Gün Zileli
“Ulusların kaderlerinin karartılması” hakkı!
Dünyanın son 120 yılı “Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı” söylemi ile başlayıp “Ulusların Kaderlerinin karartılması” fiiliyatıyla devam etti, bugüne kadar.
Aslında “ulusların kaderlerinin karartılması” Napolyon’un Rusya’ya kadar uzanan fetih savaşlarıyla başlamıştı ama 20. ve 21. yüzyıllar, “ulusların kaderlerini karartılması”nın daha hazin örnekleriyle belirlendi.
HALKLARA KARŞI DÂHİLİ HARP
Nevzat Onaran, Devletin Dâhili Harbi (Kor, 2021) kitabında bunu, Osmanlı İmparatorluğu-Türkiye Cumhuriyeti topraklarında, Ermeni-Süryani, Koçgiri, Pontos, Trakya Musevileri ve Dersim örneklerinden hareketle, belgelere dayanarak etraflı bir şekilde ortaya koyuyor. Ve bütün örneklerde görüyoruz ki, “tabi uluslar”, İmparatorluk devletinin, sonrasında da Türkiye Cumhuriyeti’nin titizlikle düzenlenmiş yönergeleri çerçevesinde zorla haklarından yoksun bırakılmışlardır. Bu hak, her şeyden önce mal-can güvenliği ve topraklarında yaşama hakkıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nda, özellikle İttihat Terakki iktidarı zamanında, önce Ermeniler ve Süryaniler mal ve canlarından edilerek sürgüne ve soykırıma uğratılmış; yeni Türk devleti döneminde Pontos Rumları silah zoruyla ezilmiş ve yok edilmiş; ardından Koçgiri Kızılbaş Kürtleri ve Dersim Alevi-Kızılbaşları topraklarından koparılıp canlarından edilmiştir. Bunlara elbette, Şeyh Sait Kürt isyanının silah zoruyla ezilmesinden sonraki Takrir-i sükûn döneminin baskıcı ortamı da eklenmeli.
Bir ulusun kaderini çiğnemek için yapılması gerekenin o ulusun topraklarından sökülüp atılması olduğu bütün devletlerin genetik hafızasında yazılıdır. Bütün modern, egemen ulus-devletler bu genetik hafızanın yönlendirmesiyle oluşmuşlardır.
YAHUDİLERE KARŞI HOLOKOST
Bu genetik hafızanın en korkunç uygulamalarından biri de, II. Dünya Savaşı ve sırasındaki, Yahudilere karşı Nazi soykırımıdır. Holokost adı verilen bu soykırımda sadece toplama kamplarındaki gaz odalarında öldürülen Yahudilerin sayısı 6 milyon olarak tahmin edilmektedir. Hitler’in öncelikli amacı, Yahudileri yaşadıkları topraklardan kopartmak, sürmek ve olabildiği ölçüde canlarından da etmekti.
“İÇ” HALKLARA KARŞI ÖLÜM TEHCİRİ
II. Dünya Savaşı yıllarında ve hemen sonrasında bir büyük “halklar sürgünü” de Kafkasya ve Orta Asya’daki Sovyetler Birliği topraklarında yaşandı. Dubare Kumpanya’da sahneye konan, Zınar Ataman’ın yazıp oynadığı Kûçikê Stalîn (Stalin’in Köpeği) adlı Kürtçe oyun bu “yerinden etme” yoluyla sürgünleri, Ermenistan Kürtlerinin Kırgızistan’a sürgünü bağlamında çok güzel anlatıyor. Bu sürgün, savaşın hemen öncesinde, 1937 yılında olmuş, sonrasında da devam etmiş. Hep aynı hikâye. Hayvan vagonlarına sıkış tepiş, aç biilaç, yiyeceksiz, susuz, çoluk çocuk doldurulan insanlar; nereye gönderildiklerini bile bilmeyen sürgün edilenlerin neredeyse yarısının yollarda ölmesi, kokan ölüler, vb vb… Bu “göç olmayan zorla sürgün”ler, savaşın bitiminde, “Nazi işbirlikçisi” iftirasıyla, başta Kırım Tatarları olmak üzere neredeyse bütün Türkî halklara da uygulandı.
“Kırım Tatarları nakliye araçları ile istasyonlara taşınmış ve burada kendilerini bekleyen vagonlara tıka basa doldurularak kapıları sıkı sıkıya kapatılmıştı. Hayvan ve yük taşımada kullanılan bu vagonlarla daha önce de Çeçen ve İnguşlar sürgüne gönderilmişlerdi… Yol boyunca birçok insan hastalanmış, özellikle yaşlılar ve çocuklar açlığa, susuzluğa, vagonların havasızlığına dayanamayarak hayatını kaybetmişlerdi. Ölenler durulan ilk yerde vagonlardan indirilmiş ve defnedilmelerine müsaade edilmeden yol kenarlarına bırakılmıştı.” (Gün Zileli, Sovyetler Birliği’nde Devlet Terörü ve Gulaglar, Kaos, 2021, s. 217)
Amaç, halkları yersiz yurtsuz köleler haline getirmek, onların mezarları üzerinde “ilkel birikime” dayalı sanayi devletini inşa etmekti.
FİLİSTİN HALKINA KARŞI YOK ETME SAVAŞI
Ulusların kaderlerinin lağvedilmesinin en son örneğini yaşadığımız yıllarda İsrail devleti vermektedir. İsrail devleti tarafından 70 yıllık bir süreçte topraklarından sürülerek Gazze’ye sıkıştırılan Filistinliler bütün dünyanın gözleri önünde son bir ölüm kalım savaşı veriyor. İsrail devletinin amacının Filistin halkını sürmekle kısıtlı kalmayıp yok etmek olduğu açık. Neden? Çünkü zaten topraklarını gasp ettiği, sürgün ettiği bir halk yok edilmedikçe İsrail devleti rahat uyku uyuyamayacağını biliyor. Bu tür istilacı devletler için ezilen ve kırıma uğratılan halklardan daha tehlikelisi yoktur. Bunun için, “Hamas elemanları hastanelerin bodrumlarında saklanıyordu” bahanesiyle hastaneleri bombalayıp çoluk çocuk bir halkı katletmek de dâhil, İsrail devletini geri durmaya sevk edecek hiçbir saik olmadığı açıktır. ABD ise azıtmış İsrail devletinin cinayetlerinin baş destekçisidir. ABD, “dur artık” dese İsrail’in durmak zorunda kalacağına kuşku yoktur. ABD, bir yandan dünya kamuoyunda İsrail’in aşırı eylemlerini pek onaylamıyormuş rolüne girerken bir yandan da desteğini sürdürerek bir halkın katledilmesinin baş müsebbibi olduğunu ortaya koyuyor.
BEDAVA KAHRAMANLAR
İran gibi “Hamas destekçisi” devletlere gelecek olursak… İran o kadar “kabadayı” geçiniyor ama savaştan ödü kopuyor. Eh ne de olsa, kendi halkı üzerinde diktatörlük uygulayan, büyük zenginliklerin üstünde oturan bir mollalar devleti bu. Mollalar iktidarı, kırk yılı aşkın bir zamanda müşterekleri yağmalayarak palazlanmış, göbekleri iyice yağ bağlamış mollalar aristokrasisinin koruyucusu. Şimdi kim villalardaki rahat hayatını tehlikeye sokup savaşa girecek! En iyisi “kabadayı” rolünü sürdürerek, blöf yaparak bugünkü statükoyu korumak.
Ya bizdeki “kabadayı” özentisi bedava kahramanlara ne demeli?
Gün Zileli: Gün Zileli: 24 Ekim 1946, Ankara doğumlu. 1968 gençlik hareketinde yer aldı. 1990 yılında İngiltere’de sığınmacı oldu. 1992 yılında anarşizmi benimsedi. 2000’li yıllarda altı kitaptan oluşan otobiyografisini yazdı. Romanları, özellikle Sovyetler Birliği’ndeki Gulag kampları hakkında biyografik çevirileri var.