“Üst Sol” ile “Alt Sol” arasındaki ilişki

12 Mart öncesinde “alt sol”, “üst sol”un himayesinden yararlanarak özgücüyle orantılı olmayan hamlelere girişmiş, biraz da “şımararak” kendini devlet güçleriyle “düelloya” girecek ölçüde “dev aynasında” görmüş ve sonunda ağır bir yenilgiye uğramıştır.

Bu haftanın başında, Tele-1’de Ümit Zileli’nin programına davetliydim. Konu 12 Mart’tı. Tabii bununla kalınmadı, 12 Eylül’e kadar uzandık.

İKİMİZ DE TURGAY ZİLELİ’NİN “PALTOSUNDAN ÇIKTIK”

Ümit, ağabeyim Turgay Zileli’nin oğlu olur. Ağabeyimle benim aramda 13, Ümit’le benim aramda yine 13 yaş vardır. İkimizin de Turgay Zileli’nin “paltosundan çıktığımızı” söyleyebilirim. Ben, Turgay’ın put kırıcı, her şeyi alaya alan nihilist ilk-gençlik döneminin; Ümit ise, onun Atatürkçü orta yaş döneminin temsilcisi gibidir.

“Paltonun birer cebinden çıkmış” bu iki şahıs, Ümit’in inisiyatifi ve davetiyle nihayet yıllar sonra Tele-1’in programında bir araya gelebildi.

Bu yazıda, aşağı yukarı yarım saat süren programın, programda Ümit’in ve benim söylediklerimin, ardımdan aynı programa katılan Mustafa Balbay’ın uzunca beyanlarının bana düşündürdükleri üzerinde duracağım.

ALTI ÜSTÜ…

Başlıkta da zikrettiğim gibi, Türkiye solu (hatta belki dünya solu da) iki ana kesimden oluşur: “Üst sol” ve “alt sol”. “Üst sol” kavramıyla anlatmak istediğim, sol ve seküler eğilimli Atatürkçü, Cumhuriyetçi kesim, bu kesimin ana partisi konumunda olan CHP vb.’dir. “Alt sol” kavramıyla ise, CHP’den ve Atatürkçü-Cumhuriyetçilerden daha solda yer aldığını ve daha “militan” bir mücadele verdiğini ileri süren Marksist solu, irili ufaklı sol fraksiyonları, örgütleri kastediyorum. Daha ayrıksı bir duruşu olan anarşistler de solda, hatta kimi durumlarda solun da solunda yer alsalar da bence “alt sol”dan ayrı bir kategoride ele alınmalıdır.

Neden “üst” ve “alt” kavramlarını kullandım, önce onu açıklayayım. “Üst sol”, toplumsal konumu ve ilişkileri nedeniyle “alt sol”a göre daha üstte yer alır. Sistemin kurumlarıyla, orduyla, parlamentoyla, orta ve üst sınıflarla daha içli dışlıdır ve bu yüzden düzenin kurumlarını kullanmakta, bu kurumların olanaklarını değerlendirmekte daha üst konumdadır. “Alt sol”un da toplumun orta sınıflarıyla ilişkileri olmakla birlikte, “devrimci” ve “sistem karşıtı” söylemleri nedeniyle toplumun alt tabakalarında yer alan görece radikal kesimlere daha fazla hitap eden bir yönelim içindedir.

SİMBİYOTİK İLİŞKİ

Bu böyle olmakla birlikte, “üst sol” ile “alt sol” arasında simbiyotik bir ilişki vardır. “Üst sol”, “alt solun” radikal çıkışlarını himaye eder ve hatta zaman zaman bundan yararlanır ama “alt sol”un kendi himayesinden çıkıp bağımsızlaşmasından hoşlanmaz. “Alt sol” ise görece radikal çıkışlarına şemsiye olan “üst sol”un himayesinden yararlanmakla birlikte, tamamen onun dümen suyunda görünmek istemez.

Örnek verecek olursak, 12 Mart öncesinde “alt sol”, “üst sol”un himayesinden yararlanarak kendi özgücüyle orantılı olmayan hamlelere girişmiş, bu himayeden yararlanarak toplumsal mücadele alanında çapıyla mütenasip olmayacak ölçüde ses getirmiş, hatta yine bu himayenin sonucunda biraz da “şımararak” kendini devlet güçleriyle “düelloya” girecek ölçüde “dev aynasında” görmüş ve tabii sonunda ağır bir yenilgiye uğramıştır.

“ALT SOL”UN BAHANELERİ

Programın sonlarında ekrana giren Mustafa Balbay, radikal gençlerin “masumiyeti”ne ilişkin yine onların söylemlerinden bir örnek verdi. 1968 yılındaki Samsun Yürüyüşü sırasında biri, gençlere, “çocuklar, bu baskıları meclise de yansıtsanız nasıl olur” diye bir öneride bulunmuş. Bir radikal gencin buna yanıtı, “Meclis’te Çetin Altan’ın gözünü oyanlar, Meclis’e gitsek bize ne yapmazlar?” olmuş. Gencin söyledikleri, mantıklı bir öneriyi keskin bir tutumla savuşturma çabasının tipik örneğidir. O zamanki gençler kendilerini “meclisle falan” uğraşmayacak kadar “radikal” görmekteydiler ve alttan alta “ilerici” bir askerî darbe beklentisi içindeydiler. “Çetin Altan’ın gözünün oyulması” ise aslında umurlarında değildi. Nitekim, benim de içlerinde yer aldığım benzeri gençler, TİP Ankara il Kongresi’nde, farklı kaynakların da okunması gerektiğini ileri süren TİP Genel Başkanı Aybar’ı yuhalayarak (Yarılma, Lejand, 2024, s. 296) “gözünü oymaktan” beter etmemişler midir?

“HAKSIZLIĞA UĞRAYAN MASUM GENÇLER”!!!

“Üst sol” 12 Mart dönemi boyunca ve sonrasında “alt sol”a ilişkin himayesini sürdürdü. Aslına bakılacak olursa, sağda da buna benzer bir durum vardı. “Alt sağ” (ülkücüler), her zaman “Üst sağ”ın (AP) himayesinden yararlanmıştı. Demirel’in ünlü, “bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” sözü bu himayenin açıkça ortaya konmasıdır. 1970’li yıllarda sürüp 12 Eylül darbesiyle sonuçlanan şiddetli çatışma, “üst sol”la “üst sağ”ın himayesindeki “alt sol”la “alt sağ”ın savaşıydı aslında.

“Üst sol”un temsilcileri, radikal gençlerin sert çıkışlarını onaylamasa da genel “sol” ve “Atatürkçü” söylemle onları “sureti haktan” göstermeye gayret ederler. “Bu gençler”, düzenin ya da “kontra” örgütlerin kurbanıdırlar. Onlar bazı “aşırı” çıkışlarda bulunuyorsa bunun nedeni karşı tarafın bu gençlere karşı yasa dışı uygulamalarıdır. “Alt sol” bu söyleme pek karşı çıkmaz. “Haksızlığa uğrayan masum genç” rolünü o da sürdürür. Elbette “üst sol”a ilişkin pek de hayırhah olmayan düşüncelerini kendi saflarında alttan alta yaymaya devam ederek.

Özellikle yenilgi dönemlerinde, hâkim düzenin darbesini yemiş “alt sol” “üst sol”un himayesine iyice ihtiyaç duyar. “Üst sol”a, onun kendisini görmek istediği gibi göstermeye gayret eder. Ama biraz toparlanınca “üst sol”un ne “reformculuğu”nu bırakır ne de “düzen yanlılığı”nı.

MAKRO SİYASET VE MİKRO SİYASET

“Üst sol” her zaman makro siyasetle ilgilenir. Toplumun derinliklerindeki sınıf çatışmalarının görünmemesi için gayret gösterir. Böyle olduğu içindir ki, “alt sol” onun için makro düzeyde yardımcı bir güçtür. Bu yüzden “alt sol”un içindeki bazı irdeleyici unsurların sola ilişkin bazı “can sıkıcı” mikro sorunları gün ışığına çıkarmasından pek hoşlanmaz. Çünkü bu mikro sorunlar, onların makro siyasetlere dayanan genel söylemlerinin etkisini azaltır. Örneğin, genel bir “mağdur edilmiş gençler” tablosu çizerler ama bu gençlerin büyük yenilgilere yol açan çıkışlarının irdelenmesinden pek hoşlanmazlar. Diyelim ki, “alt sol” içinden birileri radikal solun çıkışlarındaki hatalara değindiği zaman, onlar bu konuyu kapatıp hemen karşı tarafın saldırganlığı vb. üzerinde dururlar.

Bunları söylerken, “üst sol” ile “alt sol”un ittifak yapmasına karşı olduğum sanılmasın. Bu gerekli ve hatta zorunlu bir ittifaktır (1930’ların İspanya’sında da Cumhuriyetçilerle sol –anarko-sendikalist CNT ve FAI; devrimci Marksizmin temsilcisi POUM ve İspanya Komünist Partisi –PCE- ittifak yapmıştı) ama bu ittifak, birincisi, “üst sol”un birçok sorunu yuvarlayan genel söylemlerinin içine hapsolmamalı; öte yandan, “alt sol”un kendi hatalarını ele alıp irdelemesini önlememelidir. “Üst sol” ideologlar, dikkat edin, bu tür sorunların irdelenmesine hiç ilgi göstermezler, hatta eleştiriler fazla ısrarcı olursa, “bırakın canım şimdi bu tür dar örgüt sorunlarını” diyerek oradan uzaklaşırlar.

Oysa solun gerçek ihtiyacı tam da budur. Yoksa “üst sol” bu sorunlar ciddi bir şekilde irdelenirse “alt sol”un kendi şemsiyesi altından çıkacağından mı endişe etmektedir?

Bir de “alt sol”da yer alan gençlerin bir kısmının orta yaşlara gelince “üst sol”a iltihak etmeleri vardır ama bu bir başka yazının konusu.

Gelecek yazıda, 12 Mart’ın “faşist bir darbe” mi, yoksa Ümit’in programında ileri sürdüğüm gibi, orijinal haliyle “reformcu bir muhtıra” mı olduğu konusunu ele alacağım.


Gün Zileli: 24 Ekim 1946, Ankara doğumlu. 1968 gençlik hareketinde yer aldı. 1990 yılında İngiltere’de sığınmacı oldu. 1992 yılında anarşizmi benimsedi. 2000’li yıllarda altı kitaptan oluşan otobiyografisini yazdı. Romanları, özellikle Sovyetler Birliği’ndeki Gulag kampları hakkında biyografik çevirileri var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gün Zileli Arşivi