Şahap Eraslan
Yabancı mekân
Kapak Görseli: Sırbistan-Hırvatistan sınırı, 2015 / postseyyah
Konukseverlik sözlük anlamıyla bir birleşik sözcük, konuk ve sevgi sözcüklerinden oluşuyor. TDK konuk için şöyle bir tanımlama yapıyor: “Bir yere ya da birinin evine kısa bir süre kalmak için gelen kimse.” Tanıma baktığımızda bir zaman, bir mekân ve konuk ve ev sahibi olmak üzere iki taraftan söz ediliyor. Bu tanımda konuğun yabancı biri olduğunu da çıkarabiliriz. Almanlar Gastfreundschaft dediklerinde bir konuk ve arkadaşlıktan söz ediyorlar. Konuk yabancı biriyse, yabancı birini arkadaş olarak görmek, hatta yabancıyı sevmek ne anlama gelebilir? Peki bu durumda yabancı kimdir, nasıl tanımlanabilir?
Yabancıdan söz ediyorsak bir mekândan da söz ediyoruz demektir. Bir evden, bir köyden, bir mahalleden söz ediyoruz. Ev özel yaşamın mekânı (ya da ev aile yaşamının mekânı), köy mahalle, kent ise kamusal yaşamın mekânı. Yani köydeki (=taşradaki) özel yaşam kaba biçimiyle ailesel yaşamdır, yani özel yaşam bir yanıyla kamusaldır, yani özel yaşam, grup içi bir kamusal (gruppeninterne Öffentlichkeit) yaşam demektir.
Yabancıyı en kaba biçimde ev halkı dışındakiler diye tanımlayabiliriz. Yani özel, yani ailesel, yani kamusal yaşamın dışındaki insandır. Bir köy toplumunda ev halkı, köyün yarısı, hatta köyün bütün sakinleri olabilir. O halde yabancı, köyün dışındakidir. Bir kentte, kentin dışındakiler, bir ülkede, yabancı ülkenin yurttaşlarıdır yabancı. Yabancı ilk mikro düzeyde aile dışındaki biriyken, makro düzede ortak konteslerimizin az olduğu ya da hiç olmadığı insandır. Ortak kontekstlerimizle, ailesel, tarihsel, kültürel, dilsel ve benzeri kontekstleri kastediyorum.
ÇOCUĞUN GELİŞİMİ AÇISINDAN YABANCI KİMDİR?
Bebek için anne önce yabancıdır. Bebek doğduktan yaklaşık 15 saat sonra annesinin sesini tanımaya başlar ve ona diğer yabancılardan daha ilgilidir.[1] Psikanalist Rene A. Spitz uzun dönem ve yüzlerce bebeği gözlemleyerek yayınladığı eserinde bebeklerin kendilerine yaklaşan yabancılara gülümsemeyle, yani “sosyal gülümseme”yle tepki verdiklerini yazar.[2] Bebek yabancıyı kestiremediğinden tedirgin olur. Sosyal gülümseme de bu yabancının şayet kızgınsa kızgınlığını savuşturmaya yöneliktir. Çocuk öğrenerek, entegre ederek bağımsızlaşmaya yolculuğa çıkar. Bu ilerlemeler çocuk yaklaşık sekiz aylıkken bir gerileme yaşar. Her çocukta gözlemlenen bu fenomen “sekiz ay korkusu”dur.[3]
Yabancıdan korku bu dönemde çok belirgin şekilde oraya çıkar. Yabancı korkulan kişi olur gene. Bir süre sonra annenin sağladığı güvence çocuğun bu korkuyla baş etmesini de sağlar. Annesi dışında herkes çocuk için yabancıdır ve korku uyandırır.[4] Yabancıdan korku, yabancının öteki görülmesine insan hayatında ilk kez burada rastlarız. Sekiz ay korkusuyla annesiyle güçlü bağlar oluşturmuş ve kendini güvencede hisseden çocuklar daha çabuk baş edebiliyorlar. Sekiz ay korkusu her kültürde karşılaşılan bir durumdur ve bu eğitim stilinden bağımsız olarak gözlenen bir olgudur.[5]
Rene Spizt’e göre anneyi entegre ettikten sonra çocuk açısından yabancı, anne olmayandır (nicht Mutter). Yani anne dışındaki kişilerin hepsi yabancıdır. Çocukta oluşan 8 ay korkusunu bazı psikanalistler yabancıdan korkma, anne olmayan korkusu olarak tanımlarlar. M. Mahler, bazı çocukların yabancıdan korkmadığını belirtiyor. Bunun nedeni ise, çocuğun sembiyotik dönemi optimal bir bicimde geçmesine bağlıyor. Sembiyotik dönemi optimal geçmeyen çocuklarda temel güven (Urvertrauen) duygusunun oluşmadığını, bunun da çocuklarda yabancıdan korkusu doğurduğunu belirtiyor.
Mahler ayrıca, çocuktaki 7/8 ay döneminde çocuğun yasadığı bir olgudan söz ediyor: Bu dönemde çocuk yabancıya hem çekinerek hem de ilgi ve merakla yaklaşıyor, yani karmaşık bir duyguyla yaklaşıyor. Rene Spitz’in tanımını irdelersek, çocuk kendi içerisinde annenin resmini yaparken, bir negasyonun da resmini yapar, yani anne ve anne olmayan (buradaki olMAyan negasyondur). Bu negasyon (olumsuzlama) yabancıyla, ötekiyle olumsuzun da kaynağı olabiliyor. Yabancının çocuktaki resmi bir negasyondur (Negation): Bu süreçte çocuk bir farklılığı kavrıyor, yani anneyi ve anne olmayanı. [6] Çocuğun bireysel tarihi ayrılıklarının ve uyumlulukların da tarihidir. Çocuk anneden ayrılıyor, yabancıyı yani babayı bütünleştiriyor, aileden ayrılıyor, öğretmenlerini, arkadaşlarını bütünleştiriyor. Yabancı çocuğa ayrılıklarını anımsatıyor ve 8 ay korkusu döneminde çocuk yabancıyı, anne olmayanı gördüğünde korkuyu, ayrılığı duyumsayıp ağlıyor. Yabancıyla ilişkisinde çocuğun kültürü oluşuyor. Yabancı bu bağlamda, kültürün oluşmasında önemli bir rol oynuyor.
Psikanalist Thomas Auchter, [7] sekiz ay korkusunda “birincil yabancı nefreti”nin izlerini arar. Çocuğun dünyaya geldikten sonra annesiyle oluşturduğu temel güven duygusu ve sevgiyi de Auchter “birincil yabancı sevgisi” olarak tanımlar. Doğduğunda çocuk için yabacı olan (kendi dışındaki, yani yabancı) annesine bağlanır ve sever yani. Çocuk bu dönemde ötekiyle benzerlik ve farklılar üzerinden de ben’ini oluşturulur. Çocuğun bu dönemde (daha sonra da yetişkinlerde gözlemlenen) hayatındaki önemli değişikliklere ve yeniliklere genelde olumsuz tepki verir. Kendi evinin, alıştığı ortamın dışında bebeğin kendisini yer yer iyi hissetmemesi gibi. Çocuk her değişikliğe olumsuz tepki veriyor genelde. Spitz bunu “bilinç ötesindeki arkaik güvence duygusu”na bağlıyor.
Şunu söylemeye çalışıyorum: yabancıyla ilişki ikilemlidir. Bir yandan tedirginlik ve korku uyandırır ama aynı zamanda yabancı merak edilendir. Çocukta korku yanı ağır bastığında yeniden anasına/babasına sığınır ve ötekinden kaçınır. Yetişkinlikte de ırkçılarda bu ikirciklik toleransı yoktur. İkileme tahammül ederek yabancıyla deneyim yapmak yerine yabancı kötü, düşman ilan edilerek ikilem ortadan kaldırılır ve yabancıya kuşkuyla/reddedici yanaşılır. İnsan yabancıya karşı oluşan çekinceden ötürü yabancı kötü/düşman ilan edilmeye yatkındır. Yabancıdan çekinme, yabancıdan korkuya ve yabacıya düşmanlığa çabuk dönüşebiliyor. Irkçılığın merkezinde bu ruh hali vardır...
İkileme tahammül edebilmek bir dönem sonra ikilem toleransının oluşmasını sağlar ve burada merak öne çıkar. Irkçılıkta tahammül edilemeyen ötekinin öteki olmasıdır ve ötekinin ben ve biz’le eşit olmasına itiraz vardır. Ötekini verdiği huzursuzluk ve tedirginlik yabancıyı ortadan kaldırarak yok edilmeye çalışılır. Faşizmin doğduğu yer biraz da burasıdır… Yabancıyla ilişkilenmede başka bir yöntem ise yabacıyı egzotikleştirmedir. Burada yabancının farklılığına vurgu vardır ve egzotizm üzerinden yabancı çekici hale dönüşür ama aynı zamanda yabancının bizden biri olmadığından ötürü de ona mesafe konulur. Egzotizm o kişiyi çekici olarak uzak tutma halidir biraz da.
Yabancıdan korkunun bir başka nedeni daha var: Yabancı biri geldiğinde, aile, grup içindeki çatışmaları kendi lehine kullanabilir. Yabancı bir tehdit olarak algılanır. Köylülerde sıkı bir yakın ilişki (dicte Sozialibität) görürüz. Bunda köydeki sosyal ilişkilerin primer ilişkilerle sağlanıyor olmasıdır (aile, akrabalık, hısımlık, sülale ilişkileri etkindir). Aile, köyde ekonomik, sosyal ve siyasal bir birimdir. Bu birimin ayakta durabilmesi, üyelerinin birbirlerini kollamaları, korumaları ancak dayanışmalarıyla mümkündür. Ama böyle bir birim bireyselliğe alan tanımaz ve bu birimin üyeleri arasında belirli, dışa vurulmayan çatışmalar vardır. Bunun en tipik örneği, gelin/kaynana, kardeşler ve gelinler arası çatışmalardır. Evinize gelen yabancı bu çatışmaları kendi lehine kullanabilir ve ailenin birliğini bozabilir. Yabancının nasıl davranacağını kestirememek bir güvensizlik, korku yaratır. Bir köye, bir aileye tek başına gelen bir yabancının sistemi değiştirme erki yoktur, ama aile üyelerinin kafasında sistemi sorgulama düşüncesine yol açabilir. Ayrıca, yabancının konuk statüsüne geçirilmesi, ona ikramda bulunulması onu kontrol altına almak, ona kurallarımızı kabul ettirmek anlamına gelir.
Simmel’e göre Dost ve Düşman (dikotomisi) ayrımı tüm toplumsallaşmaların arketiptik biçimleridir (Feinde und Freunde sind archetypischen Formen aller Vergesellschaftung). Biz ve siz’de ‘biz’ siz’e bağımlıdır ve kendisini siz üzerinden tanımlayabilir/var edebilir. Zygmund Bauman [8] Simmel’e yakın şeyler söyler ve toplumun düşman ve dost ayrımını ayakta tutabildiği sürece kendini koruyabileceğinden söz eder. Kısacası ben ve sen, biz ve siz ayrımları kaçınılmazdır. Düşmana mesafe konulabilir, uzak durulabilir, sınır çizilebilir. Bauman’a göre sadece dost ve düşman yoktur bir de yabancı vardır. [9] Georg Simmel yabancının bugün gelip yarın gitmeyen, kalan olduğunu yazar.[10]
Yabancının bu durumu, kalıcı olması biz’in durumunu karmaşıklaştırır. Düşmanı olanlar düşmanlarına karşı kendi aralarında yakın bir ilişki kurmak zorunda kalıyorlar. Bir toplum için düşman tehlike değil, çünkü insan düşmanıyla arasına mesafe koyarak kendini koruyabiliyor. Toplum için asil tehlike yabancıdan geliyor çünkü yabancı ne dost ne de düşman, belirgin kategorilerin içine konamıyor. Bu durum bir korku, bir kaos yaratıyor. Ayrıca düşmanı dışarda tutabilirsiniz, yabancı evinize ya da mekânınıza geliyor ve konuk oluyor. Sistemi kaos yaratarak tehlikeye sokuyor.
Bauman’a göre, yabancı modern öncesi toplumda önemli bir tehlike yaratmıyordu, çünkü yabancı arada bir karşılaştığımız, konukseverlikle terbiye edebileceğimiz, terbiye edemezsek evden, köyden kovabileceğimiz biriydi. Modern toplumda yabancı toplum için ciddi bir tehlike, güvensizlik oluşturuyor. Ulus devletler yabancıları özel statüler ve yasalarla denetlemeye çalışır. Bauman, yabancılarla yerliler arasındaki ilişkiyi, Begegnug (ilişkilenme/karşılaşma) değil de Vergegenung (karşılaşmadan kaçınma) olarak tanimliyor: yani yabancılarla karşılaşmaktan kaçınmak.
PSİKANALİZİN YABANCISI
Freud’un kültür kuramının özünde de kültürün yabancılarla ilişkiden ortaya çıkabileceği fikri vardır. Totem ve Tabu’da Freud zalim bir babadan söz eder. Bu zalim baba tüm gruba hükmetmektedir, keyfidir ve gruptaki kadınların tümüne sahiptir. Bu durumdan rahatsız olan çocuklar bu zalim babalarını öldürürler. İşte bu baba (otorite) katlinden sonra çocuklar suçluluk duygusu yaşarlar. Sonra da suçluluk ve pişmanlıklarını azaltmak için babanın kurallarını daha da katılaştırarak kendi toplumlarında uygularlar. Babanın totemi kutsanır (dinin il ve ilkel başlama noktası) ve çocuklar kendi grupları dışındaki kadınlara yönelir onlarla ilişki kurarlar (eksogami, grup dışı cinselliğe yönelim). Kültür böylece cinsel ilişki için insanların yabancılara yönelmesiyle oluşur ve zenginleşir.
Psikanaliz için yabancı bilinmeyendir. Bilinçötesi yabancı/karanlık/gölge/bilinmeyen yandır. İnsanlar bazen gördükleri rüyadan, akıllarına gelen bir fanteziden, kafalarında oluşan bir filmden korkarlar. İşte bu filmler bilinçötesinin üretimidir ve insanda ürküntü yaratır. Psikanalitik çalışmada sürekli bilinçötesiyle çalışmak bilinmezle, ürkütücü olanla çalışmak demektir de. Yani buradaki yabancı insan ait olandır. İnsanın kendi yabancısı.
[1] Beatriche Beebe ve Frank M. Lachmann, Säuglingsforschung und die Psychotharapie Erwachsener (Klett-Cotta, 2004), s. 84.
[2] Vom Säugling zum Kleinkind (Klett-Cotta, 1996), 11. baskı, s. 175.
[3] age, s. 176.
[4][4] age, s. 178.
[5] Irenäus Eibl-Eibesfeld, Die Biologie des Menschlichen Verhaltens (Piper Verlag, 2004), 5. baskı, s. 527.
[6] Margret S. Mahler, Fred Pine, Anni Bergman. Die psychische Geburt des Menschen=İnsanın psikolojik doğumu, 1993, s.77
[7] Das Selbst und Das Fremde, Psyche Dergisi 2016, sayı 9/10, s. 861
[8] Zygmunt Bauman, Moderne und Ambivalenz. Das Ende der Eindeutigkeit, Hamburg 1992.
[9] Moderne und Ambivalenz, Kitap içinde: Das Eigene und das Fremde, 1998, Editör: Ulrich Bielefeldt, s. 23.
[10] Soziologie (Suhrkamp Verlag, 2021), s. 764.
Şahap Eraslan: 1980'de cunta öncesi Almanya'ya gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Humbold Üniversitesi’nde etnoloji okudu. Eş ve aile terapisi, klinik hipnoz eğitimlerini bitirdi. Daha sonra uzun bir eğitim sonrası psikanalist oldu. Uzmanlık alanı kültür psikanalizi ve psikanalitik kültür karşılaştırmaları. Analist/psikoterapist olarak Berin'de çalışıyor.