Alp Altınörs
Üçüncü Balkan Savaşı tehlikesi
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ederek başlattığı savaş, 6. ayında. Dünya tarihinde önemli bir kırılma yaratan bu savaş, bir dizi başka savaşında kapısını araladı. Daha tam bir ifadeyle, son büyük savaşın (Soğuk Savaş) ardından yapılmış paylaşımı tartışmaya açarak, bir yeniden paylaşım mücadelesi başlattı. Kapitalizm’de hele de günümüzün tekelci kapitalizminde, yeniden paylaşım, ancak savaş yoluyla mümkün olabilir.
Rusya, bu 6 ayda, başlangıçtaki, Ukrayna’yı tümden yutma hedefini bir kenara bırakmak durumunda kaldı; savaşın hedefini Ukrayna’nın Rus nüfusu yoğunluklu bölgeleriyle, özellikle de Donetks ve Luhansk eyaletleriyle sınırladı. Ukrayna sadece başkenti Kiev’i korumayı başarmakla kalmadı, müstakil bir ülke olarak Ukrayna’nın varlığını da güvenceye almayı başardı. Savaşın ilk günlerinde bu, pek kimsenin beklemediği bir gelişmeydi (hele de ekranları istila eden, elinde işaret çubuğuyla harita başlarında yorum yapan emekli subayların ve ‘muvazzaf’ akademisyenlerin).
Ne var ki, Rusya da Ukrayna’nın NATO üyeliğini uzun vadeli olarak engelledi hem de Ukrayna’dan hatırı sayılır bir parçayı koparmayı başardı. Sadece Luhansk eyaletini ve Donetsk eyaletinin geniş bir kesimini değil, liman kenti Herson’u, Melitopol’ü, Zaporojye ilinin belli kısımlarını da işgal etti. Kiev’in Doğu Ukrayna’yı en azından kısa vadede geri alamayacağı netleşti ama Herson bölgesinde kimi karşı hücumları gözleniyor. Diğer yandan Rusya’nın birinci sınıf bir askeri güç olmadığı da savaş meydanındaki ağır kayıplarıyla tescillendi.
Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte, 1991-92 yılarında gerçekleşen "Sovyet sonrası" paylaşım da tartışmaya açılmış oldu. (Aslında bu süreç Azerbaycan-Ermenistan savaşı ile başlamıştı.) Şimdi sıcak noktalara hızlıca bir göz atalım.
Rusya, Ukrayna’daki savaşın ikinci aşamasının hedefleri arasında Moldova’nın doğusundaki Transdinyester bölgesine kara bağlantısı sağlamayı da saymıştı. Odessa Ukrayna’nın elinde kaldığı sürece bu mümkün değil. Ama bu hedefin ilan edilmesi dahi, Kişinev’deki merkezi idare ile Transdinyester Sosyalist Cumhuriyeti arasındaki ilişkilerin gerilmesine yetti. Ama diğer yandan, Romanya’nın da Moldova’yı yutma hedefini artık gizlemediğini de belirtmek gerekir. Geçmişte Besarebya adını taşıyan bu bölge 2. Dünya Savaşı’nın ardından Sovyetler Birliği’nce ilhak edilmiş ve Moldova Sosyalist Cumhuriyeti’ne dönüştürülmüştü. Rumence konuşan Moldova’yı yutmak özellikle son yıllarda iktisaden güçlenen Romanya’nın hedeflerinden birisini oluşturuyor.
