AKP ve Erdoğan’a ülkemiz büyük teşekkür borçludur

Bu ülkede siyasal İslam’ın bir daha gelmesini ebediyen önleyecek muazzam bir antikor yarattığı için.

Çok basit iki sebeple:

Birincisi: Cumhuriyet döneminin 2001’de başlatılan en önemli demokratik reformlarını 2003-04’te devam ettirdiği için;

İkincisi: İktidardan düşmemek için bu reformları özellikle OHAL’de perişan etmek suretiyle, bu ülkede siyasal İslam’ın bir daha gelmesini ebediyen önleyecek muazzam bir antikor yarattığı için.

Daha yakından bakalım.

***

Türkiye bugüne kadar, (üstyapının değiştirilmesi demek olan) 2 tane "Yukarıdan Devrim" yaşadı.

Bunlardan ilki, 1920’lerin başından itibaren Batı kurumlarını ve hukukunu getiren Kemalist reformlardı. İkincisi de, 2000’lerin ilk yarısında, mehter yürüyüşüyle de olsa, AB Uyum Paketleri’nin Batı demokrasisi taşıyan reformları.

1920-30’larda Avrupa’nın düzeni monist (tekçi) idi: Tek devleti bi kenara bırakalım; tek millet, tek dil, tek parti, hatta tek adam diye sürüp giden bir diktalar silsilesi… Kemalizm, Avrupa’da olmayan demokrasiyi Avrupa’dan alamazdı; ki zaten yeni bir devlet ve hatta millet kurmak gibi çok zorlu bir iş peşindeydi.

Yani, Kemalizm’in kınanacak yönü, (içlerinden en hazini Dersim'de olan şeyleri hariç tutarsak) o döneme değil, 1960 darbesiyle başlayan ve 1971, 1980, 1997 diye devam eden askerî darbe rezilliklerine ilişkin oldu.

İç dinamiği hızlandırmak demek olan Yukarıdan Devrim tek atımlık silahtır. Bir kere attıktan sonra, olay, iç dinamiğin evrilmesine bırakılır. Atmaya devam halinde, Baba Diyalektik icabı, atanın suratında patlar namlu.

Ve patladı: R. T. Erdoğan’ı iktidara getirdi.

***

Bu patlama iki aşamada oldu; birincisi çok hayırlı, ikincisi çok hayırsız bir biçimde.

Çok hayırlı olanı, en başta konuştuğumuz AB Uyum Paketleri idi. Ülke ciddi bir uygarlık sıçraması yaptı. Bireysel özgürlükler geldi. 2004’te, insan hakları konusundaki uluslararası antlaşmaların köhne iç hukuka üstünlüğü kabul edildi (Anayasa Md. 90/5). Askerî vesayet zapturapta alınmaya başlandı. Kürt meselesine silah dışında yaklaşım başladı.

Bu paketlerin en önemli parçası olan Kürt Barışı’na milliyetçilerin ve Ulusolcular’ın nasıl gözü dönmüş biçimde saldırdıklarını Akillerin Ege gezilerinde doludizgin yaşadım.   

Çok hayırsız olanı, Erdoğan’ın bu AB reformunu kendi elleriyle yıkması ve sonra da 1930’ların tekçiliğine dönmeye soyunması biçiminde ortaya çıktı.

Tabii, hemen değil. İttifak yaptığı Fethullahçıların, Lord Acton’ın "İktidar bozar, mutlak iktidar mutlak bozar" kuralını kanıtlarcasına ortaya çıkmalarının ve 17-25 Aralık 2013 tapelerinin ardından.

Özellikle de, bunların Darbesever Subaylar’la birlikte düzenledikleri ve aralarındaki kan uyuşmazlığı sayesinde "kontrollü darbe"ye dönüştürülerek Erdoğan’ın ekmeğine reçel süren "Allah’ın büyük lütfu" 15 Temmuz 2016 sefilliğinin ardından.

***

Artık buradan sonrası, Acton’ın önce askerî darbecilerin sonra da Fethullahçıların amentüsü olmuş o meşhur kuralının, bu sefer de Erdoğan’ın amentüsüne dönüşmesinden, yani iktidar zehirlemesi sonucu Tek Adamlaşma sürecinden ibaret oldu.

Erdoğan, 12 Eylül darbesi kurumlarını kaldırmadı. Üstelik, bir süre sonra daha da totaliter niteliğe soktu: Bir HSYK’nın bugünkü yapısını düşünün. Bir YÖK’ü düşünün. Kürt meselesini sadece silahla halletmek için doludizgin kullanılan Milli Güvenlik Kurulunu düşünün. Diyanet’i düşünün. Sayın sayabildiğinizce.

Tek Adam rejimi, kaldırmaya hiç niyeti olmadığı OHAL sayesinde, PKK’yi ve kendi ortağı Fethullahçıları bahane ederek, toplumsal muhalefeti "terörist" diye yok etmeye girişti. Yüz binleri işlerinden dışarı ve cezaevlerinden içeri attırdı. Ailelerini açlığa mahkum etti.

Bunları yapabilmek amacıyla da, Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı diye bişey bırakmadı ülkede.

Etmediğini komadı. Protestan papazlarını FETÖ’cülükten suçlamak dahil. TV programlarına telefonla bağlanıp "Çocuklar ölmesin" diyen lohusaları, "Savaşın lokumu olmaz" diyen Boğaziçi öğrencilerini içeri atmak dahil.

Tarihe "Kürt meselesini barışla çözmüş lider" olarak geçmek için başlattığı Barış Süreci’ni, kamuoyu araştırmaları ters gidince 12 Eylül’ü aratacak biçimde sadece silahla halletmeye soyunarak Türkiyeli Kürtleri Türkiye’den buz gibi soğutmak dahil.  

Çok özetle, Kürtler bakımından olsun rejim bakımından olsun, koca ülkeyi 21. Yüzyılda 1930’ların rejimine döndürmek dahil.  

***

Kendimi kaptırdım. İsterseniz uzatmayalım çünkü Ramazan’ın son sahuruna kadar yarısı bitmez. Şu kadarını söyleyip bırakalım:

Ben şahsen, askerî darbelerin en azgını olan ve meşhuuur 1402’yle toplam 77 (yetmiş yedi) akademisyeni üniversiteden atan Allah’ın belası 12 Eylül’de Mülkiye’den 3 kere atıldım, Danıştay kararlarıyla 3 kere geri döndüm.

Bu ne demek biliyor musunuz? Bu rezil askerî dönemde hukuk işliyordu, şimdi sivil OHAL’de işlemiyor demek!

Bugün, sadece üniversiteden atılan akademisyenlerin sayısı, İHOP’un 20.03.2018 itibariyle güncellenmiş "OHAL Tedbir ve Düzenlemeleri" raporuna göre 5.822 (s. 41 vd.). Bu insanlar mahkemeye dahi başvuramadıkları gibi mahkum da ediliyorlar. Kendilerinin, eşlerinin, çocuklarının pasaportlarına el konduğu için yurt dışında da iş bulamıyorlar.

***

İşte efendim, bütün bunlar için büyük teşekkür borçludur ülkemiz AKP’ye ve Erdoğan’a.

AKP ve Erdoğan olmasaydı, siyasal İslam bi daha gelememecesine tasfiye edilemezdi. Siyasal İslam asla tamir kabul etmez biçimde hurdaya ayrılamazdı.

AKP ve Erdoğan olmasaydı, vicdanlı müminler böyle uygulanan bi İslam’dan böylesine soğuyamazdı.

AKP ve Erdoğan olmasaydı, İslamcı cemaatler böylesine ayrışamazdı; Menzil tarikatı "Cumhur"u, Nur cemaati "Millet"i destekleyeceğini gazetelerde ilan etti.

En önemlisi:

AKP ve Erdoğan iktidarı olmasaydı, on yıllar içinde askerî darbelere ve Fethullahçılara karşı aşılanmış olan Türkiye, şimdi de AKP ve Erdoğan’ın sivil darbesine karşı aşılanamazdı.

Aşı, acıtır ve ateş yapar. Şu anda o ateşle yanıyoruz. Cehennemden geçiyoruz, cennete gidiyoruz. AKP ve Erdoğan’ın ürettiği antikorlar sayesinde.

Bu memlekete bundan büyük hizmet olabilir mi? Allah razı olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Baskın Oran Arşivi