Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın beyanı esastır ama

Ancak, mevcut pozitif hukuk dahilinde bu kadar vahim bir hata yapan Ali Erbaş 25 Temmuz’dan itibaren artık (yasal olabilir) meşru bir Diyanet İşleri Başkanı değildir.

Ali Erbaş’ın konuşmasında atlanan bir mevzu var.

24 Temmuz 2020 Cuma günü Ayasofya’nın İslami ibadete açılış töreni ve Cuma hutbesinde Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş Atatürk’e 1934 kararı nedeniyle alenen beddua etti.

Eğer yandaşlık saplantınız yok ise, bu ifadede Atatürk’e bedduayı, hakareti görmemek mümkün değil

Hem hukuken hem de insani açıdan kabul edilemeyecek bir devlet skandalı.

Bu durumla ilgili mesele büyüyünce Ali Erbaş bir resmi açıklama yapmak zorunda kaldı ve kastının Atatürk’e hakaret olmadığını, bu bedduanın 24 Temmuz 2020 sonrası muhtemel durumlar için olduğunu falan söyledi.

Bence bu mantığı çözenlere YÖK hemen bir ilahiyat fahri doktorası vermeli.

Ancak, yaşamın her alanında beyanı esas almak da gerekebilir.

Koca bir ilahiyat profesörü, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi anayasal (Anayasa 136) bir kurumun en tepe yöneticisi yalan söyleyecek değil ya.

Geleceğe yönelik beddua kavramını anlamak kolay değil ama Erbaş’tan daha iyi bilecek değiliz.

Ama, işte tam da bu aşamada, Ali Erbaş’ın beyanını esas da alsak, ortaya çok büyük bir mesele çıkıyor.

24 Temmuz’dan bugüne Türkiye’de yaklaşık herkes bu bedduayı konuşuyor.

Vatandaşların muhtemelen yüzde kırka yakın kısmı bu beddua meselesi nedeniyle Diyanet İşlerine diş biliyorlar, kendi değerlerinin ayaklar altına alındığını düşünüyorlar ve bu durumun sorumlusu olarak da Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ı görüyorlar.

Ali Erbaş toplumda çok ciddi bir bölünme hissi yaratmıştır.

Aşağıda Anayasanın Diyanet ile ilgili 136. Maddesini aynen aktarıyorum:

MADDE 136- Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.

Diyanetin özel kanununa dahi gitmeye gerek yok, üst norm anayasa maddesi (136) Diyanet İşleri Başkanlığına milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaçlamayı görev olarak vermiştir.

Herkes elini vicdanına koysun, Ali Erbaş’ın telaffuz etme cüretini gösterdiği o bedduanın milletin dayanışma ve bütünleşmesine hizmet ettiğini iddia edebilecek bir Allah’ın kulu var mıdır?

En müptezel yandaş dahi bunu iddia edemez.

Bir kez daha ifade ediyorum, Ali Erbaş’ın beyanını esas alıyorum ama o ifadesi, beddua meselesi Ali Erbaş için çok ama çok vahim bir anayasal görev hatasıdır.

Yaşananlara rağmen bu yanlışın farkında da olmadığı gözükmektedir.

Ali Erbaş’ın bugün, o ifadeden sonra, Anayasa 136 ortada, yapabileceği en haysiyetli iş hemen ama hemen görevinden istifa etmektir.

Kimse vazgeçilmez değildir, Ali Erbaş da, halefleri de böyle önemli bir görevde hasta ziyaretlerinde, konuşmalarında bütünleşmeyi ve dayanışmayı zedeleyecek vahim hatalar yapmamayı öğrenmek durumundadırlar.

Bu satırların yazarının Ali Erbaş’la bir meselesi yoktur, tanımam etmem.

Ancak, Diyanet kurumunun laik hukuk devleti ilkesi ile de bağdaşmayacağı ortadadır.

DİB’in başında ister Ali Erbaş olsun ister rahmetli Rıfat Börekçi’nin (Atatürk’ün Diyanet Reisi) bir ruh ikizi olsun, ben Diyanet kurumunun mevcut anayasal yapısına ve finansman biçimine karşıyım, yani tekraren ifade ediyorum, mesele Ali Erbaş değildir.

Ancak, mevcut pozitif hukuk dahilinde bu kadar vahim bir hata yapan Ali Erbaş 25 Temmuz’dan itibaren artık (yasal olabilir) meşru bir Diyanet İşleri Başkanı değildir. 

Umarım, bu yazı okurların önüne gittiğinde Ali Erbaş istifa etmiş ya da Cumhurbaşkanı tarafından görevden alınmış olsun.

Kimsenin Anayasayı (Madde 136) bu kadar hafife alma hakkı olmamalıdır.

Anayasa kavramı bugün AKP tarafından ne kadar değersizleştirilmiş olursa olsun anayasa hukukunu savunmak lazım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi