Ya Avrupa Birliği'nin Kara Listesi?
Bu yeni sürecin gerçekten Türkiye'nin bir demokrasi ve barış ülkesine dönüşmesini sağlayıcı şekilde gelişmesi isteniyorsa, başta Avrupa Birliği olmak üzere tüm dünya ülkelerinin PKK'nın "Terörist Örgütler" listesinden çıkartıldığını derhal ilan etmesi gerekir.
Ya Avrupa Birliği'nin Kara Listesi?
18 Mayıs sabahı, daha gün ağarmadan karşısına çakıldığım bilgisayarın ekranında Türkiye gazetelerini tararken Işıl Özgentürk'ün, beni 60'lı yıllarımıza götüren yazısıyla sarsıldım... "Cebinde şiirlerle dolaşan bir film yönetmenini uğurlarken" başlıklı şiirsel yazısında üç gün önce kaybettiğimiz sevgili eşi ve mücadele arkadaşı Ali Özgentük'ü anlatıyordu.
Ali Özgentürk'ü, 60'ların devrimci gençlik militanı olmanın ötesinde, tiyatroyu ilk kez sokağa indiren Devrim İçin Hareket Tiyatrosu'nun yönetmeni olarak tanımıştım. Ama onunla da yetinmemiş, DİSK'e bağlı Maden İş Sendikası'nın gazetesini de yöneterek meslektaşım olmuştu.
Dostum Faruk Pekin'in de dünkü yazısında anımsattığı gibi, 15-16 Haziran 1970 öncesinde Maden İş gazetesine "İşçi sınıfı hazırol, büyük savaş başlıyor" manşetini, 12 Mart cuntacılarının hükümeti istifaya zorlayan ünlü Muhtıra'yı vermelerinin ardından da "İşçi sınıfının da muhtırası vardır" manşetini atan Ali Özgentürk'tü.
Işıl (Türkben) Özgentürk de o dönem gençlik hareketi içerisinde işçi sınıfı mücadelesinin en aktif destekleyicilerindendi ve Ant'ın yazarıydı...
29 Aralık 1969'da İstanbul'daki Gamak Elektrik Motorları Fabrikası'nda patronun 124 işçiyi işten çıkartması üzerine başlayan direniş sırasında polisler ateş açıp Şerif Aygün'ü vurarak öldürmüş, yedi işçiyi kurşunlayarak yaralamışlardı.
Ertesi gün Bâbıâli basını olayı "İşçiler polislere saldırdı, polis canını kurtarmak için ateş açtı" diye yansıtmıştı. Işıl Türkben olayın içyüzünü 6 Ocak 1970 tarihli Ant'ta "Şerif'in nasıl vurulduğunu gözlerimle gördüm" başlıklı yazısında ayrıntılı olarak açıklamıştı. Işıl'ın yazısıyla birlikte, o sayıda, Şerif'in ölümü üzerine Rahmi Saltuk'un bestelediği "Bayram benim neyime" adlı türkünün sözlerini de yayımlamıştık.
18 Mayıs, aynı zamanda, Türkiye'nin "darbeler" tarihine damga varan üç olayın da yıldönümüydü.
İlki, 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasına ait... Büyük mizah ustamız Aziz Nesin, tek parti döneminde olduğu gibi, "NATO'ya ve CENTO'ya bağlıyız" yemini ederek yönetime el koyan Milli Birlik Komitesi tarafından, çalıştığı Tanin gazetesindeki yazılarında komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle 18 Mayıs 1961'de tutuklattırılmıştı.
O Aziz Nesin ki, Bordighera’daki uluslararası gülmece yarışmasında kazandığı Altın Palmiye ödülünü, 27 Mayıs Darbesi’nden sonra özgürlük çağının başladığı sanısıyla devlete bağışlamıştı.
Daha da acısı, tutuklamanın ertesi günü Kasım Gülek’in Tanin Gazetesi’nde yayınlattığı açıklamaydı: “Dün nezarete alınan muharrir Aziz Nesin’in bir hafta önce gazetemizle ilişkisi kesilmiştir. Esasen bizden önce birçok gazete ve dergilerde yazıları çıkan ve halen de çıkmakta olan bu yazarın son zamanlarda gazetemiz için yararlı olmadığına kanaat getirmiş ve kendisiyle ilgimizi kesmiştik.”
Aziz Nesin, 1971 ve 1980 darbelerinden sonra da devlet terörünün hedefi olacak, en son ünlü Aydınlar Dilekçesi davasında bir numaralı sanık olarak yargılanacaktı. Bu davada yaptığı savunmanın Türkiye'de yayını yasaklandığından, kendisinin isteği üzerine o savunmayı yurt dışında duyulması için İnfo-Türk kitapları arasında yayınlamıştık...
İkinci yıldönümü 12 Mart 1971 darbesi sonrasına ait... Türkiye devrimci hareketinin genç liderlerinden İbrahim Kaypakkaya'yı tabi tutulduğu işkencelerin sonucu olarak 18 Mayıs 1973'te bir zindanda kaybetmiştik.
Kaypakkaya'yı İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu'nun mücadeleci öğrenci lideri olarak tanımıştım. Faşizan okul yönetiminin uyguladığı baskılar ve özel olarak İbrahim Kaypakkaya'yı da hedef alan insan avı ile ilgili belgeleri Ant Dergisi'nin 11 Şubat ve 22 Nisan 1969 tarihli sayılarında yayınlamıştım.
Kaypakkaya bu mücadeleler sırasında Ant'ı ziyarete geldiğinde sadece öğrenci direnişleri değil, sosyalist hareketin sorunları üzerine uzun söyleşilerde bulunurdu. Halklar sorunu üzerine ve militarizme karşı yaptığımız yayınlar Kaypakkaya'nın en çok ilgisini çeken konulardı. Şeref Han'ın Kürt Tarihi'ni yayımlamamızı coşkuyla karşılamıştı...
12 Mart darbesinden sonra mensubu bulunduğu siyasal hareket içinde "Kürtler de bir ulustur ve kendi kaderlerini belirleme hakları vardır" diyerek Türkiye'de halkların özgürlüğü ve kardeşliği için daha sonraki yıllarda kitlesel boyut kazanacak mücadeleye büyük katkıda bulunmuştu.
Üçüncü yıldönümü 12 Eylül 1980 darbesi sonrasına ait... 1982'deki Cannes Film Festivali'nde, siyasal sürgünlerimizden Yılmaz Güney'e Yol filminin yapımcısı olarak Costa Gavros'la birlikte Altın Palmiye ödülü verilmiş, bunun üzerine Türk Devleti 18 Mayıs 1982'de Fransa'dan Güney'in derhal sınır dışı edilerek Türkiye'ye geri gönderilmesini istemişti.
Fransa'nın bu talebi yerine getirmemesi üzerine, yıllarca zindanda çürütülmek istendiği için ülkesini illegal olarak terketmek zorunda kalan Yılmaz Güney Türk vatandaşlığından çıkartılmıştı.
Hapishanede gerekli tedaviyi göremediği için yoğunlaşan sağlık sorunlarına rağmen Paris'te son filmi Duvar’ı da gerçekleştiren ve cunta rejimine karşı direniş etkinliklerine katılan Yılmaz Güney'i, henüz 47 yaşındayken, 9 Eylül 1984'te kaybetmiştik.
Ne acıdır ki, bu olayın üzerinden 43 yıl geçtikten sonra, yine Cannes Film Festivali'nde Türk Devleti için utanç verici yeni bir olay yaşanmakta... Ünlü film yönetmenimiz Fatih Akın, 12 yıl önceki Gezi Parkı protestolarıyla ilgili suçlamalara maruz kalan menajeri Ayşe Barım'ın “hükümet'i devirmeye teşebbüs” suçlamasıyla tutuklu olduğunu belirterek kendisinin de Türkiye'ye döndüğü takdirde hapsedilebileceğini açıkladı.
Fatih Akın'ın bu açıklamayı yaptığı güne kadar, Türkiye'de Devlet Bahçeli'nin girişimi, Abdullah Öcalan'ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı ve PKK'nın kendini fesih kararıyla boyut kazanan yeni "çözüm süreci"nde şu ana kadar iktidar kanadında hiçbir somut adım atılmamış bulunuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan düzenlenen Avrupa Siyasi Topluluğu'nun 6. Zirvesi'nden dönüş yolunda "Bizim gündemimizde, terörün tamamen devre dışı, saf dışı bırakılması var. Terör örgütünün kendini feshetmesi, silahı bırakması var. Devletimizin birliği, bütünlüğü, üniter yapısı, rejimi, bayrağı, resmi dili gibi konuların tartışmaya açılmasına rıza göstermeyiz. Kimsenin tereddüdü olmasın, devletimiz, hükümetimiz gündemine hakimdir. Cumhur İttifakı tam bir dayanışma içindedir" açıklamasında bulundu.
PKK'nın kendini feshederken öne sürdüğü, DEM'in ve tüm demokrasi güçlerinin de desteklediği demokratik taleplerin en kısa zamanda TBMM'nin onayıyla gerçekleşmesi yolunda hiçbir işaret yok.
Sürgündeki gazeteci dostlarımızdan Ragıp Duran da, bizim de paylaştığımız bir analizinde "Hükümet, Kürtlerin uzun süredir beklediği yakın geleceğe yönelik adımları hâlâ açıklamadı: Genel Af, 1999'dan beri hapiste olan Öcalan'a Umut Hakkı, yerel yönetimlerin özerkliğini güçlendirecek yeni yasalar, Kürt dili ve kültürüne karşı önlemlerin kaldırılması... Ayrıca rejimin 15 ila 20 bin PKK gerillası ve liderleri için de bir planı yok. PKK'nın silahlarını nasıl ve nerede bırakacağı bilinmiyor. Sorunun kalbi ve tüm Kürtlerin temel talebi olan 'Kürt kimliğinin kolektif ve anayasal olarak tanınması' da rejimin gündeminde değil" diyor.
Uluslararası planda ise, Avrupa Konseyi'nin ve Avrupa Parlamentosu'nun en son kararlarıyla da "antidemokratik" olarak nitelenmiş olan Ankara rejiminin yöneticileri, Avrupa Siyasi Topluluğu zirve toplantısında ve İstanbul'daki Rusya-Ukrayna barış görüşmelerinde görüldüğü gibi, uluslararası ilişkilerde hâlâ el üstünde tutulmakta...
Buna karşılık, aldığı kendini fesih ve silah bırakma kararına rağmen PKK hâlâ Avrupa Birliği'nin "Terörist Örgütler" listesinde yer almaya devam ediyor. O kadar ki, kendini fesheden PKK liderlerinin bırakın Türkiye'ye dönmelerine, Suriye'ye ya da Avrupa ülkelerine yerleşmelerine dahi göz yumulmayacağından söz ediliyor.
Bu yeni sürecin gerçekten Türkiye'nin bir demokrasi ve barış ülkesine dönüşmesini sağlayıcı şekilde gelişmesi isteniyorsa, başta Avrupa Birliği olmak üzere tüm dünya ülkelerinin PKK'nın "Terörist Örgütler" listesinden çıkartıldığını derhal ilan etmesi gerekir.
Tüm dünyada "terörist örgütler" listesinde yer alırken Türk Devleti'nin desteğiyle Suriye yönetimine el koyan Hey'etu Tahrîri'ş-Şâm'ın lideri Ahmed el-Şara bugün ABD ve Fransa liderleri başta olmak üzere tüm ülkeler tarafından Suriye Cumhurbaşkanı olarak tanınır, ülkesindeki Kürt özerk yapısını tehdit ederken bile el bebek gül bebek muhatap olarak alınırken, Kürt ulusunun haklı mücadelesini özveriyle sürdürerek bugün "Barış ve Demokratik Toplum" sürecinin yürütücüsü olan PKK'nın hâlâ "terörist örgütler" listesinde tutulması, en başta Kürt ulusu olmak üzere dünyanın demokrasi ve barıştan yana tüm halklarına saygısızlıktır.
Bu utancı ortadan kaldırmak için mücadele, sadece Kürt örgütlerinin değil, Türkiye'deki tüm muhalefet partilerinin önde gelen görevlerinden biri olmalıdır.