Savaş Kılıç

Savaş Kılıç

“Zamansız Börekçi”

Her türlü doğruluğun yegâne kaynağı –ne kökendir ne de tarih– yaygınlıktır efendim, yaygın kabuldür. Kişisel görüşüm, konuşanlar topluluğunun hatırı sayılır kısmı bu kullanımı anlıyorsa, bu kullanımın artık doğru sayılması yönünde.

Metroda bir reklama rastladım: “Zamansız börekçi” (küçük bir değişiklikle aldım sloganı). Kastını anladığım halde içimden gülmeden edemedim, “Zamanı mı yokmuş börekçinin börek yapmaya?!” dedim. Türkçesi kıt bir reklamcının işi olduğuna hükmedip geçtim. Sonra ister istemez o reklamcının neden bu kelimeyi seçtiğini düşündüm. Zamansız’ın bu anlamda kullanılışına nerede rastladığını tahmin edebiliyordum: Son zamanlardaki felsefe, sosyal bilimler çevirilerinde İngilizce timeless ya da Fransızca intemporel’in karşılığı olarak rastlıyordum, karşıma çıktığında “zamandan münezzeh, zamandan bağımsız, zamanı aşan” gibi karşılıklarla değiştiriyordum. Reklamcı da bir şekilde film değerlendirmesi gibi bir metnin çevirisinde rastlamış ya da yabancı dil biliyorsa kendisi kafasında böyle çeviriyor olabilirdi.

İçimdeki inançsız edebiyat öğretmenini uykusundan uyandıran can sıkıcı an geçtikten sonra bu kullanım karşısında ne düşünmeliyim diye düşüncelere daldım. Bir yandan içimdeki amatör dilbilimci dillerin birbirinden (kelimenin yanı sıra) anlam da aldığını, devşirdiğini biliyor ve bu süreci olağan karşılamam gerektiğini telkin ediyordu bana. Öte yandan deminki karikatürde olduğu gibi iletişimin –en azından bir aşamada– gerçekleşmediği, daha doğrusu gerçekleşmeme ihtimalinin bulunduğu hissini taşıyordum, bu da edebiyat öğretmenine destek çıkan bir argüman oluyordu.

Peki bu iki yaklaşımın birden hakkını vermenin bir yolu var mıydı? Bu da bana öyle geliyordu ki ancak tarihsel (ya da biraz daha teknik bir dille, artzamanlı) bir betimlemeyle mümkün olabilirdi: Kendi adıma tercih etmediğim ama iletişimi kolaylaştırmak için kullanacağım terimlerle, “zamansız”ın zamandan münezzeh anlamında kullanılmasının “yanlış” olduğu bir aşama ile “doğru” sayılacağı bir başka aşama olduğu kabul edilebilirdi. Doğru ya da yanlışın ölçütü konusunda ise ortaöğrenime hiç taviz vermiyordum: Her türlü doğruluğun yegâne kaynağı –ne kökendir ne de tarih– yaygınlıktır efendim, yaygın kabuldür (bir başka deyişle, mutabakat ya da daha dilbilim içi bir deyişle, teamül).

Söylediklerimi açmaya çalıştım hocam için: Zamansız ya da vakitsiz gibi sıfatların Türkçedeki temel anlamı “erken, uygun zamanda olmamış”tır. Bu şekilde en yaygın kullanımı da herhalde bir şahsın “zamansız/vakitsiz ölümü”nden söz ederkendir. Fakat bir şekilde, kitap ya da sosyal medya çevirileri yoluyla İngilizce timeless’ın karşılığı olarak zamansız kelimesinin kullanılmaya başlaması söz konusuydu. Örneğin “zamansız bir şarkı”dan söz eden bir tvite rastlayabiliyorduk.

Bu kullanım başlarda, Türkçe kelimenin o anki teamüllere göre taşıdığı anlama ters düştüğü için “yanlış”tır, benim gibi işi “düzeltmek” olan biri de bu kullanımları karşısına çıktıkça düzeltir. Ama kullanım, yabancı dilin etkisiyle, yaygınlaşabilir ve yaygınlaştıkça bu anlamda kullanılması da bir teamül haline gelir. Peki o zaman yine “yanlış” diyebilir miyiz bu kullanıma? “Zamansız ‘zamandan münezzeh’ anlamına gelmez” deyip parmak sallamaya devam mı edeceğiz kullananlara? Yoksa kelimenin artık bu anlamı da taşıdığını kabul edip “doğru” saymaya cevaz verecek miyiz? Kişisel görüşüm, konuşanlar topluluğunun hatırı sayılır bir kısmı bu kullanımı anlıyorsa, yani iletişim kurulabiliyorsa, bu kullanımın artık doğru sayılması yönünde.

Bu son cümlede tartışmaya açık epey bir ifade kullandım: “Hatırı sayılır kısım” nedir? Sayıca neye tekabül eder mesela? Saptamayı kim yapacak? Doğru sayma işlemi nasıl ilan edilecek? “Artık” derken “hatırı sayılır kısım”ın saptanmasından ne kadar zaman sonrayı kastediyorum? Kim niye bunlara itibar etsin? Bu sorular epey teknik ve uzun bir tartışmayı gerektirdiği için şimdi girmemem daha iyi olacaktı. Ama görüşümü ana hatlarıyla anlatabildiğimi umuyordum: yani dilde doğruluğun kaynağının kullanım, yaygınlık, teamül olduğunu.

Peki bunları bu şekilde ortaya koyduktan sonra sakinleşti mi içimdeki edebiyat öğretmeni? Hayır, ne münasebet. “Velevki bu dediklerin oldu, bir dilin başka bir dilden anlam alması doğru mu?” diye diretti. Beni huzursuz etmek için, “hele ki Amerikancadan alması?” diye üsteledi. Edebiyat öğretmenim doğru ve yanlış gibi kavramlarla düşünmeyi çok seviyor, fark etmişsinizdir. Emperyalizm kartına karşı hinlik yapmak geldi içimden:

Kıvranan öğretmenime başka dillerden geçmiş kelimelerin Türkçede farklı anlamlarda kullanılmasını, yani yeni anlamlar kazanmasını da doğru bulmadığını hatırlattım. Doğruladı beni istemeye istemeye. “Sen istemesen de sırf Türkçe değil bir sürü dil başka dillerden kelimeler almış, onlara farklı anlamlar yüklemiş; bazen de o kelimelerin anlamlarını Türkçe kelimelere yüklemiş, kim buna nasıl engel olsun ki hocam?” dedim, sustu. Saldırı sırası ona geçmişti: “Peki dilimizi hiç mi korumayalım, her şeye seyirci mi kalalım, hocam?” dedi, bu defa da içimdeki amatör dilbilimci sustu. “Dilbilim heveslisi olarak elimden bir şey gelmez,” dedim “ama işi metinlerle uğraşmak olan biri olarak çevirirken, yayına hazırlarken teamül haline gelmemiş değişimlere yüz vermiyorum,” diye itiraf ettim. Muzip muzip güldü. Haksız da değildi hani, bu ne perhiz bu ne lahana turşusuydu yani. İnançsız bir edebiyat öğretmeni olduğum gibi inançsız bir dilbilim meraklısı olduğumu söylemedim. Gerek yoktu her şeyi bilmesine.


Savaş Kılıç: 1975'te doğdu. Türk Dili ve Edebiyatı ve dilbilim eğitimi gördü. İngilizce ve Fransızcadan çevirileri, çeşitli dergi ve kitaplarda yayımlanmış yazıları var. Metis Yayınları'nda editör olarak çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Savaş Kılıç Arşivi