Ayşe Yıldırım
‘Derin’lerde neler oluyor?
23 Haziran İstanbul yenilgisinin ardından gözler Erdoğan'a çevrildi. Nasıl bir yol izleyecekti.
Yeni bir stratejiyle yumuşama mesajı verecek miydi, yoksa aynı hukuksuz ve sert politikalara "devam" mı diyecekti?
Üç büyük şehri kaybeden, MHP ile ortak girdiği yarışta oy oranı yüzde 44’lerde kalan, Yıldırım’ı değil de kendini oylatan, ekonomik krizin göbeğinde, S-400 açmazında, yeni parti ya da partilerle bölünme tehlikesi altında olan Erdoğan, tercihini ikinci şıktan yana yapmış görünüyor.
Öyle ki "hukuk" konusunda kendisini uyaran Genel Başkan Yardımcısını bile terslemiş.
Abdülkadir Selvi yazdı önceki gün Hürriyet’te. Selvi’nin yazısının o bölümü birçok sitede haber de oldu.
Haberleri okuyunca "Selvi bunu niye yazdı?" sorusu aklıma takıldı. Yanıtı yazının tamamını okuyunca netleşti.
Selvi uzun uzun AKP’nin daha önceki seçimlerde uyguladığı stratejiyi, sonuçları nasıl masaya yatırıp değerlendirdiğini ve kazanmak için nasıl politika değişikliklerine gittiğini anlatıyor önce.
Bu kez ise "güçlü bir değişim iradesi görmediğini" belirterek AKP MYK’sında geçen malum olayı yazıyor:
"AK Parti MYK’da ve ondan bir gün önce İstanbul’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a seçim sonuçlarına ilişkin iki ayrı sunum yapılmış. Oy hareketleri üzerinden bir tablo çıkarılmış. Ekonomi, işsizlik, Suriyeliler, YSK’nın iptal kararı, Öcalan’ın mektubu gibi nedenlere pek girilmemiş. Kampanyanın dili üzerinde durulmamış.
Cumhurbaşkanı Erdoğan önemli değerlendirmeler yapmış. Erdoğan’ın değerlendirmesinde ‘Eski arkadaşlarımızın ihanetine uğradık. Sırtımızdan hançerlendik’ şeklinde bir bakış açısı hâkimmiş. Cumhurbaşkanı bir ara Ordu Havalimanı’nda yaşanan VİP olayına değinmiş. Seçim kampanyası sırasında da bu konu üzerinde durmuş ‘Yargının vereceği kararı ben şu anda bilemem ama yargının vereceği karar bu işte (İmamoğlu’nun) önünü kesebilir’ demişti.
Erdoğan benzer değerlendirmeyi MYK’da yapıyor. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı ise ‘Bu söylediğiniz hukuken doğru değil. Suçlu bulunsa dahi belediye başkanı görevden alınamaz, en fazla kınama cezası verilir’ diye itiraz ediyor. Bunun üzerine Erdoğan ile Yazıcı arasında bir gerginlik yaşanıyor.
Ordu Valisi Seddar Yavuz’u tenzih ederim. Geçmişte Tansu Çiller, İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir yüzünden CHP ile koalisyonu bozdu. 28 Şubat sürecinde Menzir, DYP’yi parçalayıp DTP’yi kuran ekip arasında yer aldı. Yasaklar referandumunda Antalya Valisi Bahattin Güney, Özal’ın gözüne girmek için Demirel’i miting meydanına sokmadı. Ama Antalya’da Demirel’i ‘Kurtar bizi baba’ diyen on binler karşıladı."
Elbette ‘gerginliğin’ boyutunu, Erdoğan’ın sözlerini paylaşmıyor Selvi.
Peki Selvi, bunu niye yazdı?
Yazısının sonundaki şu cümle ilginç:
"AK Parti’nin devletin sesine değil, milletin mesajına odaklanmasında yarar var."
Selvi hangi devletten söz ediyor? Devlet Bahçeli mi? Herhalde o olsaydı adını büyük harfle yazardı. Yoksa devletin "derin" taraflarında bir yeri mi işaret ediyor Selvi.
Niye AKP yandaşları bugünlerde "devlet"ten söz etmeye başladı?
Nagehan Alçı da 8 Haziran’da Habertürk’te "Ankara’da tuhaf şeyler olduğunu" söylemiş ve AKP’nin şu an tek başına iktidar olmadığını ‘kimi devlet güçleri’ ile koalisyon içinde ülkeyi yönettiğini ve "o güçlerin istediği politikaları da yaptırabildiği kadar Erdoğan’a dayatma eğiliminde olduğunu" yazmıştı.
Hatırlarsanız, Sabah’ın Ankara temsilcisi ve AKP sevdalısı Okan Müderrisoğlu da seçimden bir hafta önce Ekrem İmamoğlu’nu kötülemeye çalışırken "Ankara’da kimi devlet dinamiklerinden de şu veya bu ölçüde himaye gördüğü izlenimi veriyor!" demişti.
Sahi "derinlerde" neler oluyor bugünlerde?