Devletin cezasızlık politikası
Türkiye’de cezasızlık halini doğuran temel dinamik, savcı ve hakimlerin kendilerini devleti ve dolayısıyla çoğu zaman kamu görevlisi olan failleri korumakla görevli görmeleri. Yargının devleti koruma refleksinin somutlaşmış hali, paramiliter gruplar olduğunda ortaya çıkmakta.
Türkiye’de cezasızlık politikası siyasi-hukuki yetki alanının yerleşik bir unsuru haline gelmiş durumda. Uluslararası Af Örgütü, “cezasızlık” kavramını , fiili veya yasal olarak hak ihlali faillerinin var olan veya olması gereken yargı süreçlerine tabi tutulmaması veya uygun şekilde cezalandırılmaması ve mağdur edilenlerin onarım hakkına erişememesi olarak tanımlamakta.
Türkiye’de soykırım ve insanlığa karşı suçlar ilk defa 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 76 ve 77. maddelerinde düzenlendi. Ancak bu düzenlemelerde “kişilerin zorla kaybedilmesi” ,”ırk ayrımcılığı”, “sürgün ve nüfusun zorla nakli” fiilleri yer almadı.
En önemlisi TCK m.27/2 ile “Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.” düzenlemesi getirilerek kolluğun ve paramiliter grupların gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerinde yargının eli rahatlatılmış oldu.
Türkiye’de cezasızlık halinin temel paradigması askeri darbe sonucu düzenlenmiş olan 1982 Anayasasının başlangıç bölümünde yer almakta. Bu düzenlemede “Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği “ belirtilmekte.
Tek kişide tecessüm eden yürütme erki, soyut ve muğlak kavramlar üzerinden yasaklar getiren ve her alandaki her türlü faaliyetin korunmayacağını öngören bir anayasal temele dayanırken, cezasızlık olgusunun yaşanmasında yargı organlarını da araçsallaştırmakta.
Türkiye’de cezasızlık halini doğuran temel dinamik savcı ve hakimlerin kendilerini devleti ve dolayısıyla çoğu zaman kamu görevlisi olan failleri korumakla görevli görmeleri. Yargının devleti koruma refleksinin somutlaşmış hali, suçun sorumlularının doğrudan devlete bağlı polisler, askerler, üst bürokratlar veya devletle bağlantılı paramiliter gruplar olduğunda ortaya çıkmakta.
Türkiye’de cezasızlık politikasının en bariz örnekleri Hrant Dink, Rahip Santoro, Tahir Elçi, Zirve Yayınevi cinayetlerinden Roboski ve Suruç katliamlarına kadar çok sayıda soruşturma süreçlerinde yaşandı.
Cezasızlık pratiği, azınlık ve muhaliflere yönelik devlet bağlantılı suikastlardan toplantı ve gösteri yürüyüşleri sırasında sivillere yönelik işlenen toplu cinayetlere, kolluk kuvvetlerinin orantısız güç kullanımından kadınlara ve çocuklara yönelik cinayetlere, asker ölümlerinden iş cinayetlerine kadar son derece geniş bir yelpazede görülmekte.
Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in 19 Aralık 2024’te Suriye’nin kuzeyinde SİHA tarafından hedef alınarak öldürülmesi son yaşanan örnek. Yetkililerin suskunluğu durumun vahametini arttırmakta.
25-26 Mart 1994’te Şırnak’ın Kuşkonar ve Koçağılı köylerinde F-16 uçaklarıyla yapılan bombardıman sonucu çoğu kadın ve çocuk, 13’ü Koçağılı, 25’i Kuşkonar’dan olmak üzere 38 kişi öldürülmüş, 13 kişinin yaralandığı bombardımanda köylülerin ev ve hayvanları da ağır zarar görmüştü.
Tanıklar operasyon sonrasında yetkililerden yardım alamadıklarını; Kuşkonar’da ölenlerin toplu mezarlarda yakıldığını anlatmıştı. Bunun sonucu Kuşkonar’da yaşayan birçok kişi ertesi gün eşyalarını toplayıp köyden kaçmış ve bir daha da geri dönmemişti.
Türkiye’deki dava dosyası yıllar boyu mahkemeler arasında dolaşırken, ölenlerin yakınları AİHM’e başvurmuştu. AİHM, Türkiye’yi 20 yıl sonra, 12 Kasım 2013’te, ‘hava saldırısı emri vermek‘, ‘yeterli soruşturma yapmamak‘, ‘insan yaşamını dikkate almadan bombalama yapmak‘ ve ‘uçuş kayıtlarını gizlemek’ suçlarından toplam 2 milyon 305 bin avro tazminata mahkum etmişti. Genelkurmay Askeri Savcılığı, AİHM kararından sonra dosyayı zamanaşımının dolması gerekçesiyle takipsizlik kararı vererek cezasızlık pratiğini devam ettirdi.
Şırnak’ın Uludere (Qilaban) ilçesine bağlı Roboski köyünde 28 Aralık 2011 tarihinde savaş uçaklarının gerçekleştirdiği bombardıman sonucu çoğu çocuk 34 sivil yurttaş yaşamını yitirdi.Olayla ilgili soruşturmayı yürüten Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı,görevsizlik kararı vererek dosyayı Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı’na gönderdi.Askeri Savcılık kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi ve dosya kapandı.
Dönemin başbakanı Erdoğan, bölgenin çaresizliğinin doğurduğu sonuçları illegal faaliyet kapsamında değerlendirdi. ve öldürülenlere sahip çıkanları terörle özdeşleştirdi.Genelkurmaya ve komuta kademesine teşekkür etti.
OHAL döneminde çıkarılan KHK ile “Roboski İçin Adalet Yeryüzü İçin Barış Derneği” kapatıldı, Kayapınar Belediyesi’nin diktiği Roboski Anıtı, kayyımın emriyle gece yarısı yerinden söküldü.
Kuşkusuz Roboski katliamının hukuki boyutu önemli. Ancak bu acı olayın insani ve vicdani boyutu daha ön planda. Siyasi iktidarın baştan beri takındığı tavır acıları arttırmış, devlete ve yargıya olan güveni sarsmış durumda.
Cumhuriyet rejiminin demokratikleşememesi, hukuka bağlı ve hukuku üstün kılan bir zihniyeti ve pratiği ortaya koyamaması , “kanun önünde eşitlik” ilkesinin kağıt üzerinde kalmasına, ayrımcılığa, masumların ve mağdurların hak ve hukukunun çiğnenmesine neden olmakta.
Madenciler ve işçiler iş güvenliği standartlarının dışında çalıştırılarak hayatlarını kaybetmekte, olası kastla öldürme suçunu işleyenler korunurken, sorumluluk alt kademede görev yapan insanlara yüklenmekte. Bunun örneklerini yaşamaya devam ediyoruz...
2012 yılında Afyonkarahisar’daki bir mühimmat deposunda çıkan yangın sonucu 25 askerin ölümüyle sonuçlanan olayda, 2014 yılında Soma’da yaşanan ve 301 madencinin ölümüyle sonuçlanan faciada, 2018 yılında Çorlu’da meydana gelen tren kazası sonucu 25 kişinin ölümüyle sonuçlanan olayda yargısal süreçlerin nasıl işlediğini, mağdurların hukukunun nasıl ayaklar altına alındığını ,adaletin gerçekleşmediğini gördük.
03/07/2020’de Sakarya’daki havai fişek fabrikasında meydana gelen patlama sonucu 7 işçi hayatını kaybetti, 114 işçi yaralandı. 2009 yılının Ağustos ayında, aynı fabrikada meydana gelen patlamada 1 kişi ölmüş, 37 kişi yaralanmıştı.
Demokratik olmayan ve hukukla bağı olmayan bir rejimde devlet kutsal, dokunulmaz, hatta kendi halkına karşı korunması gereken bir “leviathan” haline gelir.( Hobbes) Soyut devlet tek kişide ya da oligarşik bir yapıda tecessüm eder; ordu, polis, istihbarat gibi güvenlik kurumları da bu örgütlenmede kapalı ve denetlenemez kurumlar olarak yer alır. Askeri bürokrasi bu yapıda her zaman en önemli güçtür; bu güç kimi zaman sahnede kimi zaman perde gerisinde etkili olur. Parlamento, hükümet ve yargı göstermelik kurumlardır.
Böyle bir rejimde devlet hukuka değil, her türlü yolsuzluk ve ayrımcılığa açık bir güce ve şiddete dayanır. Hak ve özgürlük talepleri isyan kabul edilerek şiddet ve bastırmayla yok edilmeye çalışılır. Artık burada ne bir toplumsal uzlaşma ne de toplumsal barış umudu vardır.
Oysa sahih bir demokratik rejimde devlet sadece halka hizmet etmekle görevli bir örgütlenmedir. Toplum içindeki topluluklar farklılıklarını koruyarak, barış ve özgürlük içinde ve hukuk güvenliği altında yaşamayı güvence altına alan asgari bir uzlaşma temelinde devlet aygıtını oluştururlar. Bu nedenle devlet kutsal olmayıp, toplumun bu ihtiyaçlarını karşılayacak olan bir hizmet aygıtıdır.
Halkın seçtiği parlamento, parlamentoya ve kamuoyuna hesap veren bir hükümet ve bağımsız tarafsız yargı devleti somutlar. Hükümetin emrinde ancak parlamento ve sivil toplumun denetiminde olan açık, şeffaf , denetlenebilir asker-sivil güvenlik bürokrasisi temsili kurumların altında yer alır.
Türkiye, partili cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte Cumhuriyet döneminin en ağır demokrasi, hukuk ve insani değerler krizi içine girmiş durumda. Denetlenemez, frenlenemez mutlak bir gücün tek kişide ve yakın çevresinde tecessüm etmesi hak ve özgürlüklerin kullanılmasına, hukuk güvenliğinin gerçekleşmesine, kadim sorunların tartışma-uzlaşma-işbirliği zemininde çözülüp, barışın sağlanmasına engel oluşturmakta.
Nitelik ve kalite kaybolmakta, yolsuzluk ve kayırmacılık ahlaki çöküşe neden olmakta, güzellik idesi olan estetik yerini zevksizliğe, kabalığa ve basitliğe terk etmekte, iyilik saflık olarak nitelenirken, kötülük sıradanlaşmakta.