Alp Altınörs
ABD'de Trump referandumu
ABD’de referanduma dönüşen başkanlık seçimlerinde Donald Trump'ın izlediği politikalar halkın çoğunluğuyla reddedildi. Trumpizm daha ilk döneminde reddedildi yenilgiye uğradı. Daha 2019 Şubat’ında Trump'ın ikinci dönem için seçileceğine kesin gözüyle bakılıyordu. Pandemi beraberinde getirdiği ekonomik kriz ve ABD'de George Floyd isyanıyla yoğunlaşan ırksal ve sınıfsal mücadeleler Trumpizmin yenilgisini koşulladı.
ABD halkının Trump'a kaybettirme oyları, karşındaki seçenek olan Biden’a gitti. Yüzde altmışı bulan katılımın ana motivasyonu Trump'tan kurtulma, dolayısıyla Biden’i benimsemeyen kitleler de ’ehven-i şer’ mantığıyla ona oy vermiş oldu. Böylece Biden, oldukça düşük profilli bir seçim kampanyası yürütmesine rağmen, demokratların tarihinde görülmedik bir oya ulaştı. Geleneksel olarak 50 milyon dolayında seyreden Demokrat oyları 74 milyona sıçratan, Trump'ın yarattığı toplumsal kutuplaşma sonucunda seçimlerin fiilen bir referanduma dönüşmesiydi.
Trump'ın siyasi gerilemesi pandemi ile birlikte doruğuna varan kapitalist krizle bağlantılıdır. Dünyanın en zengin ülkesi COVID-19 salgınını çok kötü yönetti. Özel sağlık sistemi ve herkesi kapsayan sosyal sigortanın yokluğu bu başarısızlıkta en önemli iki etkendi. Donald Trump, Obama döneminde yasalaşan sosyal sigortayı ‘komünist işi’i sayarak göreve gelir gelmez iptal etmişti. Salgın hastalıklarla mücadele eden federal kurum CDC’in sesini büyük oranda kısmış, sağlık harcamalarında kesintiye gitmişti. Bütün bu sosyal kesintiler, Trump'ın şirketlerden vergi almama projesi için gerekliydi. Kısacası Trump, sağlıktan kısıp şirketlere aktardı. Böylece ekonomiyi büyüteceğini iddia ediyordu. Şirketler, Trump’ın hediye ettiği vergi kesintisini yatırıma kullanmayıp kasalarına attılar. Vergi kesintisinin sağladığı ekonomik teşviklerin ömrü kısa oldu. Ama COVID-19 pandemisinin hem toplum sağlığı hem de ekonomi üzerindeki etkileri çok yıkıcı oldu. İşsizlik tavan yaptı. Güvencesiz yoksul Amerikalılar, COVID’in tedavi masraflarını dahi ödeyemediler. Sınıfsal ayrımlar belirgin hale geldi. COVID-19’dan ölenlerin çoğunluğunun Siyah olması kuşkusuz rastlantı değildi. Trump’ın ‘hızlı büyüyen ekonomi - düşük işsizlik ‘ söylemi pandemiyle birlikte iflas etti. Ancak Trump sınıfsal bir inatla, Koronavirüs’ü küçümsedi ‘basit bir grip’ saydı, ekonominin kapatılmasına, maske zorunluluğuna karşı çıktı. Taraftarlarına da bu yönde çağrılar yaptı.
Minneapolis’te siyah emekçi George Floyd’un polis tarafından öldürülmesi, bu sosyal ve ekonomik şartlar altında, tam bir toplumsal patlamaya dönüştü.
Siyah Hayatlar Önemlidir (BLM), Antifa, #MeeToo (Ben de) hareketleri bu cinayet etrafında ABD’deki kurumsal ırkçılığı sokaklarda sorgularken, giderek milyonların katıldığı bir toplumal harekete dönüştüler. Pandeminin yarattığı sosyal yıkıma itiraz eden emekçileri de içeren bu hareket kısa sürede tüm ABD’ye yayıldı ve Trump yönetimine karşı bir başkaldırı hüviyeti kazandı. Donald Trump bu hareketi şeytanlaştırmaya çalıştı. ‘Yasa ve Düzen’ sloganı üzerinden Beyaz kitleleri etrafında kenetlemeye çalıştı. Ulusal Muhafızları sokağa sürerek kitle hareketlerini zor yoluyla bastırmaya kalkıştı. Ancak bunda pek başarılı olamadı. Beyaz Üstünlükçü çeteleri ve Ku Klux Klan terörünü desteğe çağırdı. Antifa’yı terör örgütü ilan etmeye niyetlendi. Nihayetinde Siyah Hayatlar Önemlidir hareketi bastrılamadığı gibi, Trump’ın devrilmesine giden yolu da sokaklarda açmış oldu.
Pandemi döneminde artan işçi grevleri (marttan bu yana 1100 grev) Kapitalist krizin şiddetini ortaya koyuyor ve Trump'ın artık 2016'daki gibi (demogojik söylemlerle de olsa) işçilerden oy alamayacağının sinyalini veriyordu. işçi hareketleri BLM hareketlerini besledi, BLM ağları işçi grevleriyle dayanıştı. Eli silahlı Beyaz çetelere karşı Antifa ağları devreye girdi. Yerel #MeToo ağları kadın dayanışmasını geliştirdi. Demokrat Parti’nin oy tabanında sokaklara dayalı bir radikalleşme meydana geldi. Bütün bu ağlar birlikte, Trump’ın sermaye yanlısı, kadın düşmanı, Beyaz Üstünlükçü, dinci politikalarını geniş kitlelere teşhir etti. Toplumda Tump’ı reddetme eğilimi böyle böyle mayalandı.
Göçmenler, Latin Amerika kökenliler, Müslümanlar Trump döneminde sürekli aşağılandılar, hor görüldüler, baskılara maruz kaldılar. Meksika sınırına duvar, ICE adlı göçmen toplama ve geri gönderme kampları, Müslüman ülkelere vize yasağı gibi uygulamalara Trump’ın ırkçı nefret söylemleri eşlik etti. Trump’ı reddeden kitleler içerisinde Latinolar ve Müslüman Amerikalılar ön planda yer aldı.
Donald Trump, iktidarı boyunca, sermayenin çıkarlarının en açık ve pervasız savunucusu oldu. Sermaye egemenliğinin üzerindeki yalan şallarını çekip aldı. Bu sayede sosyalizmin de popülerleşmesine katkıda bulundu. Demokrat Başkan adayı Bernie Sanders, Demokrat Kongre üyesi Alexandria Ocasio-Cortez gibi şahsiyetler, bu popülerleşmeye katkı sundular. Trump ‘sosyalizm heyulasıyla’ sürekli kavga halinde Obama’yı veya Kamala Harris’i ‘komünist’ ilan ederken ‘demokratik sosyalizm’ fikri gençlik içerisinde yayıldı. Amerikan Demokratik Sosyalistleri (DSA) örgütlenmesi tüm ABD’ye yayılarak, geleneksel sosyalist hareketin çok ötesinde bir etki gücüne ulaştı. DSA ağları da George Floyd isyanı ve BLM hareketleri içinde aktif biçimde yer alarak Trump’ın toplumsal reddine giden yolda büyük bir rol oynadılar. Ne var ki, DSA’yı da esinlendiren Bernie Sanders, Demokrat Parti elitleri tarafından ‘aşırı’ ve ‘marjinal’ bulunarak Başkan adaylığı yarışından diskalifiye edildi. Oysa Avrupa ölçüleri içinde Sanders, ancak bir sosyal demokrat sayılırdı.
Joe Biden ve Kamala Harris, bu şartlar altında Demokrat Parti elitleri kadar Cumhuriyetçi Parti elitlerinin de üzerinde anlaşabildiği, sermaye egemenliğine şartsız bağlı müesses nizamın restorasyonuna elveren, sokaklardaki radikalizmi de sönümlendirebilecek isimler olarak öne çıktılar. Biden-Harris formülü, Amerikan tekellerinin ‘küreselci’ ve ‘dijital ekonomi yanlısı’ kanadının tam desteğini aldı. (Bernie Sanders bu desteği alamazdı.) Trump’ın hem egemenler hem de halk nezdindeki kredisi o denli tükenmişti ki, Biden’in ‘2016 öncesine dönüş’ söylemi egemen sermaye çevrelerini, sokaklardan yükselen taleplerin soluk bir suretini (sağlık sigortası, iklim krizi, ırkçılıkla mücadele) kabul etmesi, halkı ikna etmeye yetti.
Donald Trump, seçimleri kaybedeceğini anladığı andan itibaren, seçim sonuçlarını tanımayacağını açıkça ilan etti. Planı, postayla kullanılan oyları geçersiz (yasadışı) ilan etmek ve sandıklardaki oylarda önde çıkarsa kendisini Başkan ilan etmekti. Irkçı çeteleri silahlarıyla sokağa çağıracak, seçimleri mahkemeye taşıyacak ve Yüksek Mahkemede’deki oy çoğunluğu ile darbeci tarzda galip gelecekti. Ne var ki bu plan tutmadı. Sandıklar ilk açıldığı andan itibaren Biden-Harris hep öndeydi. Yani Trump’ın isteği kabul edilip oy sayımları durdurulsa dahi yine Biden galip gelecekti. Oy sayımları ilerledikçe Trump’ın geçen seçimde aldığı birçok eyalette de yenildiği ortaya çıktı. Sandık sonuçları Trump'ın yenilgisini o denli açıkça tescil etti ki Trump, Ku Klux Klan çetelerini seferber edecek bir hikaye dahi yaratamadı. ‘Hile’ söylemleri temelsiz ve kuru kaldı. Kendi partisi içinde dahi yalnız kaldı, tecrit oldu. Bu Satırlar yazılırken Trump halen Yüksek Mahkeme'ye başvurmaktan bahsediyordu. Ancak bu denli açık bir sayısal ve siyasal yenilginin mahkeme kararı ile değiştirilmesi pek mümkün gözükmüyor.
Olası Sonuçları:
Sürekli olarak seçimleri mahkemeye götürecekleri tehditlerini savuran ve avukatlarını bunun için seferber eden Trump dokunulmazlığını yitirdiğinde kendisini bekleyen tam 4 bin davadan yargılanacak. Bunlardan 24'ü cinsel taciz davası. Trump'ın ektiği nefret ve sosyal çatışma tohumları bir süre daha etkisini gösterecektir. Ne var ki Trump dönemi daha şimdiden bir devr-i sabık haline gelmiştir.
Ne var ki Amerikan kapitalizminin içerideki ekonomik-sosyal bunalımı kadar, dünyadaki hegemonyasının bunalımı da kısa sürede çözülecek gibi görünmemektedir. Biden-Harris ikilisi bu krizlerle başa çıkmakta hayli zorlanacaklardır.
Trump’ın devrilmesiyle özgüven kazanan ‘radikal gençlik’ yeni dönem Amerikan siyasetinde de etken olmayı sürdürecektir. DSA, BLM, Antifa, #MeToo hareketlerinin adını duymaya devam edeceğiz. İşçi sınıfının siyasallaşması derinleşerek sürecektir.
ABD dış politikasında yeni bir dönem açılmıştır. Trump’ın ‘Büyük Amerika’, ‘Önce Amerika’ söylemleriyle belirlenen içe kapanmacı, tüccar diplomasisi yerini Obama usulü emperyalist küreselleşme siyasetine bırakacaktır. Çin yine başlıca hasım olacaktır.
Trump, Avrupa Birliği’ni dağıtma politikası izlemişti, Biden ise tersine AB’yi güçlendirme yönlü politikalar izleyecektir. ( Bu seçimlerin bir kaybedeni de Boris Johnson olmuştur.) Trump’ın liderlerle şahsi ilişkilerine dayalı diplomasisinin yerini Biden döneminde klasik Amerikan diplomasisi alacaktır. Bu ikili diplomasi tarzından hayli memnun olan AKP iktidarını pek mutlu etmeyebilir. Ortadoğu’da Trump’ın izlediği fanatik derecede İsrail yanlısı siyaset, Biden döneminde daha itidalli ve Filistinlileri de tümüyle dışlamayan bir çizgiye bırakacaktır. Suriye ve Irak’ta ise Obama dönemi politikalarına bir dönüş beklenebilir.
Donald Trump’ın yenilgisi, COVID-19 pandemisi sonrası dönemde otoriter liderlerin yerlerini sağlamlaştıracağına dair karamsar öngörüleri yanlışlamıştır. Pandemi ile pik yapan kapitalist krizin kitleleri sarsan ve değiştiren, siyasallaştıran yönüne dikkati çekmiştir. Dünya pandemi pandemi sonrası dönemde siyasal değişimlere gebedir. Trump’ın Amerikan toplumu tarafından önce sokak hareketleriyle sarsılması ve sonra sandıkta reddedilmesi sadece ABD siyasetinde değil dünya siyasetinde de yeni bir dönemi açacaktır.