Arkadaşlara selam

Dönemin ruhu vardır mektuplarda. Sürgün, yetimlik, korku ve daha neler neler…

Halide Edip’in Handan romanı, kahramanlarının birbirlerine yazdığı mektuplardan oluşur. Handan, dönemin eğitimli kadınlarındandır. Handan üzerinden kadın kimliği, psikolojisi, sürüklendiği trajedi, yaşadığı karmaşık duygular, aşk ve çırpınışları okuruz. Zaten romanı güçlü kılan da bu yaşanmışlıkların karşılığının mektuplarla anlatılmasıdır.

Halide Edip’in romanının diğer kahramanı Refik Cemal’in mektuplarından anlarız Handan’ı ve o dönemi. İstipdadı, Handan’ın ilk aşkı olan sosyalist Nazım’ı, aileyi, Avrupa’yı, yenilmişliği, içinde gizlediği aşkını okuruz bu mektuplarda. 

Yakın zaman okumalarımda hep eskilere gittim. Halid Ziya Uşaklıgil, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Orhan Kemal okudum yeniden. Muhteşem bir lezzet var dillerinde. Sırada Suat Derviş olacak. İnsan edebiyatın tadına varıyor keyifle. 

Handan’ı okurken ister istemez mektuplara doğru bir yürüyüşe çıktım. Teknolojinin önümüzü kestiği, tembelleştirdiği, giderek kâğıt ve kalemden uzaklaştırdığı bu zaman dilimi mi suçlu, içimizdeki duygular mı kayboldu? Oysa ne çok mektup bekleyen arkadaşlarımız, değerlerimiz var cezaevlerinde. Mektubu geçtim, kartpostal geleneği bile kayboldu hayatımızda. Bayram ve yılbaşı öncesi kartpostal tezgâhları açılırdı kentlerin muhtelif yerlerinde. Her kırtasiyecide bir kartpostal yeri olurdu. Simlisinden tutun da, siyah beyazına, sevilen sanatçılara kadar. Dersim eski belediye başkanı Edibe Şahin Dersim kartpostalları istemişti de bulamamıştık. Çünkü artık yoklardı. 

Şöyle bir kitaplığımı taradığımda onlarca kitap gördüm. Demir Özlü- Ferit Edgü mektupları, Nazım’ın Bilinmeyen Mektupları, Kemal Tahir’den Ziya İlhan’a, Kafka’dan Milena’ya, Ahmed Arif’ten Cemal Süreya’ya, Yine Ahmed Arif’in Leyla Erbil’e yazdığı mektuplar, Cemal Süreya’nın Onüç Günün Mektupları, Wıllıam Faulkner’in, Ali Şeriati’nin mektupları. Bir de kitaplara sığmayanlar var. Onların mektupları kalplere yazılmıştır. Deniz Gezmiş’in, Erdal Eren’in, Necdet Adalı’nın, Hıdır Aslan’ın…

Erdal Eren onyedi yaşında gençliğinin ilkbaharına girmiş bir sabır otu çiçeğidir. Belki de devrimin kardelenidir. Sabır otu çiçeği susuzluğa aldırmaz, fırtınaya kafa tutar, sıcak nedir bilmez, soğuğu tanımaz. Sisteme kafa tutan devrimcilere benzer. Yıllarca direnir, metrelerce uzar. Uzadığı yerde çiçekler açar, şamdan şeklini alır o çiçekler. Yirmi yıllık ömründe çiçekleri korumak için büyük bir direniş gösterir ve sonra da kurur. Ne çok benzer Deniz’e, Erdal’a, Necdet’e, Hıdır’a. 

Erdal’ın annesine yazdığı ve ilk olarak Evrensel Gazetesi’nde yayınlanan bir mektubunda, dönemin Demokrat Gazetesi’nde yer alan ve cezaevinden gönderilmiş bir mektubu, ‘devrimcilerin yaşamlarını, duygularını yansıttığından’ el yazısıyla yazıp, annesine gönderir. "Sizi de düşünüyorum. İçeriye düşmeden önce anlatmak istediklerimi ama anlatamadıklarımı herhalde şimdi daha iyi anlayacaksınız. Bizi anlamayan analara, babalara, bacılara, eşe, dosta, herkese ama herkese anlatın daha vakit varken. Henüz geç kalmamışken. Vaktim az da olsa var ve eğer biz değerlendirmesini bilirsek yeter de artar bile. Bu işi hep beraber yürütürsek ancak kazanabiliriz."

Beni en çok etkileyen mektuplardan biri de Necdet Adalı’nın yazdığı ve ‘arkadaşlara selam’ diye biten mektubudur. Hatta bir şiirime de bu mektuptan etkilenip, ‘arkadaşlara selam’ ismini vermiştim. "Hâkim sınıfların göstermek istediği gibi bizler hiçbir zaman savunmasız insanlara karşı katliam girişiminde bulunmadık. Fakat onların bizi böyle göstermeleri ve faşistlerle bizi aynı kefeye koyarak cezalandırmaları, bizim nezdimizde ezilen halkların mücadelesine yapılan bir saldırıdır." 

Mektup, "Ağabeylerime ve ablalarıma da yazmak isterdim fakat buna olanak yok. Kendilerine çok selamlar. Burada satırlarıma son verirken, hürmetle ellerinizden öperim. Arkadaşlara selam. Hoşçakalın" diye biter.

Mektup sadece bir iletişim aracı değil yazarlar için, aynı zamanda onların yazma serüvenine de tanıklık ediyoruz. İçinde bulundukları duruma, ekonomik koşullarına, serzenişlerine, küskünlüklerine, dramlarına, sevinçlerine, bir de yaşadıkları döneme… Cemal Süreya’nın Zuhal Tekkanat’a yazdığı, ancak birçok yerde şiir olarak alıntılanan mektuplarından biri, tam da söz ettiğim durumları ortaya koyan mektuplardandır. Dönemin ruhu vardır. Sürgün, yetimlik, korku ve daha neler neler... 

"Bizi bir kamyona doldurdular. Tüfekli bir erin nezaretinde. Sonra iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu. Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, o polisler. Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki." 

İşte yeni bir yıl yine kapıda. Belki elimiz kaleme gider ve bir mektup yazarız kalbimizin derinliklerindeki dostlarımıza. Belki bir kartpostal yollarız kadim arkadaşlarımıza. Belki yeni bir dostumuza gönül kapımızdan ince bir selam salarız. Mektup deyip geçmemek lazım. ‘Mektubuma başlamadan evvel’ ile başlayıp, ‘mektubuma son verirken’ ile bitireceğimiz bir yeni yıl mektubu nasıl da iyi gider. 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi