İki yanda da aşağılanma

Asimilasyon öylesine başarılı oldu ki, bugün, 'azınlık' dediklerimiz Türkçeyi en mükemmel konuşanlar haline geldi.

Türkiye’de egemen olan milliyetçi anlayış, Türkiye’den ekonomik nedenlerle göç edenleri de küçümseyen bir tavra sahiptir.

Bu kimlik de aşağılanır. Özellikle göçün ilk on yıllarında devlet onları sıkıntısı çekilen dövizi sağlayıcı bir unsur olarak bakardı. Hem yaşanan ülkede hem gelinen ülkede aşağılanma durumu!

Örneğin ikinci kuşak askerlik yükümlülüğünü getirmek için ülkeye geldiğinde, kırık Türkçeleri ile dalga geçilir.

Sadece onların mı, yerel ağızla konuşanlarla dalga geçilmez mi? Özellikle Kürt ve Karadeniz aksanı ile?

Ben çocukken, İstanbul’da kimin Rum, kimin Ermeni, kimin Yahudi olduğunu Türkçe aksanlarından anlaşılırdı. Onlarla da dalga geçilirdi.
"Vatandaş Türkçe Konuş!" diye bastır. Sonra dalga geç!

Gerçi asimilasyon öylesine başarılı oldu ki, bugün, "azınlık" dediklerimiz Türkçeyi, en mükemmel konuşanlar haline geldi. Ya da bu aşağılamadan dolayı.

Aşağılamak, buna duyulan tepki de asimilasyonun bir başka aracı.

Bu Kürtler açısından da geçerli. Örneğin kökü Çerkezlerden ve Bedirhanilerden gelen Vedat Günyol, Türkçenin ustalarından biriydi. Fransızcası da mükemmeldi.

Yine Bedirhanilerden olan Brüksel Kürt Enstitüsü’nün kurucusu olan, şimdi adı bile anılmayan kuzeni Pervin Cemil  ile buluştuklarında, Vedat Günyol Kürtçe, Pervin Hanım da Türkçe bilmediği için Fransızca anlaşacaklardı.

Örneğin bir Muhsin Kızılkaya Hakkarilidir, İstanbul’da ona kapısını ilk açanlardan biri Vedat Günyol olmuştur. Onun mükemmel Türkçesi örneğin Mehmed Uzun’un kitaplarının ilk başarısında etkili olmuştur.

Ve Hakkari’den birçok yazar ve ünlü sanatçı çıkmıştır. Diyarbakır Türkçesi kırıktır. İstanbul’daki azınlık Türkçesi gibi. Ama Kürtçenin tartışmasız egemen olduğu Hakkari’de Türkçenin çok daha iyi olmasının bir nedeni de ikinci, yabancı dil olarak öğrenilmesinden dolayıdır.

Bu özelliği Dersim/Tunceli’de de görmekteyiz. Türkçe yazan birçok yazar çıkarmıştır, Zaza dilinin egemen olduğu bu yöre. Merkezden en uzak olan köşelerde yerel dil kendini koruduğu gibi, yabancı dil olarak Türkçeyi de daha iyi kullanır olmuş. 

Örneğin Türk şiirinin en büyük ustalarından biri Cemal Süreyya Kürt’tür. Türkçe felsefe dilinin gelişmesine en büyük katkı sunanlardan biri olan Selahattin Hilav Kürt’tür. Yaşar Kemal başta birçok yazarın adını sıralamak mümkün.

Bu İngiliz edebiyatında da böyle değil midir? İngiliz edebiyatının James Joyce’dan, Oscar Wilde’a birçok büyük ismini sıralayabiliriz İrlandalı olarak. Samuel Beckett, Bernard Shaw, büyük ozan Yeats, 1995 Nobel ödülünü alan Seamus Heaney, Iris Murdoch diye devam edebiliriz. Ve daha niceleri…

Kolonyalizmin ve göçün bir sonucu da diyebiliriz. Bir Salman Rushdie’yi, Polonyalı olan Joseph Conrad’ı , Rus olan Lolita yazarı Vladimir Nabakov’u, Hint kökeni Naipul’u, Süryani/Hint kökenli  Arundhati Ray’ı, sıralayabiliriz. Ya Tagore, 1913 Nobel ödülünü alan?

Sadece kolanyalizmi yücelten Kipling Novel almadı? İsveç hep denge gözetir!

Fransız edebiyatında da bu olguyu saptamak mümkün. Fransızca, bırakın Fransa’dakileri, Lübnan, Cezayir, Tunus edebiyatının da bir parçası olmuş. 

Almanca yazan birçok yazarımız var, Emine Sevgi Özdamar, Doğan Akhanlı, Dilek Zaptçıoğlu, Saliha Scheinhardt, Zafer Şenocak, Yüksel Pazarkaya, Aras Ören, Güney Dal aklıma ilk gelen isimler…

Bir de 1960 sonrası ekonomik ya da siyasi nedenle göç edip Avrupa ülkelerinde yaşayan, Türkçe/Kürtçe yazan birçok yazarımız var. 

Bulundukları ülkelerdeki toplumları anlatan önemli çalışmalar da hazırladılar. Örneğin Viyana’da yaşayan Hüseyin Şimşek’in "Türkiye’den Avusturya’ya Göçün 50 Yılı" (Belge Y. 2014) ve "Avusturya Alevileri" (Belge Y. 2016) adlı iki çalışması bunların örneklerinden.

İsviçre’de yaşayan Hüseyin Can’ın "İsviçre’de Türkiyeli Göçmenler" kitabı da, oradaki durumu aktarıyor.

Alan/Belge yayınları kimlik konusunu gündeme taşıyan kitaplar yanında, 70’li yıllarda es geçilen bu olguyu ele alan araştırmaların yayınlanmasına öncülük etti.

Bunlar arasında 1982 yılı Yunus Nadi ödülü alan, ODTÜ öğretim üyesi Ali S. Gitmez’in "Yurtdışına İşçi Göçü ve Geri Dönüşler" (Alan Y.,1993) ve Gündüz Vassaf’ın ilkin Almanca olarak yayınlanan "Daha Sesimizi Duyurmadık/Avrupa’da Türk İşçi Çocukları" (Belge Y. 1983) adlı kitaplarını sayabiliriz.  

Arslan Mengüç’ün "İlk Gelenler/Kendi Ağızlarından İsveç Türkleri" (Hässelby 1992), bu olguya ilişkin ilk kitaplardan biri. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi