Ragıp Duran
Virüs Yayma Cemiyeti
Yaşı müsait olanlar hatırlar, 60’ların 70’lerin Türkiye’sindeki en gerici, en saldırgan iki örgüt, Komünizmle Mücadele Derneği ile İlim Yayma Cemiyeti idi. Bugün iktidarda olan zihniyetin önderleri, ilk gençliklerinde bu teşkilatlarda yetişti. Pirleri Necip Fazıl Kısakürek’ti. Koyu milliyetçi ve dinciydiler. En büyük düşmanları, ülkenin bağımsızlığını, özgürlüğünü talep eden, demokrasi isteyen, Türkiye’nin çağdaş bir ülke olması için mücadele eden, okuyan, yazan, yeni siyasi, toplumsal yol ve yöntemler arayan gençlerdi. Solcular, Amerikan emperyalizmine ve Anadolu’da feodalizmin kalıntılarına karşı çıkarken, bu gericiler ABD’yi ve toprak ağalarını savunuyordu.
Aradan çok zaman geçti, bu akımın temel siyasi-ideolojik çizgisi ve uygulamaları, dürtüleri, eylem tarzı değişmedi. Üstelik işin vahimi, 60 yıl önce, sonuç olarak, önemli ve kitlesel bir desteği olmayan bu aşırı uç, bugün devleti, iktidarı ele geçirdi. Dolayısıyla çok daha tehlikeli hale geldi ve bütün topluma çok daha büyük zarar vermeye başladı.
Bir siyasetin kalitesi, başarısı, durgun sularda değil, kriz dönemlerinde ortaya çıkar. Bugünkü iktidar sadece son zamanlarda en az 6 büyük krizde fevkalade başarısız sınav verdi: 15 Temmuz, depremler, ekonominin yönetilmesi, Suriye, Libya ve nihayet Coronavirus felaketi.
Son krize odaklanalım:
10 Nisan Cuma akşamki sokağa çıkma yasağını sadece iki saat önce açıklayarak yarattıkları skandal, Virüs Yayma Cemiyeti payesini hak ettiklerini kanıtladı. Bunların hiçbir politikasına, hiçbir uygulamasına artık şaşırmamamız gerekirken, Saray'ın mı, Damadın mı yoksa Soylu’nun mu marifeti henüz bilinmiyor, bütün toplumu bir kez daha kontrpiyede bıraktı. Bilim insanları çıldırma noktasına geldi. Çünkü iktidar artık ne yapacağını bilemez halde. Müthiş panikteler. Uluslararası tecrübeler, kendi Bilim Kurulları, Diyanet, kamuoyu, bağımsız uzmanlar… her biri farklı tezler savunuyor, çelişkili önerilerde bulunuyor. Saray yalpalıyor, devlet içinde koordinasyon sıfıra yaklaşmış durumda. Çünkü devlet denen mekanizma artık tasfiye oldu. Bu durumda iktidar, beceriksizliğini ve çaresizliğini gizlemek istiyor, o zaman tabi daha da kötü, anlaşılamaz, savunulamaz bir konuma düşüyor. Sadece son bir hafta içinde, resmi yetkililerin değişik açıklamalarını üst üste koyun, ortaya devasa bir çelişkiler buketi çıkıyor. Hem kendi içinde çelişkili hem de gerçeklerle uyuşmayan zıt demeçler:
+ Cuma akşamına kadar sokağa çıkma yasağı, FETÖ ve PKK’nin isteği idi.
+ Tedavi olan hasta sayısı artıyordu, sabredersek yakında düzlüğe çıkacaktık, ama bu arada biner yataklı iki yeni hastane inşa edileceği açıklandı. 45 günde!
+ Wuhan deneyi bu tür büyük hastanelerin işlevsiz olduğunu kanıtladı. Çünkü yeterli sağlık kadrosu ve ekipman yoksa büyük hastane açmak zarar bile veriyor. Çünkü bu devasa sağlık kurumları virüsün merkezi haline geliyor. Çözüm, küçük yerel sahra hastaneleri. Ama yandaş müteahhitleri zengin etme uğruna yine yanlış hatta ölümcül kararlar alıyorlar.
+ Boş vaatlerle salgının yakında biteceğini iddia eden şahsım, Türkiye’nin dünyada en çok yoğun bakım yatağına sahip olduğunu açıkladı ki, OECD istatistikleri bunu yalanlıyor. Ayrıca madem salgın yakında bitecek, yoğun bakım yatağı reklamı yapmanın anlamı ne ola ki?
+ Dikkat ederseniz, ilk başlardaki "sabır+dua" çözümü yavaş yavaş tedavülden kaldırılıyor. Tıpkı, dut pekmezi, kelle paça, sarımsak, kolonya formülleri gibi. Ne var ki bu ilk propaganda döneminde ciddi tedbir alınmadığı için, resmi rakamlara göre bile, yüzlerce yurttaş hastalandı, onlarca insan öldü. Bu ölümlerin hesabını verecek siyasi bir makam, bir yetkili yok mu?
+ Türkiye’de kriz yönetiminin bir sorumlusu var mı? Sağlık Bakanı ünvanlı bir kişi var ama ona "Ölüm Sayacı" adını taktılar. Görevi tahrif edilmiş rakamları açıklamaktan ibaret. Saray’ın bu şahsı kaale bile almadığını kanıtlayan son örnek, sokağa çıkma yasağını Fırıncılar Derneği Başkanına bildirip Bakan Bey’e bildirmemiş olmaları. Buna rağmen hâlâ istifa gibi onurlu bir davranış benimseyemedi. Azile kadar yolu var.
+ Türkiye, dünya kamuoyunda, otoriter rejimiyle dikkat çekerken, iki konuda daha kayıtlara geçti: Yerkürede sadece iki gün, o da hafta sonu, sokağa çıkma yasağı ilan eden ülke yok. Yoksa Saray, virüsün de hafta sonu tatili olduğunu mu sanıyor? Keza, dünyada -20/+65 gibi seçici/sınırlı sokağa çıkma yasağı uygulayan ülke de yok. Virüs global, çözüm yerli ve milli olunca sonucu görüyorsunuz!
+ İktidarın bugüne kadar uyguladığı/uygulamadığı politika ve önlemlere bakacak olursak, bunların açıkça Sürü Bağışıklığı formülünü benimsedikleri ortaya çıkıyor. Ve her konuda olduğu gibi, virüs krizi yönetiminde de beceriksiz, amatör, egoist, çarıklı erkanı olarak davrandıkları için insanların ölümüne sebep oluyor. İslamî görünümlü neo-liberal politikalar, insan hayatını değil ekonomi dedikleri holdinglerin kârını ön plana koyuyor. Ayrıca bütün bu politikalar, ekonomiyi çöküşten kurtarma adına uygulanmasına rağmen, zaten kırılgan olan ekonominin bu koşullarda dirilme ihtimali sıfır.
+ İktidar yanlısı klavyelerin, Cuma akşamı sokağa dökülen insanlara kustuğu kin ve nefret de kayda geçti. Eskiden bütün milleti temsil etmekle övünenler, bugün artık iktidar eliti haine geldikleri için, herkesin evini kendi villaları gibi sanıp, "Türk evindeki mutfak ve kiler" edebiyatı yapmaz mı? Ayrıca Türk Evi diye bir şey yoktur. Çünkü zengin Türk’ün buzdolabıyla yoksul Türk’ün dolabı birbirine hiçbir açıdan benzemez.
+ İktidar medyası, Ankara’nın birçok ülkeye, Cumhurbaşkanı etiketiyle sağlık malzemesi yardımı gönderdiğini yazıyor. Ama bir yandan da Türkiye’de doktor, hemşire ve sağlık çalışanları araç-gereç eksikliğinden şikâyet ediyor. Ayrıca bu yardımı alan ülkeler, Türkiye’nin CV grafiklerine baktığında ne düşünüyordur acaba?
+ Virüs krizi unutturmasın ama, oğlunun cenazesini 3 yıl sonra anasına posta kargosuyla teslim eden bir devlet var karşımızda. Bunu yapan daha neler yapmaz ki!
Son olarak, bizim zavallı resmi muhalefetin acıklı konumu, yarından umutlu insanların şevkini kıracak düzeyde. Büyükşehir Belediyelerinin çalışmaları tabi ki takdire değer ama CHP yönetimi, hukuku, kendi haklarını, masum yurttaşları, çalışanları, hapisteki insanları savunamayacak kadar basiretsiz. Cuma akşamı Kılıçdaroğlu tweet attı: "Panik yapmayın evlerinize dönün!"
Olur. Yazan, sanki Belediye zabıtası!
Çok da acayip değil aslında durumumuz: Böyle iktidara böyle muhalefet.