Yugoslavya’nın parçalanması sürecinde kurulmuş kırılgan dengeler üzerinde yükselen Bosna-Hersek Cumhuriyeti ise varoluşsal bir kriz yaşıyor. Zira ülkedeki üç anayasal federal oluşumdan biri olan ‘Sırp Cumhuriyeti’, Mladiç liderliğinde bağımsızlık yönünde adımlar atıyor. Ayrı bir ordu oluşturmaya, Bosna-Hersek devletini her alanda bypass etmeye çalışıyor. Bunun Bosna’da yeni bir iç savaşın fitilini ateşleyebileceği çok açıktır. Zira Bosna-Hersek’teki Sırp oluşumu, toprakların %40’nın elinde bulunduruyor. Bu oluşumun ‘bağımsızlığı’, yani Sırbistan tarafından ilhakı Bosna-Hersek’in bağımsız bir ülke olarak varlığını tehlikeye düşürecektir. Böyle bir gelişme, Hırvatistan’ı da Bosna’nın bölgelerini Hırvatistan’la birleştirme yönünde harekete geçirebilir.
Karadağ’da ise, Sırp Ortodoks Kilisesi’yle imzaladığı anlaşma sonucunda ülkeyi bir tür Sırbistan boyunduruğuna sokan Başbakan Abazoviç hükümeti, tepkiler üzerine devrildi. Karadağ Ortodoks Kilisesi Patriği Mihailo, bu anlaşmanın ardından "Karadağ diye bir ülkenin varlığında bahsedilmeyeceğini" söyledi. Ona göre, "Karadağ artık bir Sırp bölgesi, Karadağlılar da artık Sırp olmuştur. Yani artık öyle bir ülke yok. Bu Bosna-Hersek’teki Sırp Cumhuriyeti’nden de daha kötü. Bunun yürürlüğe konulmasının, Balkanlar’da sakinleşmesi çok zor bir durum yaratacağından emin olabilirsiniz" (BirGün, 21.08.2022) Her ne kadar Karadağ nüfusunun %29’unu Sırplar oluştursa da, ülke nüfusunun geniş kesimleri Avrupa Birliği’ne katılmak ve Sırbistan’dan uzaklaşmak istiyor.
Gelelim Kosova’ya… Kosova her ne kadar NATO desteğiyle Sırbistan’dan bağımsızlığını kazanmış olsa da, Sırbistan bunu tanımıyor. Kosova’da yaşayan Sırp nüfusu da aynı şekilde bunu tanımıyor ve kendilerini Sırbistan yurttaşı olarak görüyorlar. Kosova hükümetinin Sırpları da kapsayacak şekilde herkese Kosova plakası ve Kosova pasaportu alma zorunluluğu getirmesi, Ağustos başında Mitrovica bölgesinde Sırpların ayaklanmasına sebep olmuştu. Eylül başında aynı uygulama bu kez NATO desteğiyle yeniden yürürlüğe konulacaktı. Sırbistan lideri Vucic, Kosovalı Sırpların bu uygulamayı kabul etmeyeceğini ilan etmişti.
Belki bu kargaşada, Kosova’nın en azından Sırp nüfuslu kuzey kesimlerinde yeniden egemenliği ele geçirmeyi umuyor olabilir. Diğer yandan, Arnavutluk’un da Kosova’yı yutarak, Büyük Arnavutluk’u kurma hayallerini 20 yıldır beslediğini biliyoruz. Bu anlaşmazlık geçici olarak çözülmüş olsa da sorunun temeli yerinde duruyor.
Sırbistan kuşkusuz, onu bir türlü kabul etmeyen Avrupa Birliği’ne girerek, eski Yugoslavya toprakları üzerindeki hegemonyasını daha barışçıl yöntemlerle tesis etmeyi tercih ederdi. Ancak Avrupa Birliği’ne kısa vadede üye yapılması pek mümkün görünmüyor. Böyle olunca, Sırp lider Vucic de en azından Sırp nüfusunun hakimiyetindeki bölgeleri geri kazanma politikasını izliyor. Rusya, Romanya, Arnavutluk ve Sırbistan’ın birbiriyle çatışan yayılmacı politikaları, ABD’nin Rusya ve Sırbistan karşısındaki güçlere verdiği aktif destekle birlikte, Balkan bölgesinde savaş ihtimalini yeniden doğuruyor. Balkanlar’da başlayacak bir savaşın ise Büyük Güçler’in müdahalelerini davet etmesi kaçınılmaz görünüyor.