Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

Yerel seçimin 56 yıllık kızıl çizgisi…

Düzen karşıtı partiler sadece belediye yönetimlerini kazanmak için değil, Ortadoğu halklarının özgürlük ve barış içinde yaşama mücadelesine destek için de güç birliğinde olmalıdır.

2018'in 24 Haziran seçimleri öncesi Afrin ağırlıklı senaryoları, girdiğimiz yeni yılın 31 Mart yerel seçimleri öncesinde "Fırat'ın ötesi" yaygaralarıyla yeniden gündemde...

Tarih boyu ihanetin her türlüsünü tanımış olan Kürt halkı, geçen yıl tüm Ortadoğu coğrafyasını tehdit eden İslam Devleti felaketini olağanüstü özveriyle ve yiğitlikle çökerttikten hemen sonra asla affedilemez bir ihanete uğramıştı… ABD'siyle, AB'siyle, Rusya'sıyla dünyanın tüm süper ve bölgesel güçleri Afrin'de Tayyip diktasının İslamcı ÖSO katilleriyle giriştiği alçakça saldırı karşısında Kürt insanını erkeği, kadını, genci ve çocuğuyla ölüme ya da sürgüne terketmişti.

Şimdilerde yaşananlar daha da vahim... Bir yandan Çin Seddi'yle rekabet edercesine Türkiye'nin güney sınırına yüz karası bir Türk Seddi dikilirken, öte yandan ABD Başkanı Trump'ın yeşil ışık yakmasıyla Tayyip baş komutasındaki Türk Ordusu'nun Rojava'yı sömürge haline getirecek bir "güvenli bölge" kurması gündemde. Tayyip histeri içinde... "Daha" diyor, "Daha... Menbiç, Kobani, Tel Abyad, Resulayn ve Kamışlı…" Amaç tüm Suriye Kürdistanı'nı Kürtlerden temizlemek… Sonrası Irak Kürdistanı… Türkiye Kürdistanı'nda 35 yıldır süregelen kırım zaten dur durak bilmiyor…

Seçim kampanyasında belediye yönetimlerinde daha fazla pay kapabilmek çabasındaki düzen partileri, ana muhalefet CHP de dahil, sadece iç politika hesaplarına odaklanmış, Tayyip’in sınır ötesi tehdit ve saldırılarına karşı çıkmak şöyle dursun, milliyetçi ve İslamcı oyları kendilerine çekebilmek için bunlara alkış tutuyor…

Bundan önceki cumhurbaşkanı ve parlamento seçimlerinde YSK’nin eseri olan seçmen listeleri rezaleti bu kez yeniden misliyle sahnede. Üstelik şimdiye kadar kayyımla yönetilen belediyelerde HDP’nin adayları seçilirse bunların da görevden uzaklaştırılacağı ve yerlerine yeniden kayyım atanacağı aylardır söylenip duruyor.

Böylesi koşullarda oylama sonuçlarının vatandaş iradesini temsil etmekten uzak olacağını vurgulayarak seçimleri topyekûn boykot etmek, hatta artık yasama ve denetleme işlevini tamamen yitirmiş olan Meclis’ten de tamamen çekilerek AKP-MHP diktasını dünya kamuoyu önünde tamamen gayrimeşru kılmak mümkündü.

Ama muhalif Kürt milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını desteklemiş, çakma 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilk iş olarak Tayyip’in sarayında arzı endam edip ardından Yenikapı ruhunu paylaşmış, Afrin’in işgalini alkışlayıp Tayyip’in Fırat’ın doğusunu fethetme hayallerine destek vermiş bir Kılıçdaroğlu’nun yönettiği CHP’den seçim boykotu beklemek bittabi abesle iştigal olurdu.

Seçim boykot edilemese bile "ana muhalefet partisi" rolündeki CHP, başta HDP olmak üzere demokrasi güçlerini gerçekten temsil eden partilerle seçim ittifakı oluşturabilir, AKP-MHP İslamcı-faşist blokunun karşısına dürüst ve saygıdeğer adaylarla karşı çıkarak metropoller de dahil ülkenin birçok belediyesinde demokratik yönetimler kurabilirdi.

Sözünü ettiğim partilerle diyalog kurmak şöyle dursun, CHP bir önceki seçimlerde olduğu gibi bu yerel seçimlerde de yine Akşener’in bozkurtçu İYİP’iyle ittifak kurarak Ankara’da bir eski MHP’liyi, İstanbul’da ise ilk işi Tayyip’in sarayına çıkarak arzı ubudiyet etmek olan bir kişiyi aday göstermiş bulunuyor.

Bu zulmet içerisinde tek umut demokrasi cephesindeki HDP ve diğer partiler arasında oluşturulabilecek ittifaklar… Halen yürütülmekte olan ön görüşmelerin nasıl bir sonuca ulaşacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Geçen seçimlere göre önemli bir gelişme Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde ÖSP, PDK-Bakur, KDP-Türkiye, PSK, PAK, İnsan ve Özgürlük Partisi ve Azadî Hareketi’nin yerel seçimlere HDP çatısı altında katılma kararı vermiş olmaları…

Batı metropollerinde, kent ve kasabalarında da beklentimiz, HDP ve diğer sol partilerin AKP-MHP ve CHP-İYİP adaylarının karşısına dürüst ve saygıdeğer ortak adaylar çıkartmaları, halkın özlediği demokratik yönetimleri oluşturmalarıdır. İzliyoruz….

1963'DE TİP'İN KATILDIĞI İLK YEREL SEÇİMLERDE AĞIRNASLI GERÇEĞİ...

Türkiye solu yerel seçimler düzeyinde ilk sınavını bundan 56 yıl önce, 1963 yılında vermişti. Türkiye İşçi Partisi kurulalı iki yıl, ama Mehmet Ali Aybar’ın başkanlığında gerçekten sol bir parti haline geleli bir yıl olmuştu. Henüz çok az sayıda il ve ilçede örgütlenebilmiştik.

Herhangi bir siyasal partinin 17 Kasım 1963 yerel seçimlerine katılabilmesi için en azından 13 ilde bütün ilçeleriyle örgütlenmiş olması gerekiyordu, ama o günkü örgütlenme düzeyiyle TİP’in bu koşulu yerine getirmesi olanaksızdı.

Aybar başkanlığındaki Merkez Yürütme Kurulu’nun mevcut parti örgütlerine verdiği ilk önemli görev işçi sınıfı örgütlenmesi ve sosyalist düşüncenin yayılması karşısında en büyük engel olarak duran Türk Ceza Kanunu’nun 141 ve 142. maddelerinin kaldırılması için mücadele yürütmekti.

O zor günlerde hem bu maddeler aleyhinde mücadelede, hem de yerel seçimlerde partinin önünü açan kişi tanınmış avukat ve senatör Niyazi Ağırnaslı oldu.

Partinin 141 ve 142. maddelerin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi’nde dava açabilmesi için Senato veya Meclis’te temsil ediliyor olması gerekiyordu. CKMP senatörü olan Ağırnaslı bu partiden istifa edip TİP’e katılarak partimize Senato’da temsil edilme hakkı ve dolayısıyla bu maddeler aleyhinde dava açma yetkisi kazandırdı.

Ancak yerel seçime katılabilmek için 13 ilde tüm ilçeleriyle örgütlenmiş olma koşulunu hâlâ yerine getirebilmiş değildik.

Niyazi Ağırnaslı partiye katıldıktan sonra İstanbul’a geldiği bir akşam inanılması zor bir öneri getirdi. "Bana yetki verin," dedi, "birkaç haftada gerekenden fazla ilçede örgütlenme yaparım."

Partinin bu ilk seçim denemesine katılıp belli bir varlık göstererek meşruiyet kazanmasına büyük önem veren Aybar öneriyi derhal kabul ederek Ağırnaslı’yı örgütlenme konusunda yetkili kıldı. Gerçekten de Ağırnaslı birkaç hafta içinde ilçe ilçe dolaşarak, eski partisi CKMP’nin tabelalarını indirtip yerine TİP’in tabelalarını astıracak, böylece partinin seçime katılması mümkün olacaktı.

Seçime katılma hakkı kazandıktan sonra genel merkezdeki en önemli sorunlardan biri İstanbul ve Ankara belediye başkanlıkları için aday belirlenmesiydi.

Ankara belediye başkanlığı için herkesin uygun gördüğü partili, daha önceki bir yazımda sendikal mücadelelerini ayrıntılı anımsatmış olduğum Yapı İş Federasyonu Başkanı Fukara Tahir (Tahir Öztürk) idi. O aday gösterildi.

İstanbul belediye başkanlığı için aday belirlenmesi o kadar kolay olmadı. Türkiye İşçi Partisi’nin o dönemdeki genel sekreteri, daha önce İstanbul Barosu başkanlığı da yapmış ve partinin örgütlenmesinde büyük emeği geçmiş olan avukat Orhan Arsal’dı, İstanbul belediye başkanlığına aday olmak istiyordu. Ne var ki seçim yaklaşırken Aybar, İstanbul Belediye Başkanlığı için İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi doçentlerinden İsmet Sungurbey’in adını ortaya attı. Genç ve başarılı bir bilim adamı olan Sungurbey’in partinin imajını güçlendireceğini düşünüyordu.

Ancak Sungurbey, önerilen adaylığın üniversitede profesörlüğe yükseltilmesine engel olabileceği gerekçesiyle kendisine profesörlük sınavı bitinceye kadar anlayış gösterilmesini istedi.

Sungurbey’in adaylığı gerçekleşemeyince parti yönetimi için Arsal’ı aday göstermekten başka çare kalmamıştı. Daha önce kendisine öneride bulunulmaması necdeniyle kırgın olan Arsal’a adaylığı kabul ettirebilmek için partinin önde gelen yöneticilerinden bir heyet oluşturuldu. Anımsayabildiğim kadarıyla heyette Kemal Sülker, Cemal Hakkı Selek gibi genel merkezde ağırlığı olan kişiler de vardı. Partinin canlı tarihi olan Avukat Nebil Varuy’un deyimiyle bu "kardinaller heyeti" bir gece vakti Arsal’ın kapısını çalarak kendisinin gönlünü alacak ve İstanbul Belediye Başkanlığı için aday olmasını kabul ettirecekti.

İstanbul belediye başkanlığına adaylığı kabul ettikten sonra genel merkeze ilk gelişinde Arsal’ın ana seçim malzemesi olarak "herkese bedava ekmek" sloganını önermesi üzerine büyük tartışma çıktı. Öneri "aşırı popülist" bulunarak reddedildi.

Adayların seçim çalışmalarında ve özellikle de radyodaki propaganda konuşmalarında aklına geleni söylememeleri için bir propaganda komitesi oluşturuldu. Genel merkezin basın ve araştırma büroları üyesi olarak benim de dahil olduğum bu komitede parti adına verilecek mesajlar üzerinde görüş birliği sağlamak son derece zor oluyordu, çünkü partinin henüz kesinleşmiş bir programı yoktu. Toplantılarda her kafadan bir ses çıkıyordu.

Radyo konuşmalarının başladığı ilk akşamdı. Behice Boran’la birlikte Kasımpaşa’daki bir kahvede seçim toplantısı yapmakla görevlendirildik. Bu, Boran’ın parti adına bir işçi semtinde yapacağı ilk konuşmaydı.

Partililer biz gelmeden önce kahvede biraz hazırlık yapmışlardı, ama birçok kimse bizim gelmemize aldırış etmeden çaylarını yudumlayıp tavla veya kağıt oynamaya devam ediyordu.

Ne ki, son derece iyi bir hatip olan Boran konuşmaya başlar başlamaz bu ilgisizlik dağıldı, zarlar, kağıtlar bir yana bırakıldı, kahvedeki herkes Boran’ı sonuna kadar, zaman zaman sözlerini alkışlarla da keserek, büyük bir ilgiyle ve saygıyla dinledi.

Boran’ın konuşması bitmişti ki partili arkadaşlar TİP adına ilk seçim konuşmasını dinlemek üzere radyoyu açtılar.

Orhan Arsal konuşuyordu. Ajitasyon dozajı son derece yüksek konuşmada sık sık "İşçim, köylüm, esnafım, memurum benim" diyerek doğrudan TİP’in hedef kitlesine seslendikçe kahvede oturanlar yerlerinden fırlayarak Arsal’ı ayakta alkışlıyor, tezahürat yapıyordu.

Özellikle radyo konuşmaları nedeniyle Türkiye İşçi Partisi bu seçimde ilk kez sesini büyük kitlelere duyurmak olanağını buldu. Ancak seçime katılabildiği il ve ilçelerdeki sonuçlar belediye meclislerinde temsiline olanak vermiyordu.

Sadece, İzmir’in Gültepe gecekondu mahallesinde özellikle Kürt illerinden ve Yugoslavya’dan gelen göçmenler partinin örgütlenme çalışmalarına başından itibaren büyük bir azim ve özveriyle katılmışlardı. Bu katılım sayesindedir ki, 1963 seçiminin ardından itiraz üzerine yapılan bir ara seçimde Türkiye’de ilk kez Gültepe’de bir sosyalist belediye başkanı ve belediye meclisi seçilecekti.

SENATÖR NİYAZİ AĞIRNASLI'DAN ENTERNASYONALİST NEJAT AĞIRNASLI'YA...

Türkiye tam 56 yıl sonra bir kez daha yerel seçimlere giderken, 1963 yerel seçimine damga vuran Ağırnaslı adını saygıyla anıyorum. Ağırnaslı adı geçtiğimiz 56 yılda devrimci hareketimizin üç kuşağını birbirine bağlayan ve enternasyonalizmini sembolize eden bir kızıl çizgidir…

1963 seçimlerinde isimleri öne çıkan Niyazi Ağırnaslı ve Orhan Arsal, bir süre sonra parti yöneticilerinin bir kesimi tarafından kendilerine rakip olacakları endişesiyle Türkiye İşçi Partisi’nden tasfiye edildiler.

Kendisi de daha sonra partiden ihraç edilecek olan o dönemin TİP Ankara İl Sekreteri Avukat Halit Çelenk, "Türkiye İşçi Partisi’nde İç Demokrasi" adlı kitabında Ağırnaslı’nın tasfiye gerekçesini şöyle anlatıyor:

"Niyazi Ağırnaslı 1964 yılı ortalarında bir Avrupa gezisi yapmış, Macaristan’a da gitmiş ve orada eski sosyalist dostlarıyla görüşmeler yapmış, TKP Genel Sekreteri ve aynı zamanda daha önceki yıllarda arkadaşı olan Zeki Baştımar (Yakup Demir) ile de görüşmüş. İşte bu görüşme nedeniyle, bunun TKP ile partinin bir ilişkisi bulunduğu şeklinde yorumlanabileceği endişesiyle olay Merkez Yürütme Kurulu’nda ele alınmış. Hakkında soruşturma açılmasına karar verilmiş…"

Kaderin cilvesidir ki, o dönemde TKP Genel Sekreteri ile sadece eski dostu olarak görüştüğü için Ağırnaslı’yı partiden uzaklaştıran yöneticilerin bir bölümü, onun ölümünden birkaç ay önce, 20 Haziran 1987’de Brüksel’de yaptıkları bir basın toplantısıyla TİP’in hukuki ve örgütsel varlığını sonlandırarak TKP ile birleşme kararı verdiklerini açıklayacaklardı.

Niyazi Ağırnaslı, partiden uzaklaştırılmasına rağmen, 7 Ekim 1987’ye kadar süren tüm yaşamı boyunca sosyalizm ve insan hakları uğrunda mücadelenin hep ön saflarında bulunmuş, Devrimci Avukatlar Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği ve İnsan Hakları Derneği yönetimlerinde yer almıştı. O da, tıpkı Halit Çelenk gibi, Mehmet Ali Aybar gibi 1971 ve 1980 darbelerinden sonra açılan siyasi davalarda avukat olarak devrimcilerin savunmasını üstlenmişti.

Niyazi Ağırnaslı’nın kızı Nuran Ağırnaslı da genç yaşta devrimci harekette yeralmış, 1971 sonrasında THKO, 1980 sonrasında da TDKP davalarından yargılanmış, mahkûm olmuş, 80’li yılların sonlarında çocukları Elif ve Nejat’la birlikte sürgüne çıkmak, mücadelesini orada sürdürmek zorunda kalmıştı.

Ağırnaslı ailesinin üçüncü kuşağından sosyolog Suphi Nejat Ağırnaslı ise Almanya’da başladığı devrimci eylemliliğini daha sonra Türkiye’deki üniversite yıllarında enternasyonalist bir anlayışla geliştirmiş, son olarak Paramaz Kızılbaş kod adıyla Kobane’de YPG saflarında IŞİD’e karşı savaşırken 13 Ekim 2014’te hayatını yitirmiştir.

Evet, Ağırnaslı adı, 1963 yerel seçimleriyle 2019 yerel seçimleri arasında tarihsel bağlantı kuran bir kızıl çizgidir. Bu kızıl çizgide Kürt halkının özgürlük mücadelesine fiilen katılarak can vermiş farklı kökenden çok sayıda enternasyonalist devrimci vardır.

Nejat Ağırnaslı’nın ölümünü, Rojava’da Beynelmilel Özgürlük Taburu komutanlarından Ermeni kökenli 61 yaşındaki Nubar Ozanyan (Orhan Bakırcıyan)’ın 14 Ağustos 2017’de Rakka’yı kurtarmak için IŞİD katiller sürüsüne karşı savaşırken vurularak sonsuzluğa göçmesi izlemiştir.

Önümüzdeki 31 Mart yerel seçimlerine katılan ya da katılamayan düzen karşıtı tüm partilerin oluşturacakları ittifaklarda ve yürütecekleri seçim kampanyalarında hedefleri sadece belediye başkanlıkları ya da belediye meclisi üyeliklerini kazanmak değil, aynı zamanda Türkiye insanını ve diyasporalarını Tayyip ve onun cürüm ortaklarının sınır ötesi cani projelerine karşı uyarmak olmalıdır.

Ortadoğu halklarının özgürlük ve barış içinde birlikte yaşam için verdiği ölüm kalım mücadelesini desteklemek olmalıdır.

1963’ten günümüze uzanan kızıl çizginin bugün hayatta olmayan kahramanlarına saygının gerektirdiği budur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi