Türkiye’de Amerikalı baş patronuna karşı nerdeyse tek başına mücadele verdiğim IBM’in döner dizgi küreleri sürgünde tüm direniş mücadelemizin ana silahı olmuştu!
Muhalefet partileri asker selamıyla TBMM’den mesajlar verince, laiklik şiarıyla 'Mustafa Kemal’in askerleriyiz' diyerek yeri göğü inleten milyonları yeni Başkomutan’ın emrine sunabilirler.
Şimdi yeni vakanüvislere olan ihtiyaç, meslek ilkelerinin üzerinden buz pateniyle kayarak geçen, iktidar hedefleri uğruna kendilerini paralayan 'paralı gazetecilerle' dolduruluyor.
Bir an gözleri dalar uzaklara gider. Kaç iktidarla birlikte olmuştur. Hepsi zamanı geldiğinde tarihin çöp sepetine gitmiştir. O ise hep aynı yerinde kalmıştır...
Nâzım, içeride 12 yılını geride bırakmıştı. Yurt dışında onun için mücadele edenler vardı. Orhan Veli bu duruma içerliyordu. Dışarıda kampanya yapılıyor, Türkiye’de ise yaprak kımıldamıyor.
Gazeteciliğe başladığımda altı bağlı çocuklar, devletin zirvelerine geldiler. Bazıları da gitti bile… Ben hâlâ aynı yerdeyim. Bu yazı da yürümüyor.
Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt '7 bin katlı bina inşa ediyoruz' dedi Ataol’un 7 bin kitabına ilişkin.
Seçmen oyları seçimlerde hiçbir işe yaramayacaksa seçimlerin nasıl bir anlamı olacak? İktidar seçimle gelecek ama seçimle gitmeyecek ise rejimin adı ne olacak?
12 Mart 1971 Askeri Muhtırası adıyla tarihe geçen darbe döneminde de Ali Sirmen askeri birlikler içindeki hapishanelerde idi. Mine Hanım da cezaevlerinin kapısında,
Kaz Dağları’nda siyanürlü altın madeni çıkarılması operasyonunda yerli ve milli pozisyonu insanların kafalarını höt edebiliyor.
Selahattin Demirtaş öylesine hayata damga vuruyor ki, onun hapiste olduğuna inanmak için sosyal medyada başlatılan özgürlük kampanyasına bakmak gerekiyor.
Sizin hastanenizi benim çocuklar çok methettiler. Şehrin en büyük hastanesiymiş. Zaten onlar getirdiler. Dinlen baba dediler. Çok kalmam gerekmiyormuş.
Siyasal İslamcılar gerçek 'Kendine Müslüman' kişinin nasıl olabileceğini göz çıkartırcasına ortaya koydular. Merhamet ile Müslümanlık arasına insafsız tekmeler yerleştirdiler.
Türkiye’de uluslararası bir, hatta birden çok medya kuruluşunun varlığı SETA tarafından tespit edildi ve gözler önüne serildi!
Herkes elini taşın altına sokmalı. Tabii ki, Kürtler de… Ama ellerini sokacakları taştan bir hayli uzaktalar.
HDP ve İYİ Parti’nin desteklediği CHP’li aday Ekrem İmamoğlu 800 bin oy farkla bir kez daha kazandı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını. Demokrasi akıllara geldi.
Bizim demokrasimiz kış mevsiminde denize kaçmış top gibi dalgaların arasında her çırpınışta kıyıdan biraz daha uzaklaşıyor.
Herkesten ziyade tek/bir kişinin beğenmesi çok önemli. Çünkü O’nun beğenmediği sonuçlar ortaya çıktığı zaman demokrasi olmuyor!
Her şeyi yıkıyor! Anayasa, seçim kanunu, parlamento, demokrasi, gelenekler, teamüller, ayıp, günah, yazık… Yok hiçbir şey önünde duramıyor.
Sizler hapiste olduğunuz sürece hiçbirimiz özgür değiliz. O yüzden hapisteki gazeteciler mektubuma böyle başladım.
En çok karşı olanların bile iktidarın yapabileceklerine olan güvenleri tam ve eksiksizdir. İstanbul seçimleri bu güveni teyit etmiştir. 'Bunlar ne yaparlar ederler, İstanbul’u vermezler!'
Vedat Türkali gibi yazarlar bedenen bu dünyadan göç edebilirler. Ama eserleri onları yaşatır.
Gösteriden sonra duygusal anlar sahneye çıktı. Kız öğrencilerden biri hıçkırarak 'Ben de ileride müzik öğretmeni olmak istiyorum' dedi ve salondaki herkesi ağlattı.
İş yerleri kapanıyor, ekonomi yere çakılmakta olan bir jet gibi hızla inişe geçiyor, 1 Mayıs kutlamaları için Taksim’e izin verilmiyor. Demokrasi olmayınca ülke de iflah olmuyor.
Yumrukçu Osman’ın tahliyesiyle bazı 'şey'ler sıraya girip elini öptüler. Öpsünler Osman amcalarının elini. Bunda da bir sorun yok. Ama demokrasinin beli de daha fazla dayanabilir mi?
Demokrasinin en cilveli aşamasını yaşıyoruz. Kazanan tam kazanmış olamıyor, kaybeden de tamamen her şeyini yitirmiyor. Makamlara zamk ile oturarak, kalma zamanını öteleyebiliyor.
Farklı bir seçim oldu bu sefer. Oy verme bitti, oy sayma bitmedi. Masal gibi denilebilir. Gökten üç elma daha düştü.
İktidar en çok betonu döktüğü, en yüksek binaları diktiği, alt geçitlerle üst geçitlerin sel suları arasında dans ettiği şehirlerde belediye başkanlıklarını kaybetti.
İçeride ekonomiyi vuramayınca meyve-sebze lobisini devreye soktular. Patlıcan, domates ve hıyar baronları halkımıza pahalı mallar yedirmek istediler. Halkımız yemedi.
Haldun Taner'den yarım asır sonra dünyaya gelen bir başka yazar, usta ile aynı gerçekleri yakalayıp anlatabiliyorsa ne kadar bereketli topraklar üzerinde yaşadığımıza inanabiliriz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır. Bu siteye giriş yaparak çerez kullanımını kabul etmiş sayılıyorsunuz.