12 Eylül'ün ılımlı İslam çabası bugünkü dinci faşizmi getirdi...

Kenan Evren'in Kur'an-ı Kerim'i elinde sallayarak ayetlerden örnek vermesi ve Turgut Özal'ın başbakan yapılması Türkiye'de 2 önemli olayın başlangıcıydı.

Kur'an-ı Kerim ile İncil arasında içeriği dışında çok önemli bir fark var, o da İncil'in Matta, Markos, Luka ve Yuhanna tarafından yazılmış olması, Kur'an-ı Kerim'in ise Allah tarafından gönderildiğidir. İncil'de yazılı metinde değişiklik yapılmasa da şifahi anlamda günümüz şartlarına göre değişiklikler yapılmaktadır. Başka türlü hiçbir inançtan insanların günümüz teknolojisine ayak uydurmaları olası değildir. İslamiyette çok fazla örnek vermeye gerek yok, şeriatla yönetildiği iddia edilen Suudi Arabistan'da kadınların ehliyet alma savaşımını ve İran'da kadınların zoraki örtünmeye karşı savaşımlarını buna örnek verebilirim. Hristiyanlar yaklaşık 10 yıldır cennetle cehennemin olup olmadığını tartışıyorlar. Hatta bu tartışmaya Papa da dahil oldu ve günahkârların yok olduğunu, dolayısıyla cehennemin olmadığını söyledi. Sonradan Vatikan bunu reddetse de bu tartışmalar beraberinde cehennem yoksa cennet de yoktur tartışmalarını da beraberinde getirdi.

 

12 Eylül darbesinin kırkıncı yılındayız ve hâlâ bitakım anılar paylaşıp, sayılarla örnekler verip oyalanıyoruz. Bir de en büyük marifetimiz, Erdoğan mı kötü, 12 Eylül mü komiklikleri var. Bu soruyu ortaya atanlara tek yanıtım var, bu yaklaşımınızı hangi dönemde olursa olsun, çocukları yada eşleri idam edilenlere, katledilenlere, gözleri önünde anneleri, kızkardeşleri yada eşleri tecavüz edilenlere söyleyin, belki o zaman faşizmin kıstasını yapmaktan vazgeçersiniz.

 

12 Eylül darbesi sonrası bikaç şeyi yapmamız gerekiyordu ama yapmadık. Büyüğünden küçüğüne kadar hiçbir örgüt olarak özeleştiri vermedik, 40 yıl geçti ve hâlâ "O gün bunlara mecburduk" diyerek kendi kendimize bir haklılık olgusu çıkartıyoruz ortaya.

 

Bugün 12 Eylül'le ilgili Dev-Yol lideri Oğuzhan Müftüoğlu'yla yapılan söyleşiyi okudum. Darbenin olacağından haberlerinin olup olmadığı ve buna karşı ne gibi önlemler aldıklarını sormuşlar kendisine. Oğuzhan bu konuyu çok tartıştıklarını ve değişik fikirler çıktığını söylüyor ve sonuçta tam bir neticeye varamadıklarını açıklıyor. 80'lerin en büyük örgütüsün ve çözümün yok, bu örgüte inanarak ölenler var. Ölen olabilir ama teslim alınarak değil, mücadele edilerek diye düşünmüşümdür hep.

 

Müftüoğlu'nun son söylediği önlemde durup 5 dakika düşündüm ve o gün yapılan bu koca hatayı nasıl hâlâ açıklayabildiğine şaşırdım kaldım. Dev-Yol'a baskının Ankara'da olacağını düşünüp, Nasuh ve bikaç arkadaşla Istanbul'a gelmişler. Saklanmak için Istanbul'a gelen bir örgüt yönetimi, nasıl özeleştiri verebilir ki, şimdi daha iyi anlıyorum.

 

12 Eylül'ün ikinci felaketi diğer darbelerin dışında Kenan Evren'in neden her konuşmasında Kur'an-ı Kerim'den bir ayet okuduğunu kimse anlamadı. Anlamadığı için de anayasa değişikliği sonrası yapılan seçimlerde Turgut Özal'ın kurduğu Anavatan Partisi'ne demokrat muamelesi yaptılar. Oysa o Turgut Özal darbenin yapılma nedeniydi 24 Ocak kararlarıyla ve onlarca arkadaşımızın öldürülmesinde payı ve imzası vardı.

 

İşte o Oniki Eylül sonrası özeleştiri vermeyenlerin bir kısmı Kenan Evren diktatörlüğünün yasaklarını bir kenara atarak Özal demokrasisine sarıldı. Aynı ekip daha sonra da Recep Tayyip Erdoğan'a aynı gözle baktı. %92 oy aldı bu anayasa ve gerekçesi zarflardaki mavi renkte olan hayır pusulasının belli olmasıydı ve ne yalan söyleyeyim, hepimiz o kadar demokrattık. Zarfta gözükecek olan demokrasi rengimizin belli olmasından bile korktuk ve bu yüzden Aziz Nesin, söylediği % 60 aptal oranını ikinci olarak sorulduğunda "Kenan Evren'e oy veren kadar" diyerek esasında Türkiye'de verilen demokrasi mücadelesini de eleştirmişti.

 

Kenan Evren'in Kur'an-ı Kerim'i elinde sallayarak ayetlerden örnek vermesi ve Turgut Özal'ın başbakan yapılması Türkiye'de 2 önemli olayın başlangıcıydı. Birincisi "Ilımlı İslam" projesi bir şekilde başlatıldı, ikincisi de askeri darbeden sivil darbeye geçişti. O gün bugündür ben askeriyenin bir şekilde hep siyasetin içinde olduğunu ve Türkiye'yi yönettiğini iddia ediyorum.

 

Ilımlı İslam projesinde Fethullah Gülen ve arkadaşları çok önemli rol oynadılar. Ilımlı İslam konusundaki karşı yazılarımda bu yazının başında belirttiğim konudan dolayı hep karşı çıktım. Karşı çıktım derken yanlış anlaşılmasın, ateist olduğumdan karşı çıkma hakkım olmadığını biliyorum, olamayacağını söyledim ve yazdım hep. Bunun nedeni de Kur'an-ı Kerim'in İncil'in tersine Allah tarafından gönderilmiş olması ve doğal olarak da değiştirilememesi.

 

Ilımlı İslam tartışmaları başka bişeyi daha ortaya çıkarttı Türkiye'de, adına ister sekülerizm deyin, ister Ilımlı İslam yada benim iddia ettiğim gibi büyük bir çoğunluğu deist olan bir ülke deyin, bu tartışmalar köktendinciliği de beraberinde getirdi. Esasında köktendinciliğin çıkma nedeni de sekülerizm bütün dünyada. Hangi din olursa olsun, dinlerin insanlarla beraber modernleşmesi yada modernleştirilmeye çalışılmasıyla köktendincilik de ortaya çıkıyor -ki bu aralar çok tartışılan evangelizm de böyle ortaya çıkmıştır- ve hem tarikatlara hem de hükümete ve dolayısıyla devlete yansıyor.

 

Bugün Türkiye'de yaşadığımız sorunların başında 12 Eylül darbesiyle başlayan ve hiç yüzleşmek istemediğimiz dinin devleti yönetenler tarafından çok fazla dillendirildiği ve kademe kademe uygulamaya konulduğu bir süreç geliyor.

 

Bu konuda aydınlar ve dindarlar da yeteri kadar eğitimli olmadığından köktendincilerle muhafazakârlar da hem birbirine karıştırılıyorlar, hem de onlar kendilerini tam olarak tanımlayamıyorlar. Muhafazakârlar daha mütevazidirler, köktendinciler kadar keskin değillerdir, ancak tam olarak ne olduklarını bilmediklerinden güya çaktırmadan IŞİD'i de savunurlar, sapkın liderini dışlarmış gibi yapıp tarikatları da.

 

Yazının başında da dediğim gibi 12 Eylül dönemini tek başına darbe olarak irdelemek yerine bütün nedenleriyle araştırmak gerek. Onca insan varken neden Özal'a rakip olarak Turgut Sunalp seçildi, bunun bile ayrı bir nedeni var. Kısacası 12 Eylül sadece yükselen devrimci harekete karşı yapılmadı, bütün Ortadoğu'da gelişen ve değişen olayları iyi okumak gerekiyor. Buradan baktığımızda Erdoğan'ın neden tercih edildiğini daha iyi görüyoruz. Sonrası ne mi olacak, bence aynı hükümet içinde Erdoğan-Ergenekon ve NATO (Hulusi Akar ekibi) savaşımı sürüyor, du bakali kim kazanacek.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi