Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

3 Selek kuşağının kesintisiz mücadelesi...

1963'ten beri Avukat Cemal Hakkı Selek, Avukat Alp Selek ve bilim insanı Pınar Selek'in art arda, asla ödün vermeksizin sürdürdükleri onurlu mücadeleye tanıklık.

Geçtiğimiz cuma günü Brüksel'de Güneş Atölyeleri'nin dünyanın dört bir köşesinden gelmiş yöneticileri, çalışanları, öğrencileri ve davetlileriyle birlikte geleneksel tatil öncesi şenliğinde enternasyonalist kardeşliğin coşku ve mutluluğunu yaşarken, gözüm sürekli iPhone'daki enformasyon sayfasındaydı...

O gün, yıllardır Fransa'da sürgünü yaşayan insan hakları savunucusu Pınar Selek'in Türk adaleti için utanç verici yargılamasının yeni bir sayfası açılacaktı... Türkiye'deki dostlarımız yakın tarihimizin bu ibretlik simge davasında bir kez daha Pınar Selek'in nihai beraatine sahip çıkmak üzere herkesi, yurt dışından gelen heyetlerle birlikte, İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi'nde "Adalet Nöbeti"ne çağırıyordu...

İnsan Hakları Derneği'nin öncülerinden Akın Birdal, sosyal medyadaki sayfasında "Umarım bu kez Pınar Selek'in sürgünlüğü sona erer ve 'hoş geldin Pınar' diyebiliriz" diyordu.

Tam da dostlarımızın Anadolu halklarının ortak ezgilerinden biri eşliğinde coşkuyla yaptıkları dansı izlerken düştü ekrana haber...

Hayır, yine olmayacak, Pınar Selek'in sürgünlüğü sona ermeyecekti...

1998’de Mısır Çarşısı'nın girişindeki patlamaya bir bombanın yol açtığını iddia eden, bu bombayı da PKK’nın oraya koydurttuğu iddiasına ekleyen İstanbul Emniyeti, olayla hiçbir ilgisi olmadığı halde Pınar Selek’i tutuklayarak yıllarca hapiste yatmasına neden olmuştu.

Bilirkişilerin patlamanın bombadan kaynaklanmadığını en az üç raporla kanıtlaması üzerine mahkeme Pınar Selek’i beraat ettirmiş, ancak Yargıtay’ın ilgili dairesi başsavcının onama isteğini reddederek mahkemenin beraat kararını bozmuş ve Pınar Selek’in yeniden yargılanıp ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmasını istemişti.

Bu adaletsizlik karşısında 2008'de sürgüne çıkmak zorunda kalan Pınar Selek'in dört kez beraat kararı aldığı bu engizisyon sürecinin geçen günkü altıncı duruşmasında mahkeme başkanı, dosyaya ''Selek'in Fransa'da terör örgütü PKK'nın bir etkinliğine katıldığını'' ileri süren yeni bir uyduruk belgeyi bahane ederek tutuklama kararının devamına ve duruşmanın 27 Şubat 2025'e ertelenmesine hükmetti.

Dosyaya, ''Selek'in Fransa'da terör örgütü PKK'nın bir etkinliğine katıldığını'' ileri süren belge eklendi.

Gökçer Tahincioğlu, bu davaya ilişkin T24'deki "Yüzleşme" başlıklı yazısında Türk Devleti'nin onbinlerce yurttaşı "insan avı" hedefi yapan istihbarat skandallarından birini daha net şekilde ortaya koydu:

"Yargıtay'ı, mahkemesi, polisi, istihbaratı, işi gücü bırakmış, tam 26 yıldır garip kanıtlarla sosyolog Pınar Selek'ten PKK yöneticisi yaratmak için uğraşıyor...

"Yargıtay'ın Selek hakkındaki son beraat kararını bozması, yerel mahkemenin bu karara uymasının ardından, bir de kırmızı bülten çıkartılması kararı verildi. Ancak öyle her istediğinizde bülten çıkartılamıyor. O kişinin örgütsel bağını ortaya koymanız, somut durumunu anlatmanız, ikna edici kanıtlar bulmanız gerekiyor.

"Uzun yıllardır Fransa'da yaşayan Selek, Cote d'Azur Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde doçent. İtalya-Fransa Güney Sınırları Göç Gözlemevi'nin eş koordinatörü. Bağlantı arayan Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanlığı da çok gizliymiş gibi Selek'in, üniversite bünyesinde katıldığı paneli bulabilmiş. İçişleri Bakanlığı İnterpol Daire Başkanlığı, Selek ile ilgili hazırladığı yazının başına, 'Fransa Nice'te PKK/KCK mensuplarınca düzenlenen etkinliğe katıldığı bildirilmiştir' notunu düşmüş."

Etkinliği düzenleyen üniversiteye bağlı URMİS'in Direktörü Swanie Potot, Pınar Selek hakkında hazırlanan belgeye tepkisini mahkemeye ilettiği yazıda şöyle ifade ediyor: "Geçtiğimiz nisan ayında Üniversite Cote d'Azur ve birkaç kuruluş tarafından desteklenen Göç Baharı festivali konferanslardan biri Kürt kadınların göçü üzerineydi. Hem göçmen kadınlar hem de Kürt meselesi üzerine çalışmaları nedeniyle bu konferansı üniversite profesyonel faaliyetleri çerçevesinde yönetmesini meslektaşımız Pınar Selek'ten rica ettik. Kendisi bu görevi kabul etti ve başarıyla yerine getirdi. Bu belge iftira niteliğindedir ve sadece Pınar Selek'in durumu ötesinde, garantörü olduğumuz üniversite faaliyetlerinin ciddiyet ve bütünlüğünü sorgulamaktadır."

Pınar Selek'in akademisyen ve araştırmacı kimliğinin en önemli kanıtı ise, Brüksel Özgür Üniversitesi Rektörü Annemie Schaus, Lyon 2 Üniversitesi Rektörü ve Orta Fransa Rektörleri Başkanı Nathalie Dopnier ve Strasbourg Üniversitesi Rektör yardımcısı Mathieu Schnieder'in, son duruşmayı yerinde izleyerek dayanışmalarını ifade etmiş olmalarıydı.

PINAR SELEK'İN DEDEDEN VE BABADAN MİRAS MÜCADELECİLİĞİ

16 yıldır sürgünü yaşayan Pınar Selek, sadece varlığından ve akademik çalışmalarından dolayı Türkiye'nin gurur duyması gereken değerli bilim insanı değil, aynı zamanda 60'lı yıllarda yakından tanımak, Türkiye İşçi Partisi saflarında birlikte mücadele vermek onurunu taşıdığım iki müstesna insandan birinin torunu, diğerinin de kızıdır...

Geçen yıl sonsuzluğa uğurladığımız Aydın Engin, 13 Nisan 2009'da T24'te yayımlanan bir yazısında şöyle diyordu: "Pınar Selek’in iflah olmaz bir genetik bozukluğu var. Dedesi Cemal Hakkı Selek’ten, babası Alp Selek’ten miras bir genetik bozukluk: Haksızlığa karşı çıkmak, mağdurun, mağdur kim olursa olsun yanında saf tutmak!"

Cemal Hakkı Selek'i, 1963 yılında genel başkan Aybar'ın isteği üzerine İzmir'den İstanbul'a geldiğimde, Türkiye İşçi Partisi'nin Ankara Yokuşu'ndaki genel merkezinde partimizin bilgelerinden biri olarak tanımıştım.

Cenevre Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi gördükten sonra bir süre Adalet Bakanlığı ve İstanbul Üniversitesi'nde çalışmış, ardından Üniversite Kitabevi’ni kurarak bilimsel dergiler ve kitaplar yayımlamış, aynı zamanda serbest avukatlık yapmaya başlamış, Aybar'ın genel başkanlığı üstlenmesinden sonra da Türkiye İşçi Partisi'ne katılmıştı.

Aybar'ın sürekli görüşüne başvurduğu, gerektiğinde biz gençlerle birlikte geç vakitlere kadar parti çalışmalarına el veren, uyarılarını ve önerilerini eksik etmeyen saygıdeğer bir kişilikti.

Türkiye İşçi Partisi'nin Bilim ve Araştırma Kurulu'nda birlikte çalıştığımız gibi, partinin ilk İstanbul İl kongresinde yönetim kuruluna, ardından 1. Büyük Kongresi'nde genel yönetim kuruluna birlikte seçilmiştik.

Selek, 1965 yılında yapılan genel seçimde İzmir'den TİP milletvekili seçilmiş, 1969'a kadar TBMM'de TİP'in Meclis Grubu başkanlığını yapmıştı.

12 Mart darbesinde 1. TİP'in kapatılmasının ardından 1975'te 2. TİP 'in kuruluşunda da yer alan Cemal Hakkı Selek'i 28 Eylül 1996'da kaybettik...

Pınar Selek'in babası Avukat Alp Selek ile de hem 60'lı yıllarda, hem de 70'li yıllarda Türkiye İşçi Partisi saflarında beraber olduk...

Alp Selek, işçi sınıfının siyasal mücadelesine paralel olarak sendikal mücadele içinde de avukat olarak daima ön planda yere almıştı... 1963 yılında Vehbi Koç'a ait Kavel kablo fabrikasında Amerika'dan gelen müdürün baskıcı yönetimine karşı başlatılan efsanevi direnişte tutuklanan ya da haklarında dava açılan işçilerin savunmasını üstlenen avukatlardan biri de Alp Selek'ti... 60'lı yıllarda bizim Akşam Gazetesi, ardından Ant Dergisi'nde ayrıntılı yansıttığımız direniş eylemlerinin ardından işçi ve sendikacılara, gençlik liderlerine karşı açılan davaların hemen hepsinde savunma avukatı olarak yer almıştı.

12 Mart 1971 darbesinden sonra da gençlik ve işçi liderlerine karşı açılan tüm davalarda savunmayı üstlenen Alp Selek, 1975'te kurulan 2. Türkiye İşçi Partisi'nde yer alacak, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra partinin yöneticilerinden biri olarak tutuklanıp mahkum edilerek 4.5 yıl hapiste tutulacaktı.

Ancak Alp Selek'in çilesi tahliye edildikten sonra da bitmeyecek, Türk Ceza Kanunu'nun komünist örgütlenmeyi yasaklayan 141. maddesinden mahkum olduğu için, dönemin Adalet Bakanı Oltan Sungurlu'nun İstanbul Barosu’na yaptığı baskılar nedeniyle uzun süre hiçbir dava üstlenemeyecek, ancak Danıştay'ın 2'ye karşı 3 oyla aldığı bir karar sayesinde avukatlık mesleğine dönebilecekti.

Hukuk Defterleri Dergisi'nin Temmuz/Ağustos 2016 tarihli sayısındaki "İnadın ve Israrın İnsanı: Alp Selek" başlıklı yazıda vurgulandığı gibi:

"Belki de Selek için en zor davalardan biri, avukat kızı Şeyda Selek’in de içinde yer aldığı bir ekiple yürüttükleri kızı sosyolog Pınar Selek’in yargılandığı Mısır Çarşısı davası'dır. Selek, devrimcileri, işçileri hatta kendisini savunduktan sonra bu sefer de kızını savunmak için hakim karşısında yerini almıştır. Selek’in uzun mücadele yaşamına bakıldığında tüm yaşamının, sosyalist ve hukukçu kimliğinin ısrar ve tebessüm ile yoğrulmuş ahenkli bir birleşimi olduğu görülür. Alp Selek, insanlığı, kocaman kalbi ve bitmek bilmeyen azmi ile hukuk mücadelesinde açtığı yolda bizlere ışık tutmaya hâlâ devam ediyor."

NAZIM HİKMET GİBİ "VATAN HAİNLİĞİ"NE DEVAM ETMEK...

Güneş Atölyeleri'ndeki coşku, kardeşlik ve umut dolu birliktelikten İnci de, ben de, Pınar Selek duruşmasında açıklanan Türk adaleti ve Ankara rejimi için utanç verici karara öfkemizi içimize gömerek ayrıldık...

Gece geç vakit bilgisayar karşısına geçip öfkemi yazıya dökmeye hazırlanıyordum ki, Güneş Atölyeleri'ndeki şenliği uzun süre birlikte izlediğimiz gazeteci ve tiyatro yönetmeni dostumuz Erdinç Utku'nun Facebook'ta paylaştığı ironik yazısı düştü ekrana:

"Bugün Güneş Atölyeleri’nin yıl sonu etkinliği vardı. Öğle molasında yürüyüşü es geçip uğradım ve 1960’lı yılların büyük gazetelerinden Akşam’ı emek ve demokrasi hareketinin yayın organına dönüştürmüş efsanevi genel yayın yönetmeni Doğan Özgüden ve hayat ve mücadele arkadaşı İnci Tuğsavul’u da görme fırsatı yakaladım.

"2014 yılında Cumhuriyet gazetesinde vatan hainliklerini(!) ifşa etmem işe yaramamış. 10 yıl geçmiş hâlâ vatan hainliğine devam ediyorlar. Brüksel’de tüm milletlere hitap eden bir oluşumu emin ellere bırakmışlar ama yine de hâlâ gözleri gibi bakıyorlar.

"Vatan hainlerini ifşa ettiğim yazıyı bir kez daha yayınlayım, belki bu kez gözleri korkar..."

Erdinç'in yazısı, Cumhuriyet'teki o yazıyı aynen paylaştıktan sonra bir anımsatmayla bitiyordu:

"Bizler Nazım Hikmet için de 'Vatan haini' damgası vurup 1962 yılında 'Vatan Haini' şiirini yazmasına neden olmamış mıydık? Nazım da sinirlenip 'Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim./ Vatan çiftliklerinizse,/ kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,/vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,/ vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,/ fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, / vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,/ ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,/ vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,/ vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,/ ben vatan hainiyim./ Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.' diye yazmamış mıydı?

"Doğan Özgüden ve İnci Tuğsavul Brüksel’de 'Vatan Hainliği'ne devam ediyor hâlâ!"

Evet, Nazım Hikmet'in o şiiri yazmasının, yaşama veda etmesinin üzerinden 60 yılı aşkın bir süre geçti...

AP-MHP diktasının polisi, savcısı, yargıcı, yurt dışındaki temsilcilikleri, diplomatik misyonları, Diyanet güdümlü camileri, mızraklı ilmühalli ve bozkurt siluetli dernekleri, sallabaş medyası Türkiye'nin gerçekten demokratikleşmesini, Türk'ü, Kürd'ü, Ermeni'si, Asuri'si, Grek'i, Ezidi'siyle Anadolu'nun ve Trakya'nın tüm insanlarının eşitlik ve kardeşlik içinde yarınları birlikte kurma mücadelesine yurt dışından katkıda bulunmaya çalışanlara "vatan hainliği" de dahil her türlü karayı çalmaya devam ediyor...

Pınar Selek'in daha önce defalarca hak ettiği beraatinin üç gün önceki duruşmada düzmece bir kara çalma raporuyla engellenmesi gibi...

Yazıklar olsun...


Doğan Özgüden kimdir?

1952’den itibaren İzmir’de Ege Güneşi, Sabah Postası, Milliyet, Öncü gazetelerinde çalıştı, 60’larda İstanbul’da Gece Postası ve Akşam Gazetesi genel yayın yönetmenliği yaptı. 1967’den itibaren eşi İnci Tuğsavul, Yaşar Kemal ve Fethi Naci ile birlikte sosyalist Ant Dergisi’ni yayınladı. Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti, Basın Şeref Divanı ve Türkiye İşçi Partisi yönetimlerinde bulundu. 12 Mart 1971 darbesinden sonra Türkiye’den ayrılarak yurt dışında Demokratik Direniş Örgütü, İnfo-Türk Haber Ajansı ve Güneş Atölyeleri, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Demokrasi İçin Birlik örgütü kurucuları arasında yer aldı. Evren Cuntası tarafından 1982’de eşiyle birlikte Türk vatandaşlığından çıkartıldı. 12 Mart rejimine karşı Direniş Belgeleri, 12 Eylül rejimine karşı Kara Kitap adlı İngilizce, Türkiye’deki ve sürgündeki yaşamını ve mücadelelerini anlatan iki ciltlik “Vatansız” Gazeteci ve yedi ciltlik Sürgün Yazıları adlı Türkçe ve Fransızca kitapları bulunuyor. Kurulduğu tarihten beri Artı Gerçek'e yazıyor. (https://www.info-turk.be/ozguden-tugsavul-T.htm)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi