Baskın Oran
Adana Mutabakatı’nda Suriye’ye girme hakkı diye bişey yok!
Seçim yaklaşırken, bizzat kendisi için beka sorununun da yaklaştığını gören AKP-MHP koalisyonu, aklınıza gelebilecek tüm alanlarda, baş döndürücü bir hızla sıkışıyor. Bi zamanların bitmez tükenmez "komünistler" sloganıyla ayakta kalmaya alışmış iktidarlardan esinlenmiş biçimde, bitmez tükenmez bir "teröristler" sloganıyla dikkatleri dağıtmaya çabalıyor. İki temel alanda:
1) İçeride: "Terör örgütüne üye olmak" veya "terör örgütüne üye olmadığı halde örgüt adına suç işlemek" veya "terör propagandası yapmak"tan listeler boyu HDP’li ve "Fetöcü" tutuklayarak;
2) Dışarıda, "teröristleri bitirmek" amacıyla Suriye’ye tekrar dalma çareleri arayarak.
***
Bu yöntemlerden birincisi her saat medyanın manşetlerinde. Çünkü hem 80 milyon yurttaşımız iç politikayı eksiksiz bilir, hem de haberler yabana atılacak gibi değil. Bikaç sene öncesinden bir örnek:
"Mersin Hali'nde hamallık yapan doğuştan sağır ve dilsiz Mehmet Tahir İlhan hakkında 'terör örgütü propagandası' yapmaktan 25 yıl ceza istendi".
Üç gün öncesinden bir örnek: "Kars T Tipi 1 No’lu Kapalı Cezaevi C-5 koğuşundaki 12 tutuklu, avluya kardan adam yapmaktan 12’şer gün hücre cezası aldılar". Çünkü yaptıkları kardan adamın sol kolu, "havaya kaldırılmış şekilde ve ülkemizde terör örgütü mensuplarınca eylemlerde kullanılan zafer işareti yaptırılmış vaziyette" imiş.
Bitirmek zor, iki gün öncesinden bir örnek daha: "Babası E.D., Çorum ilinde öğretmenlik yaparken FETÖ/PDY terör örgütü içerisindeki faaliyetlerinden dolayı 2016 yılının ağustos ayında ihraç edildi" Ankara Emniyeti’nin bu açıklaması, 16 Şubat’taki TAYAD eyleminde gözaltına alınırken polis memurunun arkadan ellediği başörtülü kız fotoğrafına ilişkin. Yabancı dile aynen tercüme etseniz bu cümleyi, babası işten atıldığı için kızının arkasına el atılıyor, anlamı çıkabilir maazallah.
"İçeride"nin sonu yok, bırakayım. Bu yazımda, bu denli "eğlenceli" olmayan ikinci yöntemden bahsedeceğim: Dış politika.
***
Bazıları durmadan yazılar yazıp veya demeçler verip, Suriye’ye girmenin 1998 Adana Mutabakatı'nda olduğunu yayıyorlar; kilometre veren bile var. Bunu CB Erdoğan da söyledi. Hatta, Putin’in sözcüsü Peskov’un (laf arasında) söylediğine ilişkin bir haber de çıktı. Bu durumda, dış politikayla 1967’den beri epey yakından ilgilendiğim halde ben de tereddüde düştüm.
2001’de yayınlanan TDP Cilt 2’de yazmıştık (M. Fırat-Ö. Kürkçüoğlu, s. 566-567). Mutabakatın şartlarında böyle bişey yoktu. Şimdi en sağlam kaynaklardan tekrar inceledim, açıkça ilan ediyorum:
Adana Mutabakatı’nda yok böyle bişey. Tamamen uydurmasyon. Tamamen, seçime faydası olur umuduyla Suriye’ye sarkmanın yastığını hazırlamak için imal edilmiş bişey.
Adım adım özetleyeyim ve sonra bugüne gelelim:
***
1) Adana Mutabakatı bir tutanak. Türkiye’nin çok yoğun baskısı sonucu Öcalan’ın 17 Ekim 1998’de Suriye’yi terk etmek zorunda kalmasından 2 gün sonra, fena sıkışmış Suriye’nin 19-20 Ekim tarihindeki görüşmeler sonunda imzaladığı bir tutanak. PKK’yi bir daha barındırmayacağına ilişkin taahhütler yapmasıyla ilgili. Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Uğur Ziyal ile Suriye Siyasi Güvenlik Başkanı Al Hassan (yani iki teknokrat) arasında imzalanıyor. Metinde 6 tane taahhüt, 5 tane de uygulama mekanizması (ör. direkt telefon hattı) sayılmış. Katiyen "Suriye’ye girme" yok.
2) Mutabakat’ta yoksa, ondan sonra olması zaten fiilen imkânsız: a) İmzadan sonra iki ülke ilişkileri tamamen sakinleşiyor. Hatta Cumhurbaşkanı Sezer ilk yurt dışı gezisini Hafız Esad’ın cenazesine yapıyor; b) AKP iktidara gelince ilişkiler canciğer kuzu sarması; Erdoğan ile Esad aileleri tatillere birlikte çıkıyor; c) 2010’da Arap Baharı zuhur edip de İhvancılar yani şeriatçı Müslüman Kardeşler ülkeyi ele geçirmek isteyince, (bir anlamda Arap Kemalisti demek olan) Baasçı Beşar Esad kesinlikle engelliyor. Engelleyince, Erdoğan’ın gözünde birdenbire Esed’e dönüşüveriyor. Gerisi malum.
3) Eğer bu "girme izni" hikâyesi seçimde oy derlemek için Türkiye’yi savaşa sokma çabalarına dayanmıyor ise, dış politikadan haberi olmamaya dayanıyor. Şöyle ki:
***
Türkiye ile Irak (Saddam) arasında 1984-88 arasında uygulanmış bir "Sıcak Takip" protokolü var. 29.03.1946’da yapılmış Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması’na dayanarak 15.10.1984’te imzalanan bu Güvenlik Protokolü, önceden haber vermek şartıyla, Kürtleri kovalamak için birbirlerinin ülkesine 5 km’ye kadar girebilmeyi öngörüyor.
Zamanın iktidarı buna ve TBMM’nin 03.09.1986’da çıkardığı (ilgili ülkenin onayını almak şartıyla hükümete sıcak takip yapma yetkisi veren) yasaya dayanarak Irak’a 1986 ve 87’de 2 kere giriyor. Fakat 88’de Halepçe katliamından sonra Saddam, Türkiye’ye kaçan Kürtleri aynı Protokol’e dayanarak izlemek isteyince, uluslararası baskı altında olan Türkiye izin vermiyor. Saddam da Protokol’ü iptal ediyor.
İşte şimdi "girmek hakkımızdır" diye fetva verip duranlar, iyi niyetle yorumlamak istiyorum, bu sıcak takip protokolüyle karıştırıyor olabilirler: İki çok önemli açıdan: 1) Karşılıklı güç durumu; 2) Operasyonlar için Türkiye’nin kullandığı gerekçe.
***
Benzerlik büyük:
1) O zamanki Irak 8 yıl sürmüş bir İran savaşından çıkmıştı, ülkesine girip duran Türkiye’ye karşı kolunu kıpırdatamıyordu. Bugün de Suriye iç savaşa boğulmuş vaziyette. Özellikle Türkiye sınırında kontrolü sıfır;
2) 1988’e kadar uluslararası hukuka (yani 1984 sıcak takip protokolüne) dayanarak Irak’a 2 kere giren Türkiye, protokol kalmayınca, 1988-95 arasında tam 14 kere girmişti. Bunlarda sırayla iki gerekçe kullanmıştı: İkisi de İsrail’in Filistinlilere karşı kullandığı "meşru müdafaa" ve "Devletlerin kendilerini ve varlıklarını koruma hakkı" sloganlarıydı. Bugünkü de Tek Adam Yönetimi aynı şeyi yapıyor, bu ikisine yerli ve milli ismiyle "beka" diyor.
Ama fark daha büyük:
1) O günkü Irak’ın aksine bugün Suriye’nin kocaman bir ağabeyi var: Putin. Özellikle Trump’ın çarşafa dolanmasının ardından Türkiye artık Putin’den izin almadan adımını atamaz. Nitekim atamıyor. Bütün stratejisini Esad sayesinde Yakın Doğu’da kalmak üzerine kurmuş olan Putin izin vermiyor.
2) O günkü Türkiye’nin aksine bugünkü AKP-MHP iktidarı, Reis’in onca otokratik yetkisine rağmen (daha doğrusu, tabii ki o yüzden!) Türkiye’nin yarısından fazlasını karşısına almış vaziyette. "Beka" der demez cevap patlıyor: "Türkiye’nin değil, senin beka problemin o!".
***
Daha kestirme anlatmak varken ben bu kadar lafı niye ettim Allahaşkına? Putin değil mi Adana Mutakakatı’nı pat diye gündeme getirip, Şam’la ilişki kuracaksın diyen? Bu belgede "Suriye’ye girmek" olsaydı getirir miydi gündeme?
Dahası, olsaydı, CB Erdoğan, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarında çatır çatır getirmez miydi gündeme?