyiz… Zaman geçiyor, insanlar ölüyor, iktidarlar değişiyor, dünya başka yerlere gidiyor ama biz hep aynı sefaleti yaşıyoruz. Nasıl sıkıştıysak bu hiç değişmeyen ‘uğursuz gün’ün içine, bir türlü kurtulamıyoruz. Yüz yıl önceyi de anlatsak, 20 yıl önceyi de anlatsak, bugünü de anlatsak hep aynı korkunç hikâyeyi anlatıyoruz.”

Bu hikâyenin devamını anlatmayı sürdüreceğiz…


Mehmet Altan: İlk imzası 15 yaşında yayınlandı.20 yıl Sabah,6 yılda Star gazetelerinde baş yazarlık ve yazarlık, televizyon programcılığı ve yorumculuk yaptı. 30 yıl boyunca İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yaptı.1993 yılından beri profesör. Yayınlanmış 40 civarında kitabı var.15 Temmuz sonrası Anayasa'nın 19.,26. ve 28. maddeleri yok sayılarak tutuklandı.21 ay cezaevinde kaldı. AYM,AİHM ve Yargıtay kararları ile hak ihlaline uğradığı saptandı. 29 Ekim 2016 tarihinden beri KHK'lı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Altan Arşivi