Öcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra...

Eğer gerçekleşebilirse, Barış ve Demokratik Toplum sürecinde Türkiye çıkışlı diyasporalar da görüşleri ve önerileriyle mutlaka yer almalıdır.

Avrupa Birliği'nin başkenti Brüksel'de geçtiğimiz hafta, 5 Mart'ta, Türkiye açısından önemli iki olay yaşandı. İlki, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın 27 Şubat'ta yaptığı "Barış ve Demokratik Toplum" çağrısını desteklemek üzere Avrupa'daki demokratik Kürt toplum örgütlerinin Avrupa Parlamentosu önünde yaptıkları kitlesel basın toplantısıydı.

Aynı gün öğleden sonra da, Sosyalistler ve Demokratlar İlerici İttifakı Grubu'nun çağrılısı olan CHP lideri Özgür Özel, Avrupa Parlamentosu'nun görkemli salonlarından birinde CHP'nin müstakbel iktidar perspektifi ve AB'den beklentileri üzerine bir konferans verdi. İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun gelecek cumhurbaşkanı seçimi için adaylığını müjdeleyen Özel konuşmasında ve ikili temaslarında, tüm beklentilerin aksine, Öcalan'ın çağrısı konusunda hiçbir yorum ve açıklamada bulunmadı.

İktidar kanadından da şu ana kadar, tehdit dolu uyarılar dışında barışçıl bir yanıt gelmedi. Tam da bu yazıyı yazarken, bu sürecin başlatıcısı sayılan, kimilerince şimdiden "barış güvercini" olarak görülen MHP lideri Devlet Bahçeli, adeta İmralı'nın devlet katındaki sözcüsüymüş gibi, "İmralı tarafından 27 Şubat 2025 tarihinde yapılan tarihi çağrıya PKK'yla birlikte diğer uzantı ve iltisak halindeki örgütlerin riayet ve bağlılığı mecburidir... Elinde kanunsuz silah taşıyan kim olursa olsun bedelini en ağır şekilde ödeyecektir " diyerek tehditler savurdu.

Öcalan bundan 27 yıl önce de benzeri bir barışçıl çözüm çağrısı yapmış, ancak o sırada hükümet ortağı olan Ecevit liderliğindeki Demokratik Sol Parti de, muhalefette bulunan Cumhuriyet Halk Partisi de bu önemli çıkışa bir destek vermemişlerdi. Dahası, Demokratik Sol Parti lideri Bülent Ecevit 1999'da MHP ile koalisyon kurarak başbakan olduktan sonra, daha önce başbakan yardımcısı olduğu hükümetin Suriye'ye baskısıyla sürgüne zorlanan Öcalan'ın uluslararası bir komployla Kenya'da tutuklanmasında baş rolü oynamıştı.

1 Eylül 1998 Dünya Barış Günü'nden üç gün önceydi... Med TV sorumlularından gazeteci dostum Günay Arslan telefon ederek Öcalan’ın 28 Ağustos günü telefonla bağlanacağı canlı yayında önemli bir barış çağrısı yapacağını duyurmuştu.

Anımsadığım kadarıyla programa benim dışımda Kürt medya temsilcilerinin yanısıra NTV, ATV, Milliyet, İhlas Haber Ajansı’ndan muhabirlerle birlikte birçok da yabancı medya mensubu katılıyordu.

Öcalan açılış konuşmasında silahlı çatışmanın her iki taraf için de kalıcı bir çözüm getiremeyeceğini vurgulayarak Türk Devleti ile her türlü barışçıl çözüm için görüşmeye ve ateş kes yapmaya hazır olduklarını duyurmuştu.

Oysa o günlerde Türkiye Cumhuriyeti’nin 75. yılını kutlama hazırlıkları aşırı milliyetçi gösteriler haline dönüşmüş, histeri derecesinde bayrak, vatan ve milli marş, onuncu yıl marşı, Atatürkçülük yüceltmeleri yaşanmaktaydı.

Bunları anımsatarak Öcalan'a sormuştum: "Bu ortamda Türk Devleti'nin Kürt ulusal hareketi ile siyasal çözüme yaklaşması beklenebilir mi?" Öcalan da yanıt olarak 75. yıldönümünü kutlayan cumhuriyetin de kendi bekası için Kürt sorununa çözüm bulmak zorunda olduğunu belirterek şöyle demişti:

"Şüphesiz savaşı geliştirmek isteyen çevreler, ağırlıkta şoven çevreler, çok güçlü siyasi partiler yarış içerisinde bulunacaklardır, bu doğrudur. Hatta provokasyon yapacaklardır. Ama realiteler provokasyanlardan, demagojilerden daha güçlüdür. Bir Dünya Barış Günü dolayısıyla böyle bir girişimde bulunmak ne zayıflığımıza işarettir, ne de hayalciliğimize. Duyarlı çevrelere bir mesajdır. Belki anlarlar, iyi olur. Bundan da hiç kimse kaybetmez."

Programdan ayrılırken son derece düşünceliydim. Öcalan’ın barış girişimini desteklemek için PKK de silahlı eylemlerini uzun süredir durdurmuştu. Ama Ankara’daki faşizan yönetimin lügatında hiçbir zaman barış olmamıştı.

1 Eylül Dünya Barış Günü’nde Öcalan’ın barış önerileri Türkiye gündemini işgal ederken MGK’nin PKK konusunda Suriye’ye baskı yapma kararı aldığı duyuldu. Bunu 15 Eylül 1998’de de Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Attila Ateş’in Suriye sınırında yaptığı tehdit konuşması, ardından da 1 Ekim’de Cumhurbaşkanı Demirel’in Meclis açış konuşmasındaki tehditleri izleyecek, 9 Ekim’de de Esat Hükümeti’nin zorlamasıyla Öcalan yıllardır örgütünü yönettiği Suriye’den ayrılmak zorunda kalacaktı.

Öcalan’ın, 15 Şubat 1999’da Kenya’da Amerikan gizli servislerinin yardımıyla tutuklanıp Türkiye’ye getirilmesine kadar geçen dört aya yakın sürede sığındığı Yunanistan, İtalya ve Rusya'dan bir takım sudan bahaneler uydurularak sınırdışı edilmesi bu ülkelerin yöneticileri açısından utanç vericiydi.

Öcalan'ın en son bulunduğu Yunanistan'dan Kenya'ya gönderildiği ve orada CIA'nın desteğiyle Türk istihbaratı tarafından tutuklandığı günlerde başbakanlık koltuğunda artık Demokratik Sol Parti lideri Bülent Ecevit oturuyor ve PKK liderinin tutuklanıp Türkiye'ye getirilişini, Kuzey Kıbrıs'ın işgalinden tam 25 yıl sonra, Türk kamuoyuna yeni bir "ulusal zafer" gibi duyuruyordu.

O olayın üzerinden çeyrek yüzyıl geçti... Geçen hafta Brüksel'de demokratik Kürt toplum örgütleri Öcalan'ın "Barış ve Demokratik Toplum"çağrısına destek vermek üzere Avrupa Parlamentosu önünde toplanırken, Fırat Haber Ajansı ANF'den Barış Boyraz benimle aynı konuda bir söyleşi yaptı.

Öcalan'ın bundan 27 yıl önceki barış girişimi ve Türk Devleti'nin buna karşı komplolarını da anımsattığım söyleşiyi aynen paylaşıyorum.

FIRAT HABER AJANSI ANF'DEKİ KONUŞMAM

“Barış süreci gerçekten sürekli gündemde olan bir olay... 30 yıl kadar önceydi, daha Abdullah Öcalan Suriye'deydi, Dünya Barış Günü'ne yakın Med TV'den büyük bir açıklama yaptı. O açıklamayı yaptığı basın toplantısında ben de vardım, soru sormuştum, yanıtlamıştı... Barış çağrısını, bugün yaptığı öneriyi o zaman da yapmıştı. Maalesef o çağrıya Türk Devleti olumlu yanıt vermedi, aksine Suriye'ye baskı yaparak Öcalan'ın o ülkeden ayrılmasını ve sürgüne çıkmasını zorladı. Bildiğiniz gibi, daha sonra kendisini Kenya'da tutukladılar ve İmralı'ya hapsettiler.

“Ama bu tek değil. Öcalan Türkiye'de Kürt direnişinin silahlı mücadelesini başlatan arkadaştır, büyük yetenekleri olan bir komutan, aynı zamanda da büyük yetenekleri olan bir siyasetçidir. Hapisteyken dahi birkaç defa barış girişiminde bulundu, bu konuda açıklamalar yaptı. En son 2015'te akamete uğrayan barış süreci vardı. Bunların hepsinde, başında kim olursa olsun, Türk Devleti'nin tutumu aynı oldu... Öcalan, Ecevit'in başbakan olduğu dönemde tutuklanmıştı...

“Şimdi, İslamcı faşistlerin yönetiminde olan bir düzende yeniden çağrı yapılıyor... Öcalan'ın çağrısı Türkiye'nin bütün devrimci, ilerici, barışsever güçleri tarafından alkışlandı ve desteklendi. İktidar kanadından şu ana kadar somut bir cevap gelmiş değil, genel olarak olumlu bulunduğu söyleniyor ama Öcalan'ın konuşmasının sonunda metin dışı olarak söylediği hukuki ve demokratik reformların yapılması konusunda şu ana kadar bir adım atılmış değil. Bunun ilerleyebilmesi için mutlaka zindanların boşaltılması, kayyım uygulamalarının durdurulması ve demokratik bir ortamda temsil gücü olan Kürt hareketi ile masaya oturulup geleceğin düşünülmesi lazım...

“Benim kanaatime göre mesele sadece PKK'nin kendisini lağvetmesi ya da silah bırakmasından ibaret değil... Bildiğiniz gibi şu anda sıcak savaş Suriye'nin kuzey doğusunda devam ediyor... Oradaki Kürt hareketinin başını çektiği demokratik oluşuma karşı ne tavır alınacak? Daha bu sabah gördüm, yeniden operasyonlar yapılmış... Bunlar durdurulacak mı?

“Daha önemli bir mesele: Biraz sonra Brüksel'de büyük bir miting yapılacak, öğleden sonra da Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlı Özgür Özel Avrupa Parlementosu'ndaki sosyalist grupta Türkiye üzerine bir konuşma yapacak... Cumhuriyet Halk Partisi bu konuda ne tavır alıyor? Gerçekten olumlu mu? Sadece olumlu olması yetmez. Kürt hareketinin başından beri istediği demokratik reformların yapılmasına aynen katılması gerekir... Bu konuda elle tutulur bir uygulamanın mutlaka görülmesi lazım...

“Bir başka konuya daha değinmek istiyorum... Biz 60'larda Türkiye İşçi Partisi saflarında Kürt arkadaşlarla birlikte Kürt hareketinin kendi ulusal istemlerinin mutlak surette gerçekleştirilmesi mücadelesine destek verdik... Şu anda varılacak olan nokta nedir? Türkiye'de yaşayan Kürtlerin, Suriye, Irak ve İran'daki Kürtlerin ileride bir büyük ulus topluluğu olarak hem uluslararası planda, hem de o ülkeler planında temsilini sağlayacak bir aşamaya varılacak mı?

“Daha önce bir yazımda da vurgulamıştım... Unutmayalım, şu anda Avrupa Birliği'nde nüfusu 1 Milyon'u dahi bulmayan ülkeler var... Birleşmiş Milletler'de 200'e yakın ülke içerisinde nüfusu 5-10 Bin'i bulmayan devletler var. Öyleyse, 30 Milyon'u aşkın Kürt nüfusunun bulunduğu coğrafyanın da siyasi olarak uluslararası platformda tanınması gerekir... Bu barış sürecinin daha ileri aşamasında, bütün Kürt ulusunun tarihsel istemlerinin gerçekleştirileceği bir ufka doğru gitmesi gerekir... Buna da Türkiye'de kendine 'demokratım' diyen, 'ilericiyim' diyen, 'solcuyum' diyen herkesin destek olması gerektiğine inanıyorum.

“Şu ana kadar Öcalan'ın verdiği mesaja, yaptığı çağrıya uluslararası planda yaklaşım, siz de takip ediyorsunuz, genelde olumlu... Özellikle Suriye'deki değişikliklerden ve İsrail'in Filistin'e saldırılarından sonra, Orta Doğu'da yeni bir barış düzenine geçilmesi için bütün dünya uluslarının, hangi eğilimde olursa olsun, olumlu bir yaklaşım içinde olduğuna inanıyorum. Öncelikle Suriye'deki Kürt direnişinin bir muhatap olarak kabul edilmesi bence bu konuda ilk adım olacaktır. Buna sadece Türk Devleti'nin değil, Avrupa devletlerinin ve Amerika Birleşik Devletleri'nin de destek olması gerekir...

“Ama yarın yeni bir manevrayla Suriye'deki Kürt direnişi Türkiye'nin de baskısıyla tasfiye edilmeye kalkışılırsa, bu uzun eğimli mücadelede yeniden büyük bir boşluk yaratacaktır. Öcalan'ın mesajındaki silah bırakma çağrısı genel bir anlam taşıyor, fakat benim gördüğüm kadarıyla, Suriye için henüz kesinleşmiş bir şey değil... Suriye konusundaki tavrın da netleşmesi, bütün uluslararası kuruluşların ve demokratik örgütlerin Suriye'deki Kürtleri desteklemesi gerektiğine inanıyorum.

“Şu anda Türkiye'nin vardığı aşama önemli... AKP'nin iktidara geldiği 23 yıldan beri Türkiye'deki kamuoyunda büyük değişim var. En azından, büyük metropollerdeki belediye seçimlerinin sonuçları halkta direnişin gittikçe geliştiğini gösteriyor. Ayrıca Kürt halkı, Kürt ulusu bu son 30 40 yıllık dönemde çok kayıp verdi, çok acı yaşadı... Sürece yapıcı bir şekilde yaklaştıklarını görüyorum ve saygı duyuyorum.

“Ama mesele şurada... Devlet Bahçeli ilk konuşmasında 'Öcalan gelsin ve Meclis'te konuşsun' dedi... Ama Öcalan'ı hâlâ İmralı'da tutmaya devam ediyorlar... Bunlar çözülecek mi? Yani Öcalan ve Türkiye'de temsili gücü olan partilerin liderleriyle birlikte hükümet temsilcilerinin de katılacağı bir masa oluşacak mı? Endişe ile, ama umutla bekliyorum... Belki de önümüzdeki günlerde bu gerçekleşecektir... Çok kayıplar vermiş, büyük acılar yaşamış olan Kürt halkı için Türkiye'de bir barış sürecinin gerçekleşmesi hayati önem taşıyor.

SÜREÇTE DİYASPORALAR DA MUTLAKA SÖZ SAHİBİ OLMALIDIR

“Bir siyasal sürgün olarak bu sürecin içerisinde bir noktaya dikkati çekmek istiyorum. Bu süreç içerisinde sadece silahların bırakılması, sadece bir partinin kendini lağvetmesi yeterli değil... Türk Devleti'nin muhatap alacağı bir delegasyonla bütün diyaspoların yeniden özgürlüğe kavuşması gereğini de unutmayalım. Şu anda yeryüzündeki tüm kıtalarda bir Kürt diyasporası var... Biz bu arkadaşlarla her gün beraberiz, sen de buradasın, birlikte yaşıyoruz bu olayı... Şimdi sadece silahın bırakılması meselesi değil, aynı zamanda öylesine değişiklikler yapılması lazım ki, bugün diyasporada bulunan Kürtler, Ermeniler, Asuriler ve de Türkiye'deki rejime muhalefetten dolayı sürgüne çıkmak zorunda kalmış olanların bir an önce özgürlüğe kavuşup memleketlerine dönebilmeleri imkanının sağlanması gerekir.

“Benim açımdan bu hayati önem taşıyor, çünkü 1971 darbesinden sonra bunu yaşadık, 1980 darbesinden sonra bunu yaşadık... Şimdi yeni bir süreç var, bu sürece diyasporanın söz sahibi olarak katılması gerektiğine inanıyorum.

“Şu anda barış süreci ile ilgili seferberlik içerisinde bulunan Türkiye güçleri, genellikle Kürt hareketinin temsilcisi olan güçlerdir ya da sol hareketin büyük bir kesimidir, ama şu ana kadar ana muhalefet partisi olan ve Meclis'te ikinci en büyük üye sayısına sahip bulunan Cumhuriyet Halk Partisi'nden henüz bir şey gelmedi. Genelde olumlu yaklaşımlar var, ama bu yeni süreçte Cumhuriyet Halk Partisi'nin mutlak surette sorumluluk yüklenmesi ve bu sürece destek vermesi gerekir.

“Tamamen tesadüf... Cumhuriyet Halk Partisi' nin genel başkanı Özel bugün Avrupa Parlementosu'nun sosyalist grubunda Türkiye meselesi üzerine konuşacak. Umarım o toplantıda bu meseleyi de gündeme getirir... Türkiye eğer ileride Avrupa Birliği üyesi olacaksa, koşullarından birinin mutlak surette Kürt hareketi üzerindeki, Kürt ulusu üzerindeki baskıların durdurulması ve bu barış sürecini gerçekleştirmesi olması gerekir. Bakalım yarın göreceğiz gazetelerde, bu konuda bir açıklama yapmış olacak mı? Sen de izleyeceksin, ben de...

“Ben Türkiye toplumunun bir ferdiyim... Ben Türkiye'de doğdum, orada büyüdüm, orada mücadeleye girdim, bütün acılarını yaşadım... Yönettiğim gazetelerde, Akşam Gazetesi'nde olsun, Ant Dergisi'nde olsun, hem sosyalist mücadeleyi, hem Kürt ulusunun mücadelesini sonuna kadar destekledim, beraber oldum... Bu konuda bir çok arkadaşla birlikte mücadele verdik... Sürgünde de, belki biliyorsunuz, yıllardan beri bunun mücadelesini vermekteyiz... Türkiyeli demokratlar olarak özellikle Kürt hareketi ile birlikte...

“Bir şey daha söyleyeyim... Ben Avrupa'ya gelinceye kadar 1915 Soykırımı olayını bilmiyordum, konuşulmuyordu, yasaktı... Ben Avrupa'ya geldiğimde, 1915 Soykırımı olayını öğrendikten sonra bu soykırımın kurbanı olan diyasporalarla, Ermeni, Asuri ve Grek arkadaşlarla da çok yakın ilişki kurdum... Bu bakımdan benim isteğim, Kürt halkı, Türk halkı ve Anadolu'nun en eski halkları olan Asuriler, Ermeniler, Grekler hep birlikte Türkiye özgür bir Türkiye olsun... Adı Türkiye mi olur, başka şey mi olur, bayrağı ne olur, bunları tartışmıyorum, ama bu coğrafya, dünyanın en güzel coğrafyası dünyanın en güzel demokrasisine sahip olan bir ülke olsun... Tek dileğim bu..."