Celal Başlangıç
Savaş koalisyonu duvara tosladı; kanlı tuzaklara dikkat!
İki ya da üç kişiler. Ellerinde Avukat Erdal Doğan’ın fotoğrafı var.
Bürosunun bulunduğu işhanına geliyorlar. Kapıcıya Erdal Doğan’ı soruyorlar "Ne zaman gelir, ne zaman gider" diye.
Elbette bu tür soruşturulması, yoklanması ilk değil Doğan’ın.
Daha önce de ölüm tehditleri almıştı, boşanma davası bahanesiyle gelen "müvekkil kılığına girmiş" bir takım garip insanların "Ermenilerin davalarına bakıyormuşsun, öyle öğrendik" gibisinden sözlerine muhatap olmuştu.
Bu "soruşturma" üzerine işyerinin önüne kadar gelen insanların güvenlik kameralarına yakalanan görüntülerini sosyal medya hesabı üzerinden paylaştı Doğan. Üzerine de bir not düştü:
"Bu mecrayı kendimle ilgili herhangi konuda paylaşmamaya özen gösteririm. Bu nedenle öncelikle herkesten özür dilerim. Fakat konu yalnızca benimle ilgili gözükmediği için paylaşma gereği duydum."
Doğan, dün katıldığı Artı TV’deki Haber Aktüel programında dikkat çekici bir öngörüde bulundu:
"Bu tür gizemli kişiler tarafından soruşturulmam, ölüm tehdidiyle karşılaşmam ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi krizle ilişkili. Bu olayları dengesiz veya kendini bilmez kişilerin işleri diyerek geçiştiremeyiz. Bunlar önümüzdeki dönemin hazırlıkları. Bu şahıslar hakkında işlem yapılmaması bir ortam hazırlanması anlamına geliyor. Siyasal ve ekonomik krizlerin derinleştiği bu dönemde karanlık/derin güruh bu krizleri derinleştirecek. Anlaşıldığı kadarıyla bu tür cinayet olayları benimle sınırlı kalmayacak."
Doğan’ın dikkat çektiği siyasi ve ekonomik kriz gerçekten de giderek derinleşiyor.
Sadece AKP’nin değil, MHP’sinden Vatan Partisi’ne, hatta BBP’sine kadar geniş bir hatta oluşan ve içinde "eski vesayetçiler"in de olduğu "Cumhur İttifakı"nın en büyük korkusu 31 Mart’taki yerel seçimlerde alınacak bir yenilgiyle Erdoğan’ın iktidarının sarsılması.
Ancak korkunun ecele faydası olmuyor. Cumhur İttifakı yerelde çatırdıyor. MHP’li ve AKP’li il başkanları görevden alınıyor, ittifakı eleştiren MHP’li milletvekili disipline gönderiliyor.
Erdoğan, TBMM Başkanı Binali Yıldırım’ı görevinden istifa ettirmeden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adaylığı görevine tayin ederek göz göre göre bir "anayasa krizi"nin çıkmasına yol açıyor.
Bununla da yetinmeyerek YSK üyelerinin görev sürelerini seçime birkaç ay kala bir yıl daha uzatma girişiminde bulunarak ikinci bir "anayasa krizi"ne yol açmaktan çekinmiyor.
Bütün bunlar Erdoğan’ın bugüne dek kesintisiz uyguladığı "krizi krizle aşmak" yönteminin bir tezahürü.
Ancak kriz sadece siyasi değil ki.
Ekonominin makyajlanmış verileri bile tam bir felaket. Yıllık makyajlı enflasyon yüzde 20’nin üzerinde.
Dışarıdan gelen kaynaklar daraldıkça daralıyor.
Dünya medyası Türkiye’den göç eden "varlıklı ve yetenekli Türkleri" yazıyor. Dünyanın saygın yayın organlarında "Türkler kitleler halinde ülkeyi terk ediyor" başlığına rastlanır oldu.
Bir yandan bir zamanlar yandaş medyada "15 Temmuz kahramanı", "Afrin kahramanı" olarak sunulan generaller aktif görevlerinden alınıp pasifize ediliyorlar.
Öyle ki, Erdoğan fırsat bulsa bugün düğmeye basacağı Menbiç ya da Fırat’ın doğusuna dönük askerî harekâtın komutanlığını yapacak generallerdi bunlar.
Hatta İkinci Ordu Komutanı olan Orgeneral Metin Temel’in daha altı ay önce Erdoğan’ı konuştuğu salonda o zamanki rakibi Muharrem İnce hakkındaki siyasi yergisini, üzerinde resmî üniforması olmasına rağmen bir AKP seçmeni gibi alkışlaması da ayağının kaymasını engelleyemedi.
Komutanların olası bir Suriye harekâtına karşı çıktığı yolundaki iddialar da bugüne dek yalanlanmış değil.
Çünkü belli ki Türkiye, Suriye’de Ortadoğu bataklığına iyice saplandı. Menbiç’e saldırmaya hazırlanırken kendi kontrolündeki İdlip’te cihatçı çeteler birbirleriyle şiddetli bir çatışmaya giriştiler.
Türkiye o kadar iştahla yürümek istedi ki Suriyeli Kürtlerin üzerine, bu saldırgan tutumu Şam’la Kuzey Suriye yönetimlerini birbirine yakınlaştırdı.
Bütün bunlar özellikle Erdoğan üzerinden kurulan savaş koalisyonunun çatırdamaya başladığını gösteriyor.
Geçen dönem AKP milletvekili olan gazeteci kökenli Şamil Tayyar’ın yılın son gününde attığı bu sosyal medya mesajı belli ki gelmekte olan büyük çatırdamanın habercisi:
"15 Temmuz sonrası devlet içi iktidar mücadelesi kritik dönemeçte. FETÖ boşluğundan en fazla faydalananlar, maalesef vesayet güçleridir. Siyaset kurumu ivedi şekilde müdahale etmezse, bu yapı hızla darbe üreten eski sisteme evrilecektir."
Tayyar yaklaşan bir darbe tehdidinden söz ediyor. Bunu da Gülen hareketinin boşluğunu "vesayet güçleri"nin doldurmasına bağlıyor.
İşte burada büyük bir yanılgısı var. Çünkü Tayyar, "vesayet güçleri"nin iktidara tırmanma sürecini 15 Temmuz darbesi sonrasına bağlıyor.
Gerçekten öyle mi?
15 Temmuz öncesine, 2016 yılının başlarına gidelim.
Gülencilerin son kez organize edebildiği Demokrasinin Türkiye Sorunu başlıklı Abant Toplantısı’nda, bir zamanlar AKP’nin "sivil anayasa"sını çalışan hukukçulardan biri olan Prof. Dr. Serap Yazıcı’nın yaptığı saptamaya bakalım:
"Türkiye’nin demokratik geleceği ile ilgili olarak bugünü analiz ederken hep Tayyip Erdoğan’ın isminden hareketle yapılan analizlerin biraz yanıltıcı olduğu kanısındayım. Çünkü sayın Erdoğan’ın bugün üstlenmiş olduğu rolün ne kadarının kendisine ait olduğu ne kadarının ona biçilmiş rol olduğunu hiçbirimiz tam olarak bilmiyoruz."
Tespitini biraz daha açıyor Prof. Dr. Yazıcı:
"Bugün aslında Türkiye’de ‘28 Şubat bin yıl sürecek’ diyen aktörler yönetim sürecini tayin ediyorlar ve Tayyip Erdoğan’ın eliyle aslında sivil bir yönetimin görüntüsü arkasında o zaman yapılması beklenenler, yapılmamış olanlar sürdürülüyor. Tabii bunun iki önemli hedefi vardı. Biri Kürtlerdi biri de paralel yapı dediğimiz yapıydı. Tabii diyeceksiniz ki ‘Bizzat Erdoğan’ın temsil ettiği Milli Görüş de bunlardan biri değil miydi?’ Evet öyleydi ama her nasılsa Milli Görüş bir biçimde iktidara geldi ve dolayısıyla onunla savaşmak yerine onu kullanmanın daha pragmatik olduğu kanısı hasıl oldu."
Yani Şamil Tayyar’ın dediği gibi "vesayet güçleri"nin iktidara tırmanması 15 Temmuz darbe girişiminden sonra değil, çok daha önceden gerçeklemiş.
Buradan çıkan sonuç da şu; 15 Temmuz bir sebep değil, bazı suçların, günahların örtülmesi için bir sonuç olmuş. Yani mevcut iktidara bir 15 Temmuz gerekiyormuş ve sonunda gerçekleştirilmiş.
İşte siyasetten ekonomiye, dış politikadan Suriye bataklığına saplanmaktan, seçim kaybetme korkusuna kadar geniş bir cepheye yayılmış bir krizle karşı karşıya ülkedeki iktidar bileşenleri.
Bu kadar geniş bir cepheye yayılmış kriz de iktidardaki "savaş koalisyonu"nun duvara tosladığının kesin göstergesidir. Böyle durumlarda da Türkiye’de oynanan kanlı oyunlar yakın tarihte herkesin malumu.
7 Haziran seçimlerinde parlamentodaki çoğunluğunu yitiren AKP iktidarının Türkiye’yi nasıl da kan revan içinde 1 Kasım "erken seçim darbesi"ne götürdüğünü sakın unutmayın!