Baskın Oran
Almanya’ya son ihracatımız: Üniversiteden hoca attırmak
Almanya’daki ARD televizyonunda Dersim katliamıyla ilgili bir belