Süreyya Karacabey
27 Mart Dünya Tiyatro Günü: Hepinize kırgınız tiyatro düşmanları
Tiyatronun bir metafor olarak kullanılmasının tarihi eskidir, “bir sahne olarak dünya” düşünsel dolaşıma girdiğinde, tiyatro metaforik bir anlam taşımaya başlar. Dünya, sahne olarak anlaşıldıkça, tiyatro, tiyatronun tiyatrosuna dönüşür, her şey başka bir şeye yaklaşır gibi yaparak sabitlikleri kırılganlaştırır.
Biz bir şeye yaklaşmaya çalıştıkça, bir yanılsama olarak dünya bizden uzaklaşmıştır. Rol durumu, sosyolojinin ve psikolojinin araçları haline geldiğinde, sahneleme kelimesi tiyatro binasından çıkar, bütün benlik sahnelemelerini içine alarak genişler. Önüne gelen berbat müsamerelere tiyatro diyenler çoğalır. Her şey başka bir dünyayı kurmak için, kendinden alınanları bulmak için yola düşer. Yol çok kalabalıktır. Bir hülyanın büyüsü korkunç bir yanılsamayla karışmış, yüzünü kaybetmişler ordusu, toplumsal bir rolün ona verdiği yapay sureti, gerçek sanmıştır.
Önüne çıkan kötücül entrikaları tiyatro sanan çoğalır, ki bu da, bütün kutsal kitapların bildirdiği gibi, kıyametin alametlerinden biridir.
“Benim bütün bu plastik gösterilerle ne ilgim var” diye sorar tiyatro, tanrısına. Haklı, neşesi de hakikiydi, acısı da; sahteyi, kurmacayla karıştıran bir çağa düştü. Tiyatronun kendi içinde de vardır bu serzeniş, sadece toplumsal, siyasal gösterilere tiyatro denilmesine bozulmaz, sanatını aşağı çekenlere karşı da öfkelidir, az önce dediğim gibi, bir şeyi kendi metaforik ve yananlamsal çoğalmalarından kurtarmanın pek imkanı yoktur, ama değerli olan her şeyi, ucuz materyallerle yeniden üreten sahtenin dünyasına yine de diklenmek gerekir. “Heeey” diye bağırmak gerekir hatta, “tiyatroyu o çok korktuğunuz gerçeklikten kaçma pratiklerinize hiç bulaştırmayın” demek gerekir. Bütün zamanlarda hakikatin kalbine korkmadan yürüyen sanatçılara ayıp olur yoksa, berbat sistemlerin ikiyüzlülüğünü konturlarını çoktan yitirmiş yüzlere çarpan tiyatroculara çok ayıp olur.
BİR İHTİYACI LÜKS BİR TÜKETİME ÇEVİRDİLER
27 Mart Dünya'nın tiyatroya ayırdığı bir gün. Bizim ülkede hem yetim hem öksüz bir sanat haline getirildi çoktan. Tiyatrolar kapansa mutlu olacakları muhakkak yöneticilerle doldu her yer. Çok uğraştılar ele geçirmek için, yapamadılar. Dışında kaldıkları her şeye davrandıkları gibi davrandılar buraya da. Kararnameyle sanat yönetemeyeceklerine, yasaklayarak yok edemeyeceklerine çarptılar çarpmasına da, yine de vazgeçmediler uğraşmaktan. Tiyatrolar can çekişirken dönüp bakmadılar bile, bilet üzerinden uygulanan yüzde otuz yedi vergiyi acımadan kesmeyi sürdürdüler. Bir ihtiyacı lüks bir tüketim nesnesine çevirdiler, sağlık gibi eğitim gibi. Antropolojik bir sabittir tiyatro, bütün zamanlarda varolmanın bir yolunu bulmuştur, size mi yenilecek dedi Dyonizos onlara. Onu da işitmediler.
Evet 27 Mart Dünya Tiyatro Günü. Sahipsiz tiyatrocuları alınlarından öpüyorum, bütün zorluklara rağmen tiyatro için direnenleri selamlıyorum. Ve buraya her sene yazmayı alışkanlık haline getirdiğim alternatif bildirimi ekleyerek kutluyorum günümüzü.
Yıkıntılardan yükselen uğursuz bir dumandı bu hikayesiz zaman.
Kelimeler, yükselen çığlıklara yaklaşamadı, harfler uzun süre sahipsiz bir dilin etrafında dolaştı.
Ölüler kendine bir mezar aradı, çocuklar tutacak bir el. Dağılmış organ parçaları acılarını dillendirecek bir ağız aradı geceleri, rüyalar bitti, anlam, yetim bir çocuk gibi yıkıntılarda gezindi, hiçbir şeye ilişemedi.
Senin seyircin, niye öldüklerini anlamayan insanlar şimdi. Senin seyircin, parçalanmış uzuvlar, harfsiz diller, uzun süre boşluğa düşenlerin yokluk deneyimi şimdi. Işıltılı salonların karanlığa gömüldüğü bir zaman artık senin zamanın. Defalarca içinden geçtiğin gibi.
Hançerle delinmiş bir gırtlak, dilsiz bir beddua, ve çok ağlamış bir gözden geriye kalan payına düşen. Defalarca tanık olduğun gibi.
Ama sen biliyorsun, her şeye yeniden başlamanın o gizli yolunu.
Savaş yıkıntılarında öğrendin, bombalanmış kentlerde öğrendin hepsini. Bir acıya ne iyi gelir bilirsin. Dağılmış sesleri, sahipsiz harfleri yeniden bir anlama kavuşturmayı derin dilsizlik zamanlarında öğrendin.
Yıkıntılardan yükselen uğursuz, kara bir çığlık şimdi zaman.
Mezbahalarda ezber alanların torunları çok iyi bilir, ölümün öteki tarafından yükselen sesleri.
Mezarlıklarda oyun oynayanların çocukları bilir, ortak sevincin yolunun hep taşlaşmış cesetlerin üzerinden geçtiğini. Yıkıntılara bir anlam vermenin sonsuz işi olduğunu bilir. Ümidi koyu bir karanlıkta mum ışığından yapanların soyundan gelenler, her şeyin bittiği bir anda ışığın kapıdan içeri koşarak geldiğini de bilir.
Şifacı kadınların çocukları olan tiyatrocular, şefkatin yaraya iyi geldiğini herkesten iyi bilir.
Her şey bitti, sadece karanlık bir gölge var üzerinde şehirlerin, köylerin. Her şey bitti, parçalanmış taşların içinde çoktan ölmüş çocukların dilsiz sesleri var.
Ama tiyatro bilir her şeye yeniden başlamanın büyülü dilini. Ortak ağıtları, ortak şarkıları bilir. Karanlıktan bir mumla gölge yapmayı, derin bir kederden direniş çıkarmayı, ve paylaştıkça, dillendirdikçe acıların hafiflediğini bilir.
Yıkıntılardan yükselen dilsiz bir acı şimdi zaman.
Ama tiyatro sizin yıktıklarınızdan bir ümit yapmayı bilir. Eski tapınaklarda bırakmıştır kurtarıcıların adını. Bir halkın yeniden sevineceği, şarkı söyleyeceği günleri bilir.
Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.