Doğan Özgüden
Yargılı ve yargısız infaz çeşitlemeleri...
Temmuz ayının ilk haftasına denk gelen iki kara yıldönümü beni bir hafta önce Erdoğan'ın gündeme getirdiği, Cumhur'cu MHP lideri Bahçeli ile Millet'çi SP lideri Temel Karamollaoğlu'nun da destek verdiği "idam cezasının ihyası" konusunda yeniden yazmaya mecbur etti.
Öncelikle yakın tarihimizdeki "yargısız infaz"ların en korkunçlarından biri, Karamollaoğlu'nun belediye başkanı olduğu dönemde bir otel ateşe verilerek işlenmiş bulunan 1993 Sivas Katliamı...
Mehmet Altan, dün Artı Gerçek'teki yazısında, insanlık tarihinin en mükemmel beyinlerinden ve Rönesans Devrimi’nin en parıltılı öncülerinden Giordano Bruno’nun 1600 yılında Roma'nın Campo de' Fiori Meydanı'nda Hristiyan gericiliği tarafından diri diri yakılmasıyla, ondan 393 yıl sonra Sivas'ın Madımak Oteli'nde 33 aydınımızın İslam gericiliği tarafından yakılarak katledilmesi arasındaki paralelliğe işaret ettikten sonra günümüzün acı gerçeğini vurguluyor:
"Siyasal İslamcılık geri geldi... İslam'ın kişisel hayat dışında, sosyal ve politik alanlarda da yol gösterici kılınmasını hedefleyen bir baskı rejimine pupa yelken yol alındı... Bruno’nun 400 küsur yıl önce yakıldığı meydanda şimdi çiçekçiler ve özgürlük var. Biz hâlâ insanların hayatlarını yakan, yok eden bir karanlığın baskısıyla boğuşuyoruz..."
21 Mayıs 1963 darbe girişiminin iki lideri, Binbaşı Fethi Gürcan ile Albay Talat Aydemir'in 58 yıl önce birer hafta arayla idam edilmiş olmalarının yıldönümü de, Erdoğan'ın "Yargılı İnfaz" tartışmalarını yaygınlaştırdığı günlere denk geldi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye'deki Kürt siyasal yapılanmasına ve AB ülkelerindeki Kürt diyasporasına karşı düşmanlığını Madrit'teki zirve toplantısında İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği için pazarlık konusu yaptıktan sonra muzaffer bir komutan edasıyla Türkiye'ye dönerken de "TBMM'nin karar alması halinde idam cezasını onaylayacağını" bir kez daha vurguladı.
Baskın Oran Artı Gerçek'teki "Sallanan Tek Adam Rejimi için idam'ın faydaları" başlıklı yazısında Erdoğan'ın idam cezasını gündeme getirmekteki hesabını net olarak ortaya koydu: "Esas amaç, idamı alabildiğine genelleştirerek bizzat Başbakan Erdoğan’ın imzaladığı 2004 AB Uyum Paketi’ni fiilen ortadan kaldırmak... İdamın geri getirilmesinin ardından Avrupa Konseyi Türkiye’yi üyelikten çıkarma sürecini başlatacağından, arayıp da bulamadığı mazlumluk kalkanına kavuşmuş olacağını hesaplıyor Tek Adam Rejimi."
Millet İttifakı partilerinden biri idam önerisine destek verir, diğerleri doğru dürüst bir eleştiri getirmezken, HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar gerçek demokrasi cephesinin bu konudaki tavrını net şekilde ortaya koydu: "Bu iktidar bütün varlığını savaş siyasetine ve ölüm politikalarına bağlamıştır. Her gün Suriye'ye, Rojava'ya operasyon gündeme getirmekteler ve idamı geri getirme önerisini de eklediler. Savaş, ölüm-yıkımdır. Biz ısrarla barış diyoruz, yaşamı ve yaşam siyasetini savunuyoruz. Gerçek muhalefet, savaş oyunlarına, talana, savaş oyunlarına bağlı kan siyasetine, yalan uygulamalarına karşı çıkmaktır."
Geçen yazımda da ayrıntılı belirttiğim gibi, bir asrı doldurmak üzere olan Türkiye Cumhuriyeti tarihinde iktidar ya da ana muhalefet olmuş tüm siyasal partiler bu insanlık dışı ceza konusunda asla karşı tavır almamış, hattâ bizzat uygulayıcısı olmuşlardır.
Bu iki yüzlü tutumun örneklerinden biri de, bundan tam 58 yıl önce Albay Talat Aydemir ve Binbaşı Fethi Gürcan'ın, özellikle dönemin başbakanı İsmet İnönü'nün uyguladığı baskılar sonucunda idam sehpasında katledilmesidir.
21 Mayıs darbe girişimi başarısızlığa uğradıktan sonra Mamak’ta kurulan 1. Sıkıyönetim Mahkemesi 151 subayı, Harp Okulu’nda kurulan 2. Sıkıyönetim Mahkemesi de 1459 Harbiyeliyi yargılamıştı. 7 Haziran 1963 – 15 Eylül 1963 tarihleri arasında yapılan duruşmalar sonunda Albay Talat Aydemir ve Binbaşı Fethi Gürcan başta olmak üzere yedi subay idama, 30 subay müebbet hapse mahkum edilirken diğer sanıklar da 3 ay ila 15 yıl arasında çeşitli hapis cezalarına çarptırıldılar.
Menderes, Zorlu ve Polatkan'ın 1961'de idamlarının toplumda yaratmış olduğu travmadan dolayı Askeri Yargıtay'ın idam cezalarını müebbet hapse çevireceğine mutlak gözüyle bakılırken Başbakan İsmet İnönü'nün birden devreye bizzat girmesi olayların seyrini değiştirecekti.
O İsmet İnönü ki, Cumhuriyet’in ilanından iki yıl sonra tüm demokratik hak ve özgürlükleri ayaklar altına alan Takrir-i Sükûn Kanunu 1925’te onun başbakanlığı döneminde kabul edilmiş, yine onun döneminde Şeyh Said İsyanı ve Elazığ Ayaklanması gerekçesiyle, operasyonlarda ve baskınlarda öldürülenlerin dışında, 100’e yakın Kürt idam sehpasında katledilmişti. 1938’de Dersim Kürtleri'nin idamları her ne kadar onun başbakanlıktan ayrılmasından birkaç ay sonra infaz edilmişse de, katliam operasyonunun planlayıcısı ve uygulayıcısının yine Başbakan İsmet İnönü olduğu biliniyordu.
Evet, İnönü 1961’de Yassıada’da verilen idam kararlarının infaz edilmemesi için Milli Birlik Komitesi’ne mektup yazmıştı, ama ABD, Fransa, İngiltere, İran, Pakistan devlet başkanlarıyla Federal Almanya başbakanı idamların önlenmesi için Cemal Gürsel'e doğrudan baş vururken "demokrasiye dönüş" vaadlerinde bulunan bir partinin lideri olarak başka türlü davranması da mümkün değildi.
Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarına karşı ise İnönü’nün başında bulunduğu CHP Grubu’nun arka arkaya yapılan iki oylamada ne denli parça bölük hareket ettiği cümlenin malumu... İdam kararları parlamentoda ikinci kez onaylandıktan sonra CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne itirazda bulunması beklenirken, idamları önlemek için Sofya’ya uçak kaçırılması üzerine yolcular arasında oğlu Ömer de bulunan İnönü hükümetin eylemcilerle pazarlığa girmesine "Devlet taviz vermez" diyerek şiddetle karşı çıkmış, üstelik Anayasa Mahkemesi’ne tekrar başvurmaktan da vazgeçerek idamlara giden yolu tamamen açmıştı.
21 Mayıs'çıların idamları konusunda İnönü'nün Askeri Yargıtay'a bizzat nasıl baskı uyguladığını o sırada Hareket Gazetesi muhabiri olan İnci Tuğsavul, 21 Mayıs 2020 tarihli Artı Gerçek'te şöyle anlatmıştı:
"Askeri Yargıtay Başkanı Tümgeneral Rıza Tunç'un 21 Mayıs'çı subaylarla yakın dostluğunu bildiğim için bilgi almak üzere bir sabah makamında kendisini ziyarete gidiyorum... Tam bu konuyu konuşurken, CHP Genel Sekreteri Kemal Satır'ın Tunç'la görüşmek üzere geldiği bildiriliyor.
"Tunç, Kemal Satır'ı makamına almadan önce bana ‘Niçin geldiğini tahmin ediyorum, yandaki büroya geç ve dinle’ diyor.
"Yan taraftan duyduklarım inanılır gibi değil… Satır, Başbakan ve CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'nün idam kararlarının hepsinin onaylanmasını istediğini, bunun devletin bekası açısından çok önemli olduğunu söylüyor. Bir ara tartışma hayli sertleşiyor, Satır tehditkâr bir şeyler söylüyor. Rıza Tunç'un, ‘Kemal Bey, Kemal Bey, burası mezbaha değil... Lütfen adalete müdahale etmeyin’ diye bağırdığını, ardından da Satır'a kapıyı gösterdiğini duyuyorum.
"Satır gittikten sonra beni yeniden makamına alan Tunç ‘İşte görüyorsun, Paşa'nın adaleti bu!’ diyor."
Askeri Yargıtay, Başbakanın dayatmalarına rağmen, 31 Ekim 1963'te yedi idam cezasından üçünü müebbete çevirip dördünü onaylıyor: Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Osman Deniz ve Erol Dinçer…Millet Meclisi ise Erol Dinçer'in hükümü bozarak idam cezalarını üçe indiriyor... Cumhuriyet Senatosu daha da ileri gidip Gürcan ve Deniz'in idam hükümlerini de bozarak mübbet hapse çeviriyor. Sehpanın gölgesinde sadece Aydemir kalıyor.
Dosya ikinci kez görüşülmek üzere tekrar Meclis'e geldiğinde Aydemir'in yakınları onun cezasının da müebbete çevrilmesini umuyor. Ama hayır… İnönü kendisine başkaldıranların idam sehpasından kurtarılmalarından son derece rahatsız. CHP Grubuna baskı yaptırarak sadece Talat Aydemir'in değil, onunla birlikte Fethi Gürcan'ın da idam edilmesini onaylattırıyor.
Fethi Gürcan 26 Haziran 1964, Talat Aydemir de 5 Temmuz 1964'te idam ediliyor. Askeri Yargıtay Başkanı Tümgeneral Rıza Tunç ise idamlardan kısa bir süre sonra, 12 Temmuz 1964'te kuşkulu bir şekilde hayata veda ediyor."
Talat Aydemir’in idam cezasının başkentteki infazı İnönü'nün sadık komutanlarından Ankara Sıkıyönetim Komutanı Cemal Tural’ın yönetimi altında gerçekleştirilmiştir. Yanında Ankara Merkez Komutanı Tuğgeneral Sabri Koçak da vardır, üstelik idamı seyrettirmek için 11 yaşındaki kendi oğlunu da beraberinde getirtmiştir! Cezaevi’nin kapısında idamla ilgili bilgi almak için toplanan gazetecileri Cemal Tural âsası ile bizzat kovalamıştır.
İsmet İnönü ve Cemal Tural'ın idamlar konusundaki tutumları iki yıl sonra Akşam gazetesinde yayınladığımız Talat Aydemir'in anılarıyla daha bir açıklık kazanacaktı.
1966 yazında, Cemal Tural'ın genelkurmay başkanlığına yükseltilmesi, hemen ardından da ünlü anti-komünist "Cuma emirnameleri"ni yayınlamaya başlaması, daha sonra bunları "Komünizmle Mücadele Elkitabı" adı altında bir araya getirerek tüm ordu birliklerine "başemir" olarak dağıtması üzerine Talat Aydemir’in oğlu Metin Aydemir Akşam gazetesinde beni ziyarete gelmişti. "Babamın katilleri ordunun başına geçiriliyor. Ortada o denli yalan, alçaklık ve ikiyüzlülük var ki, artık babamın anılarının yayınlanması zamanının geldiğini düşünüyoruz. Anıların tahrifata uğramadan yayınlanması konusunda ailece sadece size güveniyoruz" demişti.
Ben Talat Aydemir’le hiç karşılaşmamıştım. İnci iyi tanıyordu. Hür Vatan ve Kim’in muhabirliğini yaptığı yıllarda çok sık görüşmüştü. Düşüncelerini paylaşmasa da, Aydemir’in 22 Şubat 1962’de ve 21 Mayıs 1963’te İsmet Paşa tarafından nasıl komploya uğratıldığını çok iyi görmüştü. Aydemir’in insani dramını İnci’den çok dinlemiştim.
Talat Aydemir’in not defterlerine yazmış ya kasetlere sözlü kaydetmiş olduğu anılarını İnci’yle birlikte bir aylık yoğun çalışmayla yazı dizisi haline getirdik. 1966 Ekim'inde Akşam gazetesinde "Ve Talat Aydemir Konuşuyor" başlığı altında yayınlanan anılar, 1968 yılında May Yayınları tarafından, son yıllarda da Yapı Kredi Yayınları tarafından oğlu Metin Aydemir'in sunuş yazısıyla yayınlandı.
Talat Aydemir anılarında İsmet İnönü'nün ve onun emrindeki paşaların idamlar konusundaki tavrını şöyle anlatıyordu:
"İnönü’nün insanların hayatına kıymet verdiği yoktu. Hele benden muhakkak intikamını almak ister. [...] Çünkü hayatta ona benden büyük darbe indiren olmamıştır. Adnan Menderes’e aynı şeyi yaptı. İlk önce komitecileri kullanarak Yüksek Adalet Divanı üzerine azami baskıyı yaptırdı. İttifakla idam hükmünü çıkarttı. Komite tasdik ettikten sonra, ertesi gün numaradan kurtarma çareleri aradı. Muhtıra verdi, mektup yazdı, C. Sunay ve C. Gürsel’e müracaat etti. Ama bir taraftan da vaktinden evvel asılması için adamlarına lazım gelen talimatı verdi. Cemal Tural, Faruk Güventürk, Altay Egesel pazar günü saat 17’de Adnan Menderes’i asıverdiler.
Tural örfi idare komutanı, F. Güventürk garnizon komutanı idi. Egesel de infaz savcısı idi. İdam hükümleri kanunen sabaha karşı infaz edilmesi gerekirken ne olur ne olmaz diye gündüze alıverdiler. Çünkü Cemal Gürsel samimi olarak kurtarma yolları arıyordu. Bunu Egesel duyunca o kadar acele etti ki, İmralı’ya giden hücumbota idam sehpası bile kurdular. Şayet İmralı’ya gelmeden telsizle bir durdurma haberi gelirse, hücumbotta asacaklardı. İşte onun adamları böyle yetişmişlerdir. O kimseye acımaz. Bu vakaların canlı şahitleri Rıza Tunç Paşa, Alb. Tarık Güryay, Mucip Ataklı, Hv. Bnb. Remzi, Dz. Kr. Alb. Bülent Tarkan’dır. Eğer bu şahısların hadiselerin cereyan ettiği o günlerde bizlere anlattıkları doğru ise, vaziyet budur." (Albay Talat Aydemir, Hatıratım, Yapı Kredi Yayınları, 2010 İstanbul)
Cemal Tural, Aydemir’in anılarını yayına hazırlamamdan dolayı bana olan hıncını çıkartmak için ordu şefliği otoritesini suiistimal etmekte gecikmedi 1967 başında yayınlamaya başladığımız Ant dergisinin ilk sayılarından birinde ABD’nin talimatıyla Doğu Anadolu bölgesine atom mayınları döşeme projesini açıklamıştık. Cemal Tural derhal 1. Ordu Askeri Savcılığı’na çift aylı bir emirname göndererek benim "vatana ihanet" suçlamasıyla askeri mahkemede yargılanmamı emredecekti.
Tüm skandallara rağmen Başbakan Demirel bu faşist generali 1969 yılının ortalarına kadar ordunun başında tutacaktı.
Sonrası…
Talat Aydemir ve Fethi Gürcan İsmet Paşa’nın gazabıyla idam sehpasında katledilmişken en az Tural kadar anti-komünist ve faşist başka generaller, örneğin Orgeneral Memduh Tağmaç ve hempası 1971’de ve daha sonra Bülent Ecevit’in genelkurmay başkanı yaptığı Orgeneral Kenan Evren ve hempası 1980’de kanlı darbelerin en hasını yapacaklar, ama yaşamlarını rahat döşeklerinde tamamlayacaklardı…