Doğan Özgüden
1 Mayıs’ımızın bitip tükenmez takrir-i sükunu…
TBMM’nin 100. kuruluş yıldönümünü kutlama ve 1915 Ermeni Soykırımı’nın 105. yıldönümünü anma etkinliklerini konu alan geçen haftaki yazıma, ırkçılık dozajı yüksek Türk milliyetçiliğinin amentülerinden "Bugün 23 Nisan, neşeyle doluyor insan"la başlamıştım.
Bu hafta da işçi sınıfının enternasyonalizmini ve haklı mücadelesini dile getiren 1 Mayıs’ı hasır altı etmek için tek parti döneminde icad edilmiş 1 Mayıs Bahar Bayramı’nın ünlü şarkısı: "Nisan, mayıs ayları, gevşer gönül yayları, çayır çimen bekliyor, bayanlarla bayları…"
II. Enternasyonal’in 1889 yılında aldığı bir kararla tam 130 yıldır her 1 Mayıs’ta dünyanın tüm ülkelerinde "Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü" olarak kutlanan gerçek 1 Mayıs’la cumhuriyet dönemi kuşakları ancak 60’lı yılların ikinci yarısında tanışabildi.
2. Dünya Savaşı’nın tüm dünyada kan ve ölüm kustuğu 30’lu ve 40’lı yıllarda olsun, sözüm ona "çok partili demokrasi" maskesi altında kapitalist diktanın hüküm sürdüğü 50’li ve 60’lı yıllarda olsun, 1 Mayıs Türkiye’de işçi sınıfının bayramı değil, gönül yayları gevşemiş burjuva bay ve bayanların "Bahar Bayramı" olarak kutlanırdı.
İlk ve orta eğitim gördüğüm 40’lı yıllarda 1 Mayıs, okullar da Bahar Bayramı nedeniyle kapalı olduğundan, biz öğrenciler için de sıradan bir tatil günüydü… 1 Mayıs’ın aslında neyin bayramı olduğunu ilk kez 50’li yılların başlarında Ankara’nın İsmet Paşa Mahallesi’ndeki solcu terzi komşularımızdan duymuştum.
1 Mayıs’a böyle bir anlam verenlerin başına neler gelebileceğini de bu komşularımızın 1951 TKP tevkifatında yakalanıp götürüldükleri gün öğrenmiştim.
1 Mayıs’ı gerçek anlamda, yani işçi sınıfının mücadele ve dayanışma günü olarak dar bir çevrede kutlamaya ise o dönem İzmir’in tek muhalif gazetesi olan Sabah Postası’nda ve İzmir Gazeteciler Sendikası’nda sorumluluklar üstlendikten sonra başlayabildim.
İlk kez, bir 30 Nisan 1954 gecesi, geç vakit matbaada sayfa bağlarken gazetenin sermürettibi Şahap Usta "Yarın 1 Mayıs, İşçi Bayramımız kutlu olsun!" demiş, ardından eklemişti: "1 Mayıs aslında bahar bayramı değil, biz emekçilerin bayramıdır."
Şahap Usta mesleğin en eskilerindendi. Yıllarca matbaalarda antimuanlı kurşun buharından zehirlendiği için benzi sapsarı, sık sık ciğerleri sökülürcesine öksüren, ama Türkiye ve dünya gerçeklerini yazı işlerinde çalışanlardan çok daha iyi tanıyan erdem bir kişiydi...
1 Mayıs’ı işçi bayramı olarak birlikte kutladığım ikinci kişi, 1951 TKP davası sanıklarından Mehmet Ressamoğlu idi. Fransızca, İtalyanca ve Rumcayı da ana dili gibi bilen Rodoslu Ressamoğlu tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığı için gazetede çevirmen ve magazin haberleri sorumlusu olarak çalışıyordu. Yurt dışındaki sol hareketlerle ilgili haberleri de ilk kez onun Fransız ve İtalyan gazetelerinden yaptığı çevirilerden öğreniyordum…
1955’in 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı da yine 30 Nisan gecesi sayfaları bağladıktan sonra Şahap Usta ve Mehmet Ressamoğlu ile birlikte matbaanın bir köşesinde kimseye fark ettirmeden kutlamıştık.
TKP davası mahkûmları ceza sürelerini tamamlayıp serbest bırakıldıktan sonra 1 Mayıs’ları onların da katıldığı küçük dost toplantılarıyla kutlamaya devam ettik.
O günlerde öğrenmiştim ki, Cumhuriyet Türkiye’sinde sözünün edilmesi bile yasak olan 1 Mayıs İşçi Bayramı Osmanlı döneminde dahi yasak değildi. İşçi örgütlenmesinin en gelişkin olduğu Selanik’te ilk kez 1911 yılında tütün, liman ve pamuk işçileri tarafından kutlanmıştı.
İstanbul’da ilk kitlesel 1 Mayıs kutlaması da 1912’de yapılmıştı. 1920 yılında, İstanbul işgal altındayken dahi işçiler Haliç’ten başlayarak Karaköy üzerinden Beyoğlu'na kadar yürümüşlerdi.
Ne ki cumhuriyet ilan edildikten bir yıl sonra Türkiye’de 1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak kutlanması yasak edilmiş, 1925’te kabul edilen Takrir-i Sükun Kanunu’yla da bu yasak sürekli hale getirilmişti.
Ben doğmadan bir yıl önce, 1935’te kabul edilen bir başka yasayla 1 Mayıs Bahar Bayramı ilan edilmişti.
Geçen yıl da bu köşede yazmıştım, devletin koyduğu bu İşçi Bayramı yasağını açıkça ilk çiğneyen DP diktasının son günlerinde Başbakan Adnan Menderes oldu.
1 Mayıs 1960 akşamı CHP’nin İzmir il merkezinde bir basın toplantısı izlemiştim. Binadan ayrılmak üzereydim ki, açık olan radyodan akşam haberleri saatinde Menderes’in bir konuşması verilmeye başlandı. Kulaklarımıza inanamıyorduk… Başbakan "Bugün 1 Mayıs İşçi Bayramı, işçi kardeşlerimizin elemsiz, kedersiz birçok bayramlar idrak etmelerini temenni ediyorum," diyordu.
Yıllarca anti-komünizmi bayrak etmiş sağcı bir liderin neden bu sözleri söylemek zorunda kaldığı belliydi. Giderek zayıf düşen iktidarını ayakta tutabilmek için yıllardır ezdiği işçi kitlelerini son bir gayretle kendi saflarına çekmeye çabalıyordu. Özellikle de ABD’nin ve NATO’nun güvenini yitirdikten sonra Sovyetler Birliği’yle yakınlaşmaya çalışıyor, hatta Dışişleri Bakan Fatin Rüştü Zorlu ile birlikte Sovyet lideri Kruşçef’le görüşmek üzere Moskova’ya bir seyahat yapmayı planlıyordu. Bu 1 Mayıs mesajının ardında hiç kuşkusuz Sovyetler Birliği’yle ilişkileri göstermelik de olsa ısıtma hesabı da yatıyordu.
27 Mayıs darbesinin ardından kabul edilen 1961 Anayasası ile bazı temel hak ve özgürlükler tanındı, ama 1 Mayıs’ı "çayır çimen bayramı" olmaktan çıkartıp gerçek sahibi olan işçi sınıfına iade etmek kimsenin aklından dahi geçmedi. Ne subayların, ne de onlardan sonra seçimle iktidar olan İnönü CHP’sinin… Komünizmle mücadeleyi ana hedef olarak benimsemiş olan Demirel’in AP’sinden de zaten böyle bir şey beklenemezdi…
İşbirlikçi ve Amerikancı Türk-İş ise 1 Mayıs’ı tamamen unutturmak için, Ecevit’in çalışma bakanı olduğu sırada grev haklarını kısıtlamak ve işverenlere lokavtı bir hak olarak tanımak için çıkartılan 275 sayılı kanunun Meclis’ten geçtiği 24 Temmuz’u "işçi bayramı" ilan etti.
Türkiye İşçi Partisi’nin ilk kez işçi sınıfının öncülüğünde sosyalist bir düzen kurulması için mücadele verdiği, kitlelerde önemli bir destek sağladığı, hatta TBMM’de 15 milletvekiliyle temsil edildiği yıllar… TCK’nin 141 ve 142. maddelerine cesaretle meydan okuyarak anti-emperyalist ve anti-kapitalist mücadele veren, hatta bir tabuyu yıkarak Kürt ulusunun özgürlük ve eşit haklar mücadelesini açıkça destekleyen, bu nedenle de 1971 darbesinden sonra Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılan Türkiye İşçi Partisi dahi her nedense 1 Mayıs’ı yıllarca İşçi Bayramı olarak kutlamamıştı.
Türkiye’deki 1 Mayıs suskunluğunu bozan ilk girişim, gecikmeli de olsa, DİSK’ten geldi… 1969 yılının 1 Mayıs’ında yayınladığı bildiride DİSK Yürütme Kurulu "Bütün dünya emekçilerinin daha mutlu bir yarına, daha güvenilir bir yaşama kavuşmak için giriştiği mücadelelerin birleştiği 1 Mayıs gününü, devrimci işçilerin biricik temsilcisi olarak yürekten kutlarız" diyordu.
Bildiri ana akım medyada hiçbir yankı bulmamıştı. Sadece bizim Ant Dergisi 29 Nisan 1969 tarihli sayısında bildiriyi tam metin olarak yayınlamış, ayrıca devrimci gençlik örgütlerinin 1 Mayıs kutlama mesajlarını da yansıtmıştı.
Türkiye’de sınıf kavgasının şiddetlendiği, grevlerin, fabrika ve toprak işgallerinin birbirini kovaladığı, buna karşılık AP iktidarının, CHP‘nin de desteğini alarak, DİSK’in toplu sözleşme yetkilerini kısmak üzere yasalarda değişiklikler yapmaya hazırlandığı günlerdi.
Ant’ın 1 Mayıs 1970 tarihli sayısında Lenin’in 1904’te 1 Mayıs üzerine yazmış olduğu bir yazıyı, Oya Baydar’ın Türkiye işçi sınıfı üzerine bir incelemesini ve arka kapakta da Enternasyonal marşının tam metin Türkçe çevirisini yayımladık.
1 Mayıs’tan bir buçuk ay sonradır ki efsanevi 15-16 Haziran direnişiyle işçiler İstanbul’u dört koldan işgal ettiler… Onu sıkıyönetim ilanı, OYAK aracılığıyla kapitalist sınıfa entegre edilmiş bulunan ordunun artık safını tam belirleyerek hem işçi sınıfına hem de devrimci gençliğe karşı uygulayacağı terör izleyecekti… O da yetmeyecekti, 12 Mart 1971 darbesiyle tüm hak ve özgürlükler, işçilerin zaten hayli sınırlandırılmış olan hakları ayaklar altına alınacaktı.
12 Mart terörünü izleyen yeniden örgütlenme ve mücadele döneminde 1 Mayıs’ın işçi sınıfı tarafından kitlesel şekilde kutlanması ilk kez 1976 yılında DİSK’in Taksim Meydanı’nda örgütlediği büyük mitingle gerçekleşti.
Aynı meydanda ertesi yıl, 1 Mayıs 1977’de yaşanan cankırımı… İşçi sınıfını arkadan vuran korkunç komplo…
1978’de aynı meydanda 1 Mayıs yeniden büyük coşkuyla kutlandıysa da CHP lideri Bülent Ecevit’in yeniden başbakan olduğu 1979’da İstanbul’un üzerine yine karabasan gibi çöken sıkıyönetim 1 Mayıs kutlamalarını tamamen yasakladı. DİSK yöneticileri tutuklandı… Yasağa meydan okuyarak sokağa inen Türkiye İşçi Partisi ve Kurtuluş hareketi yönetici ve militanlarının asker tarafından derhal önleri kesildi, TİP genel başkanı Behice Boran da dahil olmak üzere direnişçilerin hepsi gözaltına alındı.
Bir yıl sonra, 1980’de de 1 Mayıs yine yasaktı… Siyasal cinayetler, kitlesel tutuklamalar, grev yasakları, örgüt kapatmaları daha da yoğunlaşırken, Türkiye’de ilk 1 Mayıs bildirisine 1969’da imza atmış olma onurunu taşıyan DİSK’in ve TİP’in kurucularından, Maden İş Sendikası genel başkanı Kemal Türkler 22 Temmuz’da katledildi…
12 Eylül darbesi ve sonrası… Evren’in başını çektiği faşist cunta 1 Mayıs’ın "Bahar Bayramı" olarak kalmasına dahi tahammül edemediği o günü resmi tatil günü olmaktan da çıkarttı.
Paşalar diktasının ardından Özal, Demirel, Çiller, Yılmaz, Erbakan, Ecevit, en sonunda da Erdoğan başbakanlığı altındaki faşizan yönetimler…
Ve de bu yönetimlerin her birinde de bitip tükenmez 1 Mayıs yasakları… Taksim yasakları… Kitlesel tutuklamalar…
1 Mayıs’ımızın bitip tükenmez Takrir-i sükunu…
Evet, Tayyip yönetiminde işçi sınıfımıza baskılar ve haksızlıklar o düzeydedir ki, Uluslararası Sendikaları Konfederasyonu’nun (ITUC) 145 ülkeyi kapsayan 2019 yılı işçi hak ve özgürlükleriyle ilgili değerlendirme raporunda Türkiye "öldürme, grev yasaklama, kitlesel işten çıkartma ve ayrımcı uygulama" sabıkalarıyla "En Berbat Durumdaki 10 ülke" içinde yer alıyor.
İşte böylesi bir ülkede, işçi sınıfımız ve onun dostları, "Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü"nü yarın, Korona’nın dayattığı sınırlamalar yüzünden temsili etkinliklerle ya da çevrimiçi paylaşımlarla kutlayacak, isyan ve istemlerini tüm dünyaya en geniş şekilde yansıtmaya çalışacak.
İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri’nin "Krizin de salgının da faturası sermaye sınıfına!", "Yaşasın 1 Mayıs! Bijî Yek Gulan!", "Yaşasın Sosyalizm" sloganlarıyla 28 Nisan’da başlattığı etkinlikleri 3 bin kilometre uzaktan sosyal medyada izlemeye çalışıyorum.
Onları, tam 50 yıl önce, 15-16 Haziran direnişi sırasında Ant Dergisi’nde asker-sanayici kompleksinin işçi sınıfına komplolarını ve baskılarını teşhir edip "Kapitalistleşen subaylar işçileri yargılayamaz" derken yaptığım gibi, işçi sınıfının şairi Nazım Hikmet’in dizeleriyle selamlıyorum:
Türkiye işçi sınıfına selâm!
Selâm yaratana!
Tohumların tohumuna, serpilip gelişene selâm!