ayşe düzkan
abdullah gül ne diyor?
çok tedbirli olduğu, risk almaktan hep kaçındığı söylenir, uzun zamandır da röportaj vermiyordu. abdullah gül, geçtiğimiz hafta karar gazetesinden ahmet taşgetiren, elif çakır ve yıldıray oğur’a konuştu. az röportaj veren herkeste olduğu gibi, bu sıradan bir görüşme değil, gül güvendiği bu üç gazeteciye, adının birlikte anıldığı ali babacan’a desteğini net bir biçimde açıklamış ve babacan’ı da bağlayacak görüşlerini ifade etmiş. bu görüşlerin, türkiye’nin yakın geleceğini düşünürken hesaba katılması gerektiğine inanıyorum.
bana en çarpıcı gelen noktayla başlamak isterim. gül, devlet adamının risk değil sorumluluk alması, savaşta ölecek çocuğun sorumluluğunu kendi ailesinden bir çocuk gibi hissetmesi, ekonomik kararların sonuçlarını kendi ailesinin düşeceği büyük ekonomik sıkıntı gibi düşünmesi gerektiğini söylemiş; bunu akp’nin bugünkü politikalarının açık bir eleştirisi olarak yorumluyorum.
akp’nin kuruluş ilkelerine bağlılık, davutoğlu da dahil, bu partiden uzaklaşan herkesin sözünü ettiği bir nokta ve tam olarak ne kastedildiği muğlak olduğundan söylemden öte önemi olduğu tartışılır. gül konuyu birazcık daha somutlaştırarak tbmm’nin hiç bu kadar önemsizleşmediğinin de altını çiziyor ve parlamenter siyasete dönülmesinin şart olduğunu söylüyor.
gül ab kriterlerine ab üyeliğinden daha fazla önem atfettiğini vurguluyor; "şuna da inanıyorum ki ab üyesi bir ülkenin sahip olduğu hukuk, ekonomi ve siyaset standartlarını uygulayan, ab üyesi olmayan norveç gibi bir ülke olursak bu bizi her bakımdan hem mutlu hem zengin hem güçlü yapar." somut bir vaat olarak gazeteciler, yazarlar ve siyasetçiler için tutuksuz yargılama önerisi var. binlerce insanın cezaevinde olduğu türkiye’de bu, ancak adı kamuoyunda tanınan bir avuç insan açısından olumlu olabilir.
gül’ün, "chp’nin katı laiklik anlayışından dönmesi"ni memnuniyetle karşılamasını muhtemel bir işbirliğine açılan kapı olarak yorumluyorum. ama tabii röportajın en önemli iki kısmı kürt meselesi ve dış politika üzerine.
abdullah gül, türkiye’nin bütün diğer ülkelerden fazla kürt nüfusu olduğunu vurgulayarak, "bu nüfusumuzu ne kadar eşit vatandaş kılabiliyoruz, nasıl mutlu ve ülkesine bağlı hale getirebiliyoruz?" diye soruyor. bugüne kadar yürütülen politikalarda kendisi dahil herkesin sorumluluğu olduğunu söylese de, hdp’nin kriminalize edilmesiyle ilgili soruya karşılık, cumhurbaşkanlığı döneminde her dış ziyaretinde hdp’den de temsilci davet ettiğini, ayrım yapmadan bütün belediyeleri, diyarbakır’ı, batman’ı da ziyaret ettiğini vurgulamadan geçmiyor. başka gazeteciler bu noktada o belediyelere kayyım atanmasıyla ilgili soru da sorardı, tabii. gül’ün hdp ile ilgili bu sözlerini de bir açık kapı olarak yorumluyorum. bu kapıyı, kürt meselesiyle ilgili cesur adımlardan ziyade destek arayışı olarak görüyorum.
abdullah gül’ün dış siyasetle ilgili söylediklerinin içinde diğerlerine oranla daha az göze çarpacak iki noktaya işaret etmek istiyorum. bunlardan birincisi mısır ile ilişkilerin düzeltilmesi, bu konunun günlük meselelerin çok ötesinde, dikkatle ele alınması gerektiğini söylemesi. ("akdeniz’i bir elma olarak düşünürsek mısır ve türkiye bir elmanın iki yarısı gibidir," diyor.) özellikle tüm dünyada, siyasal islam’ın çöküp çökmediğine dair soruya, "biz bunu görüp paradigmadan kopuşu gerçekleştirmiştik…" şeklinde cevap verdiğini de gözönüne alınca, bu, akp’nin son yıllarda sürdürdüğü ihvancı çizgiden uzaklaşılması anlamına gelir. (davutoğlu, siyasal islamcılıkla ilgili sözlerini çok eleştirmiş!) ikinci nokta filistin’le ilgili iki devletli çözüme yaptığı vurgu. iki devletli çözüm, israil’in yanı başında, 1967 öncesindeki sınırlar içinde bir filistin devleti kurulmasına dayanıyor. filistin direnişinin benimsemediği ve "yüzyılın anlaşması" adı verilen ilhak planından sonra gerçekleşmesi iyice güç hale gelen bu öneri, avrupa birliği ülkeleri tarafından savunuluyor.
tabii en önemli nokta, başta suriye olmak üzere savaşa, kendi deyimiyle "hard power’a dayalı dış siyaseti eleştirmesi ve nato’ya bağlılığa yaptığı vurgu ve rusya ile ilgili söyledikleri. abdullah gül, sovyetler’in türkiye cumhuriyeti’nin kuruluşundaki katkılarını teslim etmekle birlikte rusya ile ilişkilerde dikkatli olunması gerektiğini savunuyor: "büyük devletler ile komşuysanız, hele bu komşu otoriter bir büyük devletse, ilişkileriniz ne düşmanca olacak ne de kendinizi kaptıracaksınız. bu husus çok önemli. düşman da olmayacaksınız gayet samimi, dürüst ilişkiler geliştirmek için çok uğraşacaksınız, onlara karşı başkalarının düşmanlığının aleti de olmayacaksınız."
bana daha çarpıcı gelen şu sözleri oldu: "bir ülkenin bir elinde s-400, öbür elinde de bu silah sistemlerini by-pass etmek için geliştirilmiş uçakların olamayacağını asker ve diplomatların görmesi gerekirdi." bu bence en az geçen yazıda andığım ve çok tepki toplayan, "gezi ile gurur duydum," sözleri kadar önemli.
gül’ün bu röportajı ali babacan’ın yakın gelecekte siyasette neler vaat ettiğini ortaya koyuyor; sınırları natoculukla belirlenen bir yenilenme. vaatlerin niyetler anlamına gelmediğini biliyoruz, bu çizginin egemen siyasette bir karşılığının olup olmadığını zaman gösterecek, kimi vaatlerin niyet edilmese bile gerçekleşmesiyse başta hdp olmak üzere muhalefetin işi bence.