25. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali... Kısaların büyük dünyası

İzmir Kısa Film Festivali’nde çok iyi yapımlar izledik. ‘Neredeyse Kesinlikle Yanlış’, ‘Dilan Hakkında Konuşmalıyız’, ‘Mükemmel’ ve ‘Morî’ filmlerine dair kısa notlar düşmek kaçınılmaz oldu bu nedenle.

Bir süredir film festivallerinde birbirimize söylediklerimizi artık daha yüksek sesle dillendirebiliriz. Son yıllarda Türkiye sinemasında kısa filmlerin vasatı, uzun metrajların çok üzerinde. Tayfun Pirselimoğlu’nun birkaç gün önce sona eren 25. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali’nin kapanış töreninde ödül vermek üzere sahneye çıktığında da dile getirdiği bir gerçek bu.

Kısa film üreten sinemacıların biz eleştirmenlere en büyük sitemi festivallerde uzun metraj seçkilerine odaklanıp onları ihmal etmemiz. Haksız da sayılmazlar üstelik. Bir yandan kurulu medya düzeninin talepleri, diğer yandan eleştirmenler olarak bizim yeterli ilgiyi göstermememiz bu sonucu doğuruyor. Ben de bu durumdan azade değilim.

Yine de fırsat buldukça kısa seçkilerini takip etmeye, iki satır söz söylemeye çalışıyorum. Ayvalık Film Festivali’nde izleme fırsatı bulduğum ‘Eksi Bir’, ‘Her Gün Biraz Daha Kolay’, ‘Oyunbozan’, ‘Kontrpiye’, ‘En Uzun Gece’ ve ‘Gukla’ filmlerine dair dair kısa değerlendirme yazısı kaleme almıştım o vakit.

Bugün de İzmir Uluslararası Kısa Film Festivali’nde izleme fırsatı bulduğum yapımlara dair birkaç not düşeyim. Ancak öncesinde festival koordinatörleri Gülen Gözkara ve Yusuf Saygı’nın nezdinde bütün ekibe teşekkür etmek gerek. Yalnızca Türkiye’nin değil, dünyanın kısa film birikimini tek bir festivale sığdırmayı başarıyorlar her yıl. Üstelik kısıtlı olanaklarla. Bu yıl çok kısa bir süre için festivalde bulunabildim. Bu nedenle de birkaç seansa gerebildim sadece. Ama şanslıyım ki, hem ulusal hem de uluslararası kurmaca seçkilerinde girdiğim seansta görme fırsatı buluğum yapımlar ödüllerin büyük bir kısmını kazandı. Şimdi bir kaçına dair kısa değerlendirmelere geçeyim.

neredeyse-kesinlikle-yanlis-01-1.jpg
Neredeyse Kesinlikle Yanlış/ Yön: Cansu Baydar

NEREDEYSE KESİNLİKLE YANLIŞ

O zaman bu yılın en çok merak edilen yapımlarından Cansu Baydar’ın yazıp yönettiği “Neredeyse Kesinlikle Yanlış” ile başlayalım. Festivalde de en iyi film seçilen yapım bütün gücünü gösterişsizliğinden alıyor. Kısa filmlerdeki ‘sürprizli final’ klişesine düşmeden, hayatın akışıyla sinemanın hızını birleştirmeyi başararak, karakterlerinin ufkuyla kameranın ritmini uyumlu hale getiren güçlü bir yapım izledik. Suriye’deki iç savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan Hanna ve kardeşi Nader’in bir gününü takip ettiğimiz film oyuncular açısından da şanslı. Rahaf Armanazi ve İsa Karataş karakterlerinin dünyasına, günlük rutinin atmosferine ama aynı zamanda hikayedeki köklerine o kadar ustaca uyum sağlıyorlar ki, bunda yönetmenin mahareti kadar onlara da hakkını vermemiz gerekiyor sanırım.

Yine de bütün bunlar filmi çok iyi yapmaya yetmeyebilirdi. Filmi estetik olarak kendisini yakalayan benzerlerinden ayıran şey seyircinin ‘bir mülteci-göçmen- sığınmacı anlatısı’nda dair beklentilerini durmadan boşa çıkarıyor olması ve önyargılarımızı yüzümüze çarpması. Bir felaketin, kötü bir hadisenin, tatsız bir durumun ortaya çıkacağına dair genel beklentinin yanına bile yaklaşmıyor film. Başka bir yere gitmeye çabalayan Türkiye’de yaşayan ortalama bir genç kadının hayallerini anlatırken, onun ‘buraya ait ol(a)mama’ hissini de küçük nüanslarla geçirmeyi başarıyor seyirciye yapım.

image-w1280.jpg
Dilan Hakkında Konuşmalıyız/ Yön: Umut Şilan Oğurlu

DİLAN HAKKINDA KONUŞMALIYIZ

Festivalde ödüller kazanan bir diğer film “Dilan Hakkında Konuşmalıyız”ı izlerken bütün salonun kahkahalara boğulması sadece komik anlarından kaynaklanmıyordu. Hatta daha çok trajikomik bir dünyanın resmini çiziyordu bize yapım. Umut Şilan Oğurlu’nun Mislina Bağrıyanık ile kaleme aldıkları senaryodan çektiği film, bir kuşağın ‘trajedisi’ni anlatıyor aslında. 30 yaşına giren Dilan sinema okumuş ama bir baltaya sap olamamıştır. Dayısının emlakçı dükkanında çalışmaktadır. Kendisi değil, ailesi de ondan umudu kesmiştir. Film, yalnızca Dilan’a değil, çevresindekilere de kamera uzatarak bir tür ‘belgesel’ estetiği de yaratıyor. Böylece bir yanıyla meselenin ciddiyetini gösterirken, ani kurmaca geçişleriyle de bu ciddiyeti kırıyor. Filmin gücü hikayesinin samimiyetinde yatıyor. Oğurlu’nun kamerası karakterini yargılamaktan imtina ediyor. Dilan’ı zaaflarının, zayıflıklarının ve mahrum bırakıldıklarının farkında bir karakter olarak ustaca çerçeveliyor. Bunu yaparken de ritmi elden bırakmıyor.

Yalnızca senaryonun değil, başrol oyuncusu Sude Belkıs başta oyuncuların zamanlaması da yerli yerinde. Bütün bunlara Doruk Kaya’nın kurgudaki mahareti eklendiğinde ortaya yalnızca eğlenceli değil, az zamana çok şeyi sıkıştırmayı başarmış bir yapım çıkmış.

319204.jpg
Mükemmel/ Yön: Ece Dizdar

MÜKEMMEL

Oyuncu olarak tanıdığımız Ece Dizdar’ın kamera arkasına geçişi hayli çarpıcı oldu. Dizdar, senaryosunu da kaleme aldığı ‘Mükemmel’de yeni çocuk sahibi olmuş beyaz yaka bir çiftin dünyasına götürüyor seyirciyi. Yeni doğum yapmış olan Azra hayatındaki değişiklikleri anlamlandırmaya çalışmaktadır. Bir yandan da iş yerindekilerin talepleriyle uğraşmaktadır. Bir gün eşinin annesi eve gelir ve çocuğun sünnet edilmesi konusunu açar. Azra buna şiddetle karşı çıkar ve Allah’ın yarattığı bedenin bütünlüğünün bozulup bozulamayacağını sormaya başlar… Bu sorgu onu ve hikayeyi bambaşka yerlere götürür.
Öncelikle, erkekliğin inşa edilmesi meselesini ‘sünnet’ gibi “ne var canım gelenek işte” diye geçiştirilen kadim bir noktadan eleştirme fikri çok parlak. Ama Ece Dizdar’ın meselenin üzerine gitmekteki cesareti, Azra’nın ağzından sorduğu soruların doğruluğu, ‘kutsal annelik’ halesinin gözüne ışık tutmaktaki ısrarı çarpıcı. Buna, Özlem Öçalmaz ve Serdar Orçin’in oyunculukları da eklendiğinde her şey daha da iyi hale geliyor. Ayrıca, Azra’nın aşama aşama dönüşümüne filmin atmosferinin de uyum sağlaması hikayenin görsel bütünlüğünü tamamlıyor.

azad-kisafilm.jpeg
Morî/ Yön: Yakup Tekintangaç

MORÎ

Yakup Tekintangaç’ın 2015 tarihli “Azad” filmi hayli ses getirmişti. Filmlerinde çocukluk, kimlik ve aidiyet temalarına odaklanan yönetmen bir kez daha aynı sularda. Sert bir coğrafyada, her yerin karla kaplı olduğu bir Kürt kentindeyiz. Nenesiyle birlikte kalan Mori’ye babasından kalan tek hatıra ona anlattığı masalın ses kaydıdır. Bir gün okula yeni bir öğretmen atanır. Mori, Meriç öğretmeni babası zanneder ve ona yakınlık gösterir. Meriç bu durumu ilk başta garipsese de Mori’nin ısrarı ve çabası küçük çocuğu anlaması için bir kapı aralar.

Öncelikle filmin dokunaklı bir öyküsü var. Ancak bunu ele alırken de meseleyi ‘babasızlık’ gibi bir noktada kurmuyor yönetmen. Altını çizmek istediği şey ‘özlem’. Mori, zaten hatırlamadığı babasını özlüyor. Ve bu özlemi giderecek, kasetteki hikayeye tamamlayacak birine ihtiyaç duyuyor. Babanın uzaktaki belli belirsiz varlığı, kavuşmaya dair bir ihtimalin varlığı henüz Mori’nin dünyasında o kadar anlam ifade etmiyor çünkü. Öte yandan Meriç yalnızca ‘baba’ özlemini yansıttığı birisi değil, aynı zamanda ustaca bir numarayla zorlandığı hayattan kaçış fırsatı. Mori’nin öğretmeniyle kurmak istediği ilişkideki ısrarı, onu içinde olmak istemediği ortamlardan da kurtarıyor. Kalabalık içinde ‘garip’ olmaktansa, dışarıda ‘yalnız’ olmayı daha çok seviyor çünkü!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şenay Aydemir Arşivi