Vizyon meselesi

Eski sözleri yineleyip duruyorlar. Makyajlamayla gerçekleri örtebileceklerini sanıyorlar. Yoksulluğun, yolsuzluğun, baskının, sansürün, insan hakları ihlallerinin üstünü fiyakalı organizasyonlarla kapatmaya çalışıyorlar.

İktidarın sözü tükenmiş. Multi-milyonluk çok pahalı bir organizasyonla tertiplenen "Türkiye Vizyonu" toplantısının özeti bu

Lütfedip gazetecileri bu toplantıya davet etmeleri işin en komik kısmıydı. Oysa gazetecilik mesleğini icra edenler AKP'nin veya Erdoğan'ın toplantılarına uzun süredir "akreditasyon" engeliyle alınmıyorlar. Gazeteci sevmez, sorudan korkar bir parti olan AKP, gazetecileri ancak soru soramayacakları bir ortama davet edebilir. Daha kısa süre önce sansür yasasını çıkartan, TELE1 kanalına 3 gün ekran karartma cezası veren, Mezopotamya Ajansı muhabirlerini tutuklayan bir iktidarın kimi gazetecileri toplantısına davet etmesi neyi değiştirir?

"Askeri vesayeti kaldıracağız" diyorlardı, öyle kesif bir militarizm ürettiler ki, SİHA'ları, askeri helikopterleri, "vizyon" diye, toplantının giriş kapısına dizmişler. Muhalefete yönelik en önemli eleştirileri, savaş sanayiini zayıflatacakları iddiası! Oysa 6'lı burjuva muhalefeti de en az onlar kadar militarizmden yana. Militarizm başlıca bir sermaye birikim yöntemi haline getirilmiş durumda. Oysa askeri sanayi büyüdükçe sadece üretken kaynakları emip yok etmekle kalmaz: Bu silahların bir yerlerde kullanılması da gerekir. Askeri sanayi, reklamını savaşlarda yapar. Dolayısıyla militarizm sadece askeri harcamaları tırmandırmakla kalmaz, yayılmacı maceralara da yol açar. Bu kadar Osmanlı propagandası boşa yapılmıyor olsa gerek!

Onlara çokça "mürteci" (gerici) denilirdi, bir baktık mürteşi (rüşvet yiyen) çıktılar. Nasıl bir rüşvet çarkı döndürdüklerini ancak tasavvur edebiliyoruz. Sermaye Piyasası Kurulu'ndaki (SPK) rüşvet skandalının, bu çarkın ancak minik bir dişlisi olduğunu tahmin edebiliriz. Bilgiyi Sedat Peker'e verdiği iddiasıyla Ünsal Ban'ı ve Peker'in twitini attığı iddiasıyla Emre Olur'u hapse attılar ama rüşvet istediği iddia edilen Ali Fuat Taşkesenlioğlu ve Zehra Taşkesenlioğlu hakkında soruşturma dahi açmadılar. Bir yerden üstü açılırsa, o devasa rüşvet çarkının tümden açığa çıkmasından ürküyor olmalılar.

Kendilerini "mücahit" ilan ederlerdi, müteahhit çıktılar. Faizi suni biçimde düşük tutarak konut kredilerini canlandırmaya çalıştılar. O işe yaramayınca, bu kez TOKİ üzerinden inşaat sektörüne can verecek bir konut projesi başlattılar. Projeye 8 milyon başvuru gelmiş - işte size iktidarın 20 yılda konut sorununu çözemediğinin en büyük kanıtı! Şimdi bu talebi oya çevirmek için halkın konut talebiyle oynuyorlar. Sanki seçilirlerse halkı konuta boğacaklar! Oysa 2019'da aynı sloganla yapılan TOKİ projesinde daha konutunu teslim alan bir kişi bile yok. Sadece yılardır süren inşaatlar ve ödenen taksitler var.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı'yı insan haklarının korunması ve olası savaş suçlarının engellenmesi doğrultusunda düşüncelerini açıkladı diye tutukluyorlar ama yine de "özgürlükleri genişlettiklerini" öne sürüyorlar! Bir zamanlar Erdoğan "Asit kuyularında yakılanların hesabını soracağız" dememiş miydi? Sahi kimdi asit kuyularında yakılanlar? Kimdi onları yakanlar?

Yetmiyor, bir taşla üç kuş vurmak için, hem TTB yönetiminin görevden alınması için dava açıyorlar hem de TTB ve TMMOB'un kanunlarında değişiklik yaparak meslek odalarında seçimlerde bir türlü sağlayamadıkları üstünlüğü delege usulüyle oynayarak elde etmeye kalkışıyorlar. Tıpkı birkaç yıl önce Barolar Birliği’nde yaptıkları gibi.

AKP kendi özgün "İslamcı" tezlerini dahi savunamaz hale gelmiş durumda. Grup Başkanvekili Mahir Ünal'ın Türkçeye dair sözleri ilk kez dile getirilen, kendine has, kişisel fikirleri değildi ki. Necip Fazıl Kısakürek'in zırvalarının neredeyse birebir tekrarından ibaretti. Arap alfabesine dönüş, tıpkı Ayasofya'nın camiye çevrilmesi gibi, Necip Fazıl'ın tilmizlerine bıraktığı hedeflerden biriydi. Dolayısıyla Mahir Ünal'ın bu sözlerden dolayı tasfiyesi, Siyasal İslam'ın zemin kaybettiğine işaret ediyor. O, şimdilik takiyye yapılması gereken bir konuda vaktinden erken konuştuğu için tasfiye edildi.

TOGG otomobilinin banttan indirilişini milli bir hikâye haline getirmeye çalışıyorlar. Motoru, tasarımı, şasesi, bilgisayar aksamı, çipleri, pili ve tüm kritik unsurları ithal edilen bir otomobil nasıl "yerli imalat" sayılabiliyor anlamak mümkün değil. Bir de TOGG'u, motor dâhil tüm parçaları yerli imalat olan Devrim otomobiliyle kıyaslıyorlar. AKP ve Erdoğan’ın, 27 Mayıs darbesini bütün kötülüklerin anası sayarken, Cemal Gürsel (MBK) hükümetinin politik bir hamlesi olan Devrim otomobilini yüceltmeleri de ayrı bir çelişkidir.

Türkiye halkları hayat pahalılığıyla boğuşurken, yandaş basın, 1,5-2 milyonluk lüks bir araba olan TOGG'a "halkın otomobili" diyebiliyor! Devrim, Türkiye iç pazarına yönelik, halkın otomobil ihtiyacını karşılamak amaçlı bir projeydi. TOGG ise ihracata yönelik bir proje. İhracata yönelik sanayileşme ise hiçbir ülkede yerel halkın yoksulluğunu umursamıyor. Bu yoksulluğun sorumlularından Bakan Nebati ise, halkla alay edercesine, banttan inen ikinci arabayı satın almaya talip oldu!.. Peki, gerçek hayatta durum ne? Tıpkı konut fiyatları gibi, araba fiyatları da uçup gitmiş durumda. AKP'nin zorlama faiz politikası nedeniyle fırlayan fiyatlar sonucu artık büyük çoğunluk ikinci el otomobil dahi alamıyor. Borçlarını kapatmak için otomobilini satan satana. TOGG bu gerçekleri ortadan kaldırmıyor.

Özcesi, yeni bir söz kuramıyorlar. Eski sözleri yineleyip duruyorlar. Makyajlamayla gerçekleri örtebileceklerini sanıyorlar. Yoksulluğun, yolsuzluğun, baskının, sansürün, insan hakları ihlallerinin üstünü fiyakalı organizasyonlarla kapatmaya çalışıyorlar. Vizyonları yok, misyonları tükendi, devletin tüm olanaklarını kullansalar dahi bir heyecan yaratamıyorlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Alp Altınörs Arşivi