Ragıp Duran
Yerleşmişse devlet virüsü zihinlere, eyvah!
Küçük yaştan beri aile içinde, mahallede, okulda, işyerinde, hayat boyu medya ve kitaplarla temasta, muhabbetlerin etkisiyle yani çevremizle oluşuyor düşünceler, fikirler.
Birey olmanın pek kolay olmadığı bir toplumda, ‘’kalabalık’’, ‘’çoğunluk’’, ‘’millet’’ belki de ‘’halkımız’’ gibi sözcük ve kavramlar, gerici, tutucu, ırkçı yaklaşımların kök salması için kabul edilebilir bir zırh haline gelir. Bir nevi meşruluk oluşturur haliyle. ‘’Sürüden ayrılanı kurt kapar’’ çünkü. ‘’Çevremde herkes böyle düşünüyor’’ diyerek emniyette bile hissedebilir insan kendini. Ayrıca da büyük güç Devlet nezdinde, kabul edilebilir hatta makbul bir konuma geçmiş olur böyle düşünüp davrananlar.
Sürü’nün dini tercümesi Ümmettir, siyasal bilgiler terminolojisinde üreten mekanizmanın adı ise Devlet oluyor. (Bkz. Bourdieu). Gramsci’nin ‘’İdeolojik Egemenlik’’ kavramı da buradan gelir zaten.
Sürü deyince aklıma geldi. Renaud’nun ‘’Les Mots’’ (Sözcükler) şarkısında da geçer. Şarkı sözleri ve videosu burada.
Şiirler, şarkılar, bildiriler götürür sizi güzel dünyalara
Hep yepyeni ufuklara, sürülerden uzaklara
Dile kolay 16 devlet kurup, 15’ini gömmüş bir soyun efradıyız. Devlet memuru olabilmek bir zamanlar en büyük idealiydi milyonlarca insanın. Silaha da meraklı olunca bu güruh, ‘’Benim oğlum ya asker olacak ya da polis’’ dedi milyonlarca anne. Kemal Tahir, başarısız bir şekilde cinsiyetini değiştirmeye çalışmış olsa da Devlet, ‘’Baba’’ olmuştur hep. Sever de döver de. Sevdiğini pek kimse görmemiş olsa da.
Dikkat edin, az çok okumuş yazmış ortalama her Türk, bir yabancıyla konuştuğunda ya da yurtdışına çıktığında çoğunlukla ‘’Biz Türkler…’’, ‘’Biz Türkiye olarak…’’ diye konuşur. O, yabancıyla temasta, hemen Büyükelçi oluverir. Kendi adına konuşmaz, konuşamaz, Devlet’i savunur. El âleme rezil olmayalım! Kolay değil tabii, Osmanlı’da 6 asır kul olarak yaşamışız, öyle iki-üç kuşakta edinilmiyor bağımsız yurttaş statüsü.
Devlet adı verilen heyhula olmasaydı, bugün Hitler’in, Stalin’in adını hatırlayan olur muydu? Üçüncü ismi siz ekleyin.
Devlet aslında kansorejen bir virüstür. Tedbir almazsanız çok kolay bulaşıverir hemen. Eritir, çürütür düşünme yeteneğimizi. Yerleşir zihinlere, komuta kademesine geçer, direksiyon artık onun elindedir. Öyle talimata, emire, baskıya, etkilemeye filan da gerek kalmaz. Gönüllü kulluk. Ya da Orwell değil Huxley! Devlet gibi düşünür, Devlet gibi tutum takınırsınız. Hiçbir tehlikesi yoktur, aksine ilgili makamlarca tebrik, takdir ve taltif edilirsiniz.
Devlet virüsü dediğim aslında bir dogma. Yerinden kımıldamaz, oynamaz, sarsılmaz kolay kolay. Her soruna, her konuya bir cevabı, reçetesi vardır. Cevaplar, reçeteler kalıplar halinde hazırdır: Devletin ve milletin bölünmez bütünlüğünden, Türk tarihinin parlak sayfalarına, İyi ama…lardan Batı emperyalizmine karşı’ya, Beka’dan Lüzum Üzerine’ye, Milli Güvenlik’ten Devlet Sırrı’na kadar bir dizi altdogma ile karmaşık, çok boyutlu bütün meseleler kolaylıkla ve itinayla halledilir. Dogmanın bir yan anlamı ya da türevi de tabudur değil mi?
Devlet, gerçeklerle savaşta da fevkalade beceriklidir. Çok kolay yalan üretir, elindeki dağıtım mekanizmasıyla da yaygınlaştırıp meşrulaştırmaya çalışır yalanı. Gerekirse yalanı gerçek yerine koyan kanun da çıkartabilir.
Karşı fikrin, dogma ve kalıplarla yalanların yetersiz kaldığı anda devreye şiddet girer, önce polis sabaha karşı evinizi basar, emniyet, savcılık, hastane derken kodeste bulursunuz kendinizi. Toplu halde davranıyorsanız, bodrumlarda yakarlar sizi. Ermenilere sorun, kitlesel olarak ne yaptığını o yüce gücün.
O zaman isteyen ‘’Yanlışlık oldu herhalde’’ diyebilir ya da ‘’Hak hukuk adalet’’ sloganına sarılır. İkisi de serbesttir ve etkisiz.
Devlet virüsünün farklı versiyonları da mevcuttur. Örgüt virüsü, Din virüsü, Milliyetçilik virüsü…vs… Kendini solcu sanan kesimde de mevcuttur bu virüs türlerinden bazıları.
Her derdin/belanın bir panzehiri olduğu gibi, Devlet virüsünün ilacı da bağımsız birey, eleştirel düşünce, dayanışma ve itirazdır. Yani başkaldırı.
Bu uzun girizgâh, geçen hafta Artı Gerçek’ten ayrılmak zorunda kalan bir yazarla ilgili/sınırlı değil. O sadece bir örnek. Beyninin önemli bir kısmında Devlet virüsü taşıyan o kadar çok insan var ki bu memlekette, inanılmaz. Üstelik de ya memnundurlar bu durumdan ya da farkında değildirler. Çetin Altan bu kesime ‘’Hazineden Geçinenler’’ derdi. Mesele tabii ki salt nereden, kimden maaş aldığınla sınırlı değil. Fikrini, düşünceni nasıl oluşturduğun tayin edici.
Devlet virüsünü bozacak önemli bir etken de bilgi. Hemen yazar örneğine dönelim: Yazdıklarına inanacak olursak, Türkiye’de şiddetin tek ve esas kaynağı PKK’dir. 1925’den beri sivil ve siyaset alanını mevzuat ve uygulamaların yanı sıra şiddet ile sınırlayan, Kürtleri buradan dışlayan devlet yok bu yazarın belleğinde. İsmail Beşikçi’nin kitaplarını hazmetmeden ayrıca Kürtlerin sorunlarını/acılarını yürek ve vicdanlarında hissedemeyenlerin bu konuda yazdıkları, kaçınılmaz olarak devlet literatüründe sınıflandırılır. Tesadüf değildir, yazarımız, HDP’nin, PKK vesayetinden kurtulması gerektiğini vaaz ederken, aynı gün Sabah gazetesinde aynı görüşün bir iktidar yanlısı tarafından yayınlanmış olması.
Siyasetle ilgilenen Kürtler, özel hayatlarında, yurtdışında, yayın organlarında bu meseleleri kendi aralarında uygarca konuşuyor, tartışıyor. Oralarda PKK eleştirisi de var. PKK’nin, Öcalan’ın olduğu gibi HDP’nin fikir ve görüşleri İnternet’de bile mevcut. Açıp okuyup kavramaya çalışsa bir insan, Devlet virüsünün varlığından hiç olmazsa haberdar olabilir. Bu bile, ilk adım olarak fena bir başlangıç sayılmaz. Sonra çok uğraşmak lazım virüsü kökünden söküp atmak için. 1925’den bu yana meseleyi çözemeyen iktidarlara, - çünkü tek yöntem olarak şiddeti benimseyip uyguladılar-, ‘’Şiddetin vesayetinden kurtulsanız iyi olur’’ deme olgunluk ve cesaretini gösterebilirseniz, Devlet virüsünü defetme şansına da kavuşursunuz.
Devletin politika ve uygulamalarına değinmediği gibi bu politikaları destekleyen ana muhalefet partisinin yönetimine de en küçük eleştiri getirmeden HDP’ye akıl vermek çok zor bir iş olmasa gerek. Gazeteci ya da köşe yazarı konumunu misyonunu bilmezse gazeteci ve köşe yazarı niteliğini yitirir. Yanlış, çarpıtılmış olgu ve bilgilerden yola çıkıp, bir grup insana ağır ithamlarda bulunur sonra. Gerekli cevap verildi ama gazetecilik ve nezaket kuralları çerçevesinde oldu bitti bu aşamada. Oysa ki, herkes biliyor ki, Türkiye’de kamuoyu önünde PKK’yi kınamak da, protesto etmek de, mahkûm etmek de serbest hatta teşvik ediliyor. Ama ciddi bir PKK tartışması yapmak, yasak olduğu gibi, hem kanuni açıdan hem de Türk mahallesi baskısı açısından denenmemesi gereken bir girişim. Tahir Elçi’yi unutmadık. Bu yazar sanki bu ortamı bilmezmiş gibi, hâlâ tartışmaktan söz ediyor, hâlâ haklı olduğunu iddia ediyor.
Zamanlama da manidar. Halkın çoğunluğunca seçilen 3 Kürt Belediye Başkanının görevden alınıp yerlerine kayyım atanıp onlarca HDPlinin gözaltına alındığı bir dönemde, o meşhur ‘’Güvenlik Uzmanları’’ çıkıp böyle yazılar yayınlasa, kabul edilmese bile anlaşılır da, n’oluyoo öyle…’’İsterseniz anlamayın!’’ mesajı mı veriyor?
Umarım bu densizlik, cehaletin ve siyasal körlüğün, yani Devlet virüsünün doğal bir tezahürü ya da sonucudur. Aksini düşünmek bile istemiyorum.