COVID-19’a karşı dut pekmezi, kelle paça çorbası ve silah

Cahilin trajedisi cahil olduğunu da bilmemesi. Komik için de aynı durum geçerli. Gülünç durumdasın ama kendini gayet ciddi sanıyorsun. İstibdat çare değil ki….

Global medyayı taradığınızda dünyayı meşgul eden, en fazla haber ve yorum konusu olan iki büyük felaket gündemde: Coronavirüsü ve silahlanma. İkisi de öldürücü, hem de kitlesel boyutta.

Geçtiğimiz yılın Aralık ayında Çin’de ortaya çıkan kısa adı COVID-19 olan virüs, 3 ay gibi kısa bir sürede dünyanın önemli bir kısmına yayıldı. Binlerce insan öldü, onbinlerce kişi virüsü kaptı. Uzmanlar şimdi salgını, hastalığı önlemek, virüsü bertaraf etmek için yoğun bir şekilde tedavi ve ilaçlar üzerinde çalışıyor. Ne var ki virüs zaman içinde mutasyona uğrayıp yeni önlemler alınmasını gerektiriyor.

COVID-19 başta Çin olmak üzere birçok ülkenin ekonomisine de ağır darbeler indiriyor.

Salgına karşı önlem almakla sorumlu siyasilere baktığımızda ise durum traji-komiğin de ötesinde. Sadece dört örnek:

ABD Başkanı sanki geçici bir grip salgınından söz edermişcesine, ‘’Mart ayında biter bu salgın’’ deyiverdi. ABD’de yüzlerce önemli ve değerli bilim insanı bu tür bir öngörüde bulunmamışken. Beyaz Saray sanki mahalle kahvesi. Başkan da kahvedeki emekli amca…

Bir başka Saray’ın sakini de aynı umursamazlık, gayrı ciddiyet hatta laubalilik içinde salgına karşı ‘’Her sabah bir kaşık dut pekmezi’’ önerdi. Bu açıklamanın ardından dut pekmezinin fiyatı yükseldi. Çoban ve koyunlar.

Hadi diyelim dut pekmezi reklamı yapan adam cahil. Artık galiba doktorlukla şarlatanlığın sınırını tefrik edemez hale gelmiş bir hekimin kalkıp COVİD-19’a karşı kelle paça çorbası önermesine ne demeli? Kelle mafiş, paçayı da kaptırmış anlaşılan.

Hoş, bizde COVID-19’u, Pekin yönetiminin Müslüman Uygurlara yönelik vahşi baskılarına karşı ilahi bir cevap olarak yorumlayanlar da çıktı. Dut pekmezi ve kelle paça önlemleri masum kaldı.

Bu arada ekmek teknesi din olan birileri de hemen piyasaya sürmüş: Koronavirüsüne karşı koruyucu muska! Fiyatı 29.99 TL. Artı 10 TL kargo bedeli. Talebin ertesi günü eve teslim!

İçeriğini, terkibini İngilizceye tercüme edip dünya bilim topluluğuna acilen bildirmek gerek. Yoğurttan sonra Türk’ün dünyaya ikinci büyük armağanı…

Çernobil zamanında da ‘’Biz Türküz bize bir şey olmaz!’’ diyen ve nükleer bulut altında yetişen çayı yudum yudum içen bakan yetiştirmiş bir ülkeden söz ediyoruz.

Bu aralar resmi yetkililer ha bire ‘’Bizde hiç Coronavirüs vakası yok’’ diye açıklama yapıyor. İran’dan yolcu dolusu uçaklar geliyor, Irak sınırından yüzlerce insan memlekete giriş yapıyor…

Üçüncü örnek Çin’den. COVİD-19 salgını henüz resmi makamlar tarafından açıklanıp varlığı kabul edilmemişken, tehlikenin farkına varan Wuhan’daki bir doktor, gözaltına alınıp sorgulandı. ‘’Halkı paniğe sevk etmek’’ ve ‘’yalan haber yaymakla’’ suçlandı. O ilk aşamalarda Yurttaş Gazeteciliği yapan biri avukat en az üç Çinli, videoları sosyal medyada yayınlandıktan sonra kayboldu. Yakınları, bu üç kişinin ya tutuklandığını ya da zorla karantinaya alındığını tahmin ediyor. Videolar, Wuhan kentindeki günlük yaşamı, hastanenin durumunu, hasta ve hasta yakınlarının tanıklıklarını gösteriyordu. Euronews’daki bir haberde bu tür video yayınlamış olan en az 350 Çinlinin polis tarafından sorgulandığı bildirildi.

Beterin her zaman beteri vardır. Son örnek, Kuzey Kore’den. Canard Enchainé’nin 19 Şubat tarihli sayısındaki habere göre, COVİD-19’a karşı ‘’en etkili mücadele ve tedaviyi’’ diktatör Kim Jong-un veriyor. Kore’de yüzbinlerce Çinli işçi çalışıyor ve bu işçiler sık sık memleketlerine gidip geliyor. Ama Kim, devlet medyasında (Zaten başka medya yok) yayınlanan açıklamasında, övünerek, Kore’de bir tek virüslü hastanın bile bulunmadığını söyledi. Herhalde doğru bilgidir. Doğru olduğu şuradan belli ki, Çin’den yeni dönmüş Koreli bir tüccar herkesin gittiği bir hamama girerken polis tarafından tespit ediliyor. Ve şak! Anında hamamın girişinde vurularak öldürülüyor.

İngiliz Daily Mail’in bir haberinde de Çin’e gittiğini açıklamayan Koreli bir emniyet mensubunun hemen yakalanıp ülkenin kuzeyindeki bir çiftliğe sürüldüğü yazıldı.

K.Kore’de halen, Çin’den gelen herkes mecburen 30 günlük karantinaya alınıyor. Bu süre eskiden 14 gündü. Geçenlerde uzatıldı. Sanki uzun karantina virüsü yok edecek! Yeni çıkan yasaya göre, 30 gün karantinayı reddedenlere ölüm cezası verilecek.

Öldürücü virüse karşı ölüm cezasıyla mücadele. Ya kırk katır ya kırk satır. Ya COVİD-19 ya da KİMJONG-20.

İstibdat rejimleri çaresiz. Onların tek bildiği susturmak, hapsetmek, öldürmek. Her derde deva olarak baskıdan başka önlemleri yok. İşin kötüsü bu tür önlemler insan hayatını kurtarmıyor. Özgürlüğün, bağımsızlığın, demokrasinin, hukuk devletinin, serbest basının soyut kavramlar olmadığı böyle felaket dönemlerinde daha iyi anlaşılmıyor mu?

COVID-19, umut edelim ki, bilim insanlarının çabaları, demokrat yöneticilerin gayretleri ile yenilgiye uğrasın. Ama dünyadaki silahlanma yarışı kolay kolay önüne geçilemeyecek aşamaya gelmiş durumda. Silahlanma, COVID-19’dan daha tehlikeli, daha öldürücü, daha yaygın.

Sadece resmi istatistikler bile dünya barışının ne büyük bir tehdit altında gösteriyor: 2019 yılında bütün dünyada silahlanma harcamaları bir önceki yıla oranla yüze 4 oranında artarken, son 10 yılın en yüksek düzeyine geldi. Bu yarışta başı çeken Trump’un ABD’si. Washington’un 2020 silahlanma bütçesi 685 milyar dolar. İkinci fail Çin. Onun bütçesi 181 milyar dolar ki, sadece bu seneki artış 53.4 milyar dolar. Bu rakamlar resmi kayıtlarda var olanlar. Gerçek silahlanma bütçesinin bu resmi rakamlardan çok daha fazla olduğu kuşkusuz. Üstelik büyük devletlerin nükleer ve balistik füzeleri sınırlandırma anlaşmaları da bloke durumda.

Sorun, yüzeysel bir bakışla, silah tüccarlarının kâr hırsıyla sınırlı değil. Meselenin özünde, siyasilerin iktidar, egemenlik, saldırı, işgal, yeni pazarlar fethetme iştahı var. Biz buna kısaca kapitalizm, bugünkü aşamasına da emperyalizm diyoruz. Dolayısıyla da kapitalizme karşı çıkmadan hümanist bir gelecek mümkün değil.

Dünyanın önemli bir bölümünde beslenme, barınma, temiz su, sağlık, istihdam, eğitim gibi temel sorunların henüz çözülemediği bir ortamda, silahlanmaya yapılan harcamanın belki sadece yüzde 10’u bu kritik alanlara kaydırılsa, barış ve huzur güç kazanacak. İdeali tabi ki silahlanma bütçesinin yüzde 100’ünün sorunlu alanlara yönlendirilmesi. Ama işte o zaman da Trump’un, Putin’in, Erdoğan ve benzerlerinin esamesi okunmayacak!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi