Alp Altınörs
AKP iktidarı Mısır’la anlaşabilir mi?
Mursi başkanlığındaki Müslüman Kardeşler iktidarı 2013'te Sisi liderliğinde askeri darbeyle devrildiği günden bu yana Türkiye-Mısır ilişkileri derin dondurucuda. Gerçi Mevlüt Çavuşoğlu'nun ’diplomatik ilişkiler yeniden başladı’ ifadesi de hatalı; Zira büyükelçiler çekilse de diplomatik ilişkiler maslahatgüzar düzeyinde devam ediyordu. Asıl kesik olan siyasi ilişkilerdi.
Adalet ve Kalkınma Partisi ‘Rabia’yı kendi sembolü yapacak denli kendini özdeşleştirdiği ‘Müslüman kardeşler’ (İhvan-ı Müslimin) örgütünü halen Mısır'ın meşru hükümeti olarak görüyor. Liderlerini Türkiye'de ağırlıyor. Televizyon kanallarını ev sahipliği yapıyor.
Ancak Mısır'da zalimane askeri darbe çoktan beri duruma tamamen hakim olmuş durumda. Sisi cumhurbaşkanı olarak konumunu seçmenlere de onaylatmış ve siyasi hegemonyayı elinde tutuyor. Sisi yönetimi ise AKP iktidarını İhvan’a destek vermek ve Arap ülkelerinin iç işlerine müdahale etmekle suçluyor. Mısır'ın Arap dünyasındaki baskın rolü nedeniyle Mısır'ın bu pozisyonlarının sıklıkla Arap Ligi'nin tutumuna dönüştüğünü de görüyoruz.
Peki tablo böyleyken ne değişti de birdenbire Ankara koridorlarında Mısır’la yakınlaşma rüzgarları esmeye başladı? Öyle ya daha 1 yıl önce Mısır, Libya'nın Sirte-Cufra hattını ‘kırmızı çizgi’ ilan ettiğinde hükümet yandaşı Yeni Şafak gazetesi ‘Mısır tanklarını Libya çöllerine gömeriz’ manşetini atmıştı. Daha 8 ay önce Ağustos 2020'de Mısır ve Yunanistan arasında imzalanan ‘Münhasır Ekonomik Bölge’ (MEB) paylaşım anlaşmasını AKP iktidarı ‘yok hükmünde’ ilan etmişti.
Aradan geçen zamanda ne değişti de Mısır’la yakınlaşma hatta MEB imzalama konuşulur oldu?
Pek çok etkenden bahsedilebilir ama şu üç temel etken en önemlileridir.
1- Libya'da Sirte-Cufra hattı Doğu Libya güçlerinin ellerinde kaldı. Bu şartlarda ilan edilen ve Erdoğan'ın ‘sıcak bakmadığı’ ateşkes kalıcı hale geldi. Doğu-Batı Libya bütünleşmesini ve yabancı askeri güçlerin ülkeden çekilmesini öngören Cenevre Anlaşması kapsamlı biçimde uygulanıyor. Yeni seçilen Başbakan Dibeybe’nin ilk ziyaretini Kahire’ye yapması ve Tobruk güçleri ile yakın ilişkiler kurması Dibeybe hükümetinin Tobruk Meclisi'nden de onay alması Libya'da yeniden çatışmalara dönülmesi olasılığını hayli azalttı. Anlaşılan o ki ulusal yeniden birleşme süreci ilerleyecek ve Doğu Libya güçleri nihai birleşme anına kadar Sirte-Cufra hattını (yani ülke petrollerinin çok büyük kısmını) ellerinde tutacaklar. Bu Mısır’ı yeni Libya’nın temel oyun kurucusu yapıyor. (Tabii ki ABD, Rusya ve Almanya ile birlikte) Böylece Libya ne Serrac-Başağa ne de Akile Salih-Hafter gruplarının insiyatifinde olmayan bir politik yenilenme sürecine girdi.
2- ABD'de Trump yönetiminin devrilmesi bölgesel alt-emperyal güçlerin oyun sahasını daralttı. AKP'nin doğal gaz fetihleri ile cari açığı kapatma yönlü planları da ertelenmiş oldu. Doğu Akdeniz doğal gazından pay almasının tek yolu olarak diplomatik girişimler kaldı. Önce Yunanistan ile ‘ istikşafi görüşmelere’ başlanmasının bugün ise Mısır ile arayı düzeltme çabalarının bir sebebi de bu. Muhtemelen İsrail'e de zeytindalı uzatacaktır.
3- Ayrıca bütün Libya macerasının dayanağı olarak sunulan Ankara-Trablus arasında imzalanmış ‘Deniz Yetki Alanlarına Dair Mutabakat Zaptı’ BM’nin Mısır-Yunanistan Münhasır Bölge Anlaşması’nı yayınlaması ile birlikte uluslararası hukuk bağlamında tüm geçerliliğini yitirdi. (Zira birbiriyle çelişen anlaşmalardan en son yayınlananı geçerlilik kazanmaktadır.) Keza Libya'da seçimlerde yeni kurulacak Ulusal Birlik Hükümeti’nin Serrac tarafından imzalanmış fakat Temsilciler Meclisi tarafından reddedilmiş bu ‘Mutabakat Metni’ne dair nasıl bir tavır alacağı da belirsizdir.
İşte bu şartlar altında Mısır'ın, Türkiye'nin Birleşmiş Milletler'e bildirdiği kıta sahanlığının bir kısmını tanıdığını Ankara'daki iktidar çevreleri aniden fark ettiler. Oysa Mısır Ankara'nın ‘yok hükmünde’ saydığı Yunanistan ile MEB Antlaşması'nda da 28. enlemin doğusu için aynı tavrı göstermişti. Rodos-Girit bölgesi için deniz yetki alanlarını belirlerken Kaş-Meis bölgesi için belirlemeye gitmemiş, ucunu açık bırakmıştı. Bunun anlamı Ankara'ya açık kapı bırakmaktı. Keza Mısır Yunanistan'ın bölgede tek hakim güç olmasını da çıkarlarına uygun görmemişti muhtemelen.
Daha açık bir ifade ile Mısır-Yunanistan deniz anlaşması sadece Türkiye- Libya anlaşması ile Ankara’nın hak iddia ettiği bölgeyi kapsıyor ama Rodos'la Kıbrıs arasındaki bölgeyi açık bırakıyordu. İşte şimdi Mısır’la ‘deniz yetki alanları anlaşması yapılabilir’ denilen bölge 28. ve 30.enlemler arasında kalan bu bölgede. Öncelikle bu açıklamalar 8 yıldır izlenen Mısır politikasının ve 2 yıldır izlenen Libya politikasının iflasının açıkça ilanıdır. Bu politikanın yanlışlığına işaret edenlerin uğradığı hakaretleri de bir düşünün.
Ancak diğer yandan Mısır’la deniz yetki alanları anlaşması imzalamanın da önünde bazı engeller bulunmaktadır.
İlkin Türkiye ‘Münhasır Ekonomik Bölge’ kavramının hukuki zeminini oluşturan 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf değildir. MEB anlaşması hangi hukuki zeminde müzakere edilecek, olası anlaşmazlıklar hangi uluslararası yargı kurumu eliyle çözüme bağlanacaktır.
İkincisi Kahire’den gelen yanıtlar Mısır’ın ilişkileri onarmakta pek aceleci olmayacağını (ağırdan alacağını) ortaya koymaktadır. Müslüman Kardeşler örgütüne verdiği desteği kesmesi ve Libya’dan asker çekmesi şartlarının öne sürüleceğini Mısır Dışişleri’nin önceki açıklamalarından hareketle öngörebiliriz. AKP iktidarı bu talepleri ne ölçüde karşılayabilecektir? Ortadoğu’da İhvan’la yol yürümekten vazgeçecek midir?
Üçüncüsü Mısır'ın daha önce Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan ile imzaladığı Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmaları bulunmaktadır. Ankara bugüne değin her iki anlaşmayı da ‘yok hükmünde’ görmüştü. Ancak Mısır bu anlaşmalardan geri adım atmayacaktır. Dolayısıyla Mısır’la olası bir MEB Anlaşması sadece 28.-30. enlemler arasını kapsayabilir. Keza Ankara'nın Mısır-Yunanistan ve Mısır-Kıbrıs anlaşmasıyla saptanan deniz yetki alanlarını da tanıması gerekecektir.
AKP iktidarının bu şartlarda Mısır’la bir Münhasır Ekonomik Bölge anlaşması imzalaması çok da mümkün görünmemektedir. Ne var ki Yunanistan hükümetinin Meis adası üzerinden Rodos-Kıbrıs arasını da kendi kıta sahanlığı ilan ettiği düşünülürse iktidar içerisindeki ‘realist’ bir kanadın son bir çıkış umudu sayarak Mısır’la böyle bir anlaşmaya yönelmesi de mümkündür. Ancak daha büyük olasılık tıpkı içeride ilan edilen ‘reform’ paketleri gibi dış politikadaki ‘uzlaşma mesajlarının’ da kısa ömürlü ve soluksuz günü kurtarmaya yönelik hamleler olarak kalmasıdır.