1999’un mahkûmu, bugünün neyi?

1999 yılında ifade özgürlüğü mağduru, 45 yaşındaki belediye başkanı Erdoğan, 68 yaşında cumhurbaşkanı olarak 'devlet benim' demeye getiriyor.

Milletin tokat yiyen bir ferdi iken, devlet sopasıyla herkesi dövmeğe kalkan biri haline gelmek; Türkiye’nin özetidir.

Geçen haftaki "Cezasızlık ülkesinin kayıpları" başlıklı yazımın son dört cümlesi şöyleydi:

"Toplum unutuyor ve hesap soramıyor.

Bu da suç işlemek isteyenlere geniş bir alan açıyor.

Basını da ister istemez bir suç ortağı durumuna getiriyor.

1999 yılını mercek altına almaya tabii ki haftaya devam edeceğiz."

***

1999 yılını dip köşe tararken, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Raporu’na rastladım… Raporun 190. sayfasında, İfade Özgürlüğü kısmında uzun bir mola verdim. Bölümün başında kısa bir giriş cümlesi vardı:

"1999 yılında daha önceki yıllarda olduğu gibi gazeteci, yazar, insan hakları savunucuları, sanatçılar, siyasi parti temsilcileri ve hükümet dışı kuruluşlara yönelik baskı ve yargılamaların önemli bir kısmı görüşlerini açıklamalarından kaynaklandı."

Ardından "baskı ve yargılamaların" hedefi olan kişiler sıralanıyor, dava konuları özetleniyordu. İsimleri okumaya başladım:

İsmail Beşikçi, Ahmet Kaya, Muzaffer İlhan Erdost, Abdülmelik Fırat, Abdurrahman Dilipak, Mehmet Kutlular, Hasan Hüseyin Ceylan, Hasan Celal Güzel, Hasan Mezarcı, İtalyan Gazeteci Dino Frisullo, Oral Çalışlar…

Ve hemen ardından gelen isim Recep Tayyip Erdoğan….

***

Recep Tayyip Erdoğan’ın "baskı ve yargılama" özetini okumaya başladım:

"İstanbul Büyükşehir Belediye Eski Başkanı Recep Tayip Erdoğan 1997 yılında Siirt’te yaptığı konuşma nedeniyle TCY’nin 312. maddesi uyarınca aldığı 10 ay hapis cezasını çekmek üzere 26 Mart günü cezaevine girdi.

Erdoğan İnfaz Yasası uyarınca 120 gün kaldığı Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesindeki cezaevinden 25 Temmuz günü tahliye edildi.

Erdoğan’a verilen hapis cezası 23 Eylül 1998 tarihinde Yargıtay tarafından onaylanmıştı."

***

Recep Tayyip Erdoğan 23 yıl önce, 45 yaşında belediye başkanlığından alınmış ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yasalarını çiğnemekten mahkûm olmuştu.

Ve 26 Mart 1999’da cezasını çekmek için hapishaneye giriyordu. Sanal ansiklopedi bu mahkûmiyet dönemini şöyle anlatıyor:

"6 Aralık 1997'de Siirt'te düzenlenen bir açıkhava toplantısı sırasında topluluğa yaptığı konuşmada, Ziya Gökalp’in 1912 yılında Balkan Savaşı’ndaki Türk askerler için yazdığı ‘Asker Duası’ adlı şiirinin sonradan değiştirilmiş bir sürümünden bir dörtlük okudu.

Okuduğu dörtlüğün bu şekliyle Gökalp’e ait olduğunu iddia eden Erdoğan, konuyla ilgili olarak ‘konuşmamın bütünü incelendiğinde millî birlik ve beraberlik mesajı verildiği görülür’ demişti.

Daha sonraları Erdoğan’ın okuduğu sürümün, Türk Standartları Enstitüsü’nün 1994’te çıkarttığı Türk ve Türklük kitabında bulunduğu ortaya çıktı, ancak kim tarafından değiştirildiği anlaşılamadı."

***

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Recep Tayyip Erdoğan’ın başına gelenlerin hukuksal sürecini sanal ansiklopediden izlemeye devam edelim:

"Konuşmayla ilgili olarak bir inceleme başlatıldı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, Erdoğan’ın konuşmasının yer aldığı görüntüleri inceledikten sonra, Refah Partisi’nin kapatılması istemiyle açılan davayı görüşen Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na iletti.

Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı, Erdoğan hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 312/2 maddesine göre ‘halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek’ suçlamasıyla hazırladığı iddianamesini 12 Şubat 1998’de tamamladı.

21 Nisan 1998’de sonuçlanan dava, Erdoğan’ın iddianamede bahsedilen suçu işlemesiyle sonuçlandı ve Erdoğan’a bir yıl hapis ile 860 bin TL ağır para cezası verildi.

Daha sonra kendisini duruşmadaki hali ve tavrı göz önüne alınarak cezası 10 ay hapis ve 176 milyon 666 bin 666 TL para cezasına çevrildi.

3 Haziran’da açıklanan gerekçeli karara göre Erdoğan, ‘Siirt'te yaptığı konuşmayla dindar ve dindar olmayan diye bölünen kesimler arasındaki gerginliği canlı tutmayı amaçlamakta’ydı.

‘Bunları inanç birliği maksadıyla söyledim’ şeklindeki ifadesinin inandırıcı bulunmadığı belirtilirken, ‘benim referansım İslam’dır' diyerek topluluğu inanan ve inanmayan olarak ayırdığı belirtildi.

‘Cezanın ertelenmesine yer olmadığı’ ibaresinin de yer aldığı kararın bir aykırı oya karşılık oy çokluğuyla alındığı ve Yargıtay'a başvurulabileceği kaydedildi.

Mahkemenin aldığı karar 23 Eylül’de Yargıtay 8. Ceza Dairesi tarafından, bire karşı dört oyla onaylandı.

Kararın ardından siyasi yasak getirilen Erdoğan, herhangi bir partiyle birlikte veya bağımsız olarak herhangi bir seçime katılamayacaktı.

25 Eylül’de Yargıtay tarafından açıklanan gerekçeli kararda Erdoğan’ın söylemlerinin ‘savaş çağrısı’ niteliği taşıdığı belirtilmekteydi.

Ceza infaz yasası gereği hapis cezası 4 ay 10 güne inerken, çeşitli ertelemeler sonrasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini bırakarak 26 Mart 1999 günü Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesindeki Pınarhisar Cezaevi’ne girdi.

24 Temmuz 1999’da ceza süresini tamamlayarak cezaevinden tahliye edildi."

***

Recep Tayyip Erdoğan, bugün 68 yaşında ve Cumhurbaşkanı…

Bakın geçtiğimiz Pazar günü neler söyledi:

"Akıl ve vicdan sahibi hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçektir ki; dünyada her kim bu kardeşinize saldırıyorsa aslında Türkiye'ye saldırıyor demektir.

Dünyada her kim AK Parti’yi ve Cumhur İttifakı’nı kötülüyorsa aslında Türkiye’yi hedef alıyor demektir."

1999 yılında ifade özgürlüğü mağduru, 45 yaşındaki belediye başkanı Erdoğan, 68 yaşında cumhurbaşkanı olarak "devlet benim" demeye getiriyor.

XIV. Louis’yi hatırlatan bir ruh haline bürünmüş gözüküyor.

***

Basın tarihi, Türkiye’nin otopsisi için mükemmel bir imkân veriyor…

1999’dan 2022’ye Recep Tayyip Erdoğan kendi başına mükemmel bir örnek…

Burada siyasetçi Türkiye’yi demokratik bir ülke haline getirmek peşinde koşmuyor, devleti ele geçirmeye uğraşıyor…

Bir daha da gitmek istemiyor…

***

Milletin tokat yiyen bir ferdi iken, devlet sopasıyla herkesi dövmeğe kalkan biri haline gelmek; Türkiye’nin özetidir.

1999 yılındaki manşetlerden bugünkülere süreci izleyince daha da somut görüleceği gibi basın tarihinin de bitmeyen macerasıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Altan Arşivi