Aktif ve acımasız kötülüğe karşı hala pasif muhalefet mi?

CHP, iktidarın salgın koşullarında giderek ağırlaşan hukuksuz uygulamalarına karşı bir an önce daha aktif bir muhalefet anlayışına yönelebilir mi?

Aktif ve örgütlü bir kötülük furyası, koronavirüs salgınının yol açtığı korku ve umutsuzluk ortamından da yararlanarak hız kesmeden sürüyor.   

Daha fazla geriye gitmeyelim, 15 Nisan’da yürürlüğe giren İnfaz Yasası’ndan başlayalım.

Tekrara da girmeden hatırlatıp geçelim.

Mafya reisleri, suç örgütü üyeleri, uyuşturucu tacirleri, katiller vb. hükümlüler affedilirken siyasi tutsakların, gazetecilerin özetle iktidara muhalefet ettiği için hapse atılmış olanların içeride bırakıldığı adaletsiz ve açıkça ayrımcılık güden bir İnfaz Yasası çıkarıldı.

Koronovirüs salgını bahanesiyle gündeme getirilen bu yasanın sadece adı ‘Yasa’ idi. Yoksa ne hukukla ne adalet anlayışıyla ne insan haklarıyla ve ne de ahlaki değerlerle bir ilgisi vardı.

Özetle iktidar koalisyonu bu yasayla taraftarlarını (Özellikle MHP’nin bastırması ile suç örgütü mensuplarını) kurtarırken, kendisine muhalif olarak gördüklerini zindanlara gömmeyi hedefliyordu.

Bu arada cezaevlerinde yeni tutuklamalar ve mahkumiyetler için de yer açılmış olacaktı.

Peki bu girişime karşı muhalefet ne yaptı?

Evet, komisyonda görüşülürken sözcüleri aracılığı ile uğraştılar, özellikle bazı milletvekilleri bayağı mücadele ettiler.

Buna karşılık genel kuruldaki oylamaya katılan muhalif milletvekilleri, parmakla sayılacak kadar azdı.

Tabii bütün muhalif milletvekilleri katılmış olsa bile iktidarın Meclis’te çoğunluğa sahip olduğunu hatırlatarak bu olayın önemini küçümseyenler olsa da ortaya çıkan, tam bir teslimiyet ve mücadele etmeden yenilgiyi kabullenme görüntüsüydü.

Bu konudaki eleştirilere CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu kendisiyle yapılan bir söyleşide, "Koronavirüs nedeniyle çok sayıda milletvekilimizin dışarıya çıkmasını istemedik" şeklinde cevap verdi.

ORTADA NE NORMAL BİR PARTİ NE DE MECLİS VAR

Kılıçdaroğlu başka bir açıklamasında da siyasi tutukluların, gazetecilerin vb. tutsakların da yasadaki indirimlere dahil edilmesi için bir ‘arka kapı politikası’ izlediklerini söyledi.

Yani iktidarla bazı pazarlıklara giriştiklerini ama bunun gerçekleşmediğini anlattı.

Sanki Türkiye’de normal bir parlamenter sistem yürüyor, karşılarındaki normal bir parti ve normal çalışan bir Meclis var...

Şimdi CHP İnfaz Yasası’nı Anayasa Mahkemesi’ne götürmek üzere hazırlık yapıyor. Bazıları AYM’nin adaleti sağlayacağı beklentisi içinde…

Uzunca bir süredir muhalefetin ama özellikle de ana muhalefet olarak CHP’nin tutumu bu.

Sanki ülkede hala bazı demokratik kurallar geçerliymiş ya da bazı kurumlar iyi kötü de olsa ayaktaymış gibi bir tutum sergileniyor.

Ancak keyfilik, hukuksuzluk ve kanunsuzluk olarak adlandırılabilecek bir süreci yaşadığımız ve korona salgınıyla bunun da ötesine geçtiğimiz gözardı ediliyor.

Söz gelimi, tümüyle Saray’ın denetimine girmiş ve hukuku terk etmiş yargının bazı mekanizmalarından medet umuluyor.

Suç duyurusunda bulunmak, İdari yargıya, Danıştay’a başvurmak, AYM’ye gitmek vb. gibi.

Bu yumuşak, pasif ve ılımlı muhalif tutumun, birkaç yıl sonra yapılacağı varsayılan genel seçimlere kadar sürdürülecek bir politika olarak benimsendiği anlaşılıyor.  

Kavgacı görünmeden, sokağa inmeden, kitlesel tepkilerden kaçınarak muhafazakâr seçmeni kazanmayı hedefliyor olmalılar.

Adeta ‘majestelerinin muhalefeti’ misali, devlet politikalarına bağlı, ulusal meselelerde iktidarın arkasında, (Savaş tezkerelerini ve terörle mücadele gerekçeli kararları desteklerken) sağ ve muhafazakâr seçmenin gözüne girmeye çalışarak iktidar sırasının kendisine gelmesini bekleyen bir muhalefet anlayışı bu…

Bir başka olaya bakalım:

Son günlerdeki en önemli gelişmelerden biri olan CHP’li belediyelerin yardım toplaması, yerel halka çeşitli şekillerde yardım iletmelerinin engellenmesi meselesinde de durum böyle.

Tamamen yasa dışı bu uygulamaya karşı kanuni itiraz yollarına gidileceği ya da gidildiği söyleniyor.

Belediyeler kendi olanakları ile bu kanunsuz uygulamaları aşmaya çalışıyor olsalar da parti olarak CHP’nin bu konuda organize bir muhalefet ya da karşı duruş sergilemeyi düşünmediğini anlıyoruz.

Oysa muhalif belediyelerin, bu salgın ortamında ihtiyacı olan insanlara yönelik doğrudan yardımlarının Saray tarafından engellenmesi iktidarın düştüğü zor durumun açık bir göstergesi.

PARALEL İKTİDAR SUÇLAMASI ‘KISMEN KAYYIM’ DEMEK

İktidar, kentlerdeki yoksullara kendisinden başka bir partinin el uzatmasından çok korkuyor. Çünkü şartlı yardımlar karşısında rehin alınan bu yoksul insanlar iktidarın oy deposu durumunda. Şimdi bu karşılıksız yardımlar bu rehin oyların tercihini değiştirebilir.

Bu nedenle Saray, CHP’nin elindeki belediyelere ‘Paralel iktidar oluşturuyorlar’ suçlaması yönelterek şimdilik, ‘Kısmen kayyım’ atayarak bu duruma bir son verebileceğini sanıyor.

Tepki gelmezse, karşı çıkılmazsa ‘Tam kayyım’ uygulamasına geçilmesi için yasal, hukuksal, mantıksal bir engel yok! Tıpkı kayyım atanan HDP’nin belediyelerinde olduğu gibi…  

CHP, bu olayda da meseleyi sanki tamamen belediyelere bırakmış gibi görünüyor. Oysa bir an önce belediyelerle ortaklaşa bir karşı eylem planı yaparak bir şekilde aktif muhalefete geçmenin yollarını araması gerekmez miydi?

Yığınla başka olay var örnek olarak verebileceğimiz.

Onların yerine içimizi dağlayan son bir olaydan, adil yargılama talebi için başlattığı ölüm orucunun 297’inci gününde, 28 yaşında yaşamını yitiren Mustafa Koçak’ın ölümünden söz etmek istiyorum.

Uyduruk bir gizli tanık ifadesi ile yargısız infaza maruz kalarak ömür boyu hapse mahkum edilen Koçak, adaletsizlik karşısında sesini duyurabilmek amacıyla canını ortaya koydu ama duyarlı bir kesim dışında kimse onu duymak istemedi.

Oysa iflas etmiş ve tümüyle adalet anlayışından uzaklaşarak bağımlı hale gelmiş bu yargı sisteminin yeniden gündeme gelmesi için Koçak’ın davası simge bir dava olabilirdi.

Başta CHP olmak üzere muhalefetin ve geniş kitlelerin desteği alınabilse sonuç bu olmayabilirdi.

Sadece o değil, Grup Yorum’un üyesi Helin Bölek de sesini duyuramamıştı.

O da ölüm orucunun 288’inci gününde yaşama veda etmişti. Oysa sadece konser yasaklarının kaldırılmasını talep ediyordu.

Grup Yorum’un bir diğer üyesi İbrahim Gökçek de 313 gündür ölüm orucunda. Dilerim onu da kaybetmeyiz.

Başkaları da var.

Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi avukatlar Ebru Timtık ve Aytaç Ünsal da bir süredir devam ettikleri açlık grevi eylemlerini ölüm orucu eylemine dönüştürme kararı aldılar. Sorun aynı. Adil yargılanma talebi…

TERÖRLE SUÇLANMA KORKUSU CHP’NİN EN BÜYÜK ZAAFI

CHP’nin ve bütün muhalefet güçlerinin bu konuda vahim bir zaafı var.

İktidarın ya da mevcut yasaların ‘terörist’ diye haksızca yaftaladığı ya da suçladığı insanlar ve kesimler söz konusu olduğunda sus pus oluyorlar. Korkuyorlar.

Aynı gerekçeyle suçlanırız endişesi, en haklı davaları bile savunmalarını engelliyor.

Halbuki burada önemli olan ölçüt, insan hakları ve hukukun evrensel ilkeleri olmalı.

Bu nedenle Kürt belediyelerine kayyım atanmalarına fazla tepki vermiyorlar, rehin alınan Kürt politikacıları savunamıyorlar.

Adil yargılanma talep eden, işkenceye maruz kalan çeşitli sol örgütlerin üye ya da sempatizanları için bir destek bile beyan edemiyorlar.

Ekonomik göstergeler, işsiz sayısının 10 milyonu geçtiğini gösteriyor. En ılımlı ekonomistler bile salgınla birlikte bir ekonomik ve toplumsal çöküntü beklediklerini söylüyorlar.

Böyle bir süreçte CHP, baskıcı iktidara karşı itiraz eden bütün kesimleri bir araya getirip demokratik muhalefet hareketini örgütlemek misyonunu yerine getiremiyor.

Aktif ve acımasız bir kötülük giderek yerleşir ve hatta ‘normal’leşirken hala pasif bir muhalefet yaklaşımıyla, yapılıp yapılmayacağı bile belli olmayan seçimlere kadar sorun çıkarmayan, ‘sorumlu’ muhalefet anlayışıyla devam edebileceğini zannediyor.

Oysa her şey çok değişti. Salgınla birlikte daha da değişiyor.

CHP de bu şartlarda, giderek yoğunlaşan örgütlü kötülüğe karşı bir an önce pasifliği bırakıp daha aktif bir muhalefete yönelmek zorunda olmalı.

Bunu yapabilir mi?

Kısa bir zaman içinde göreceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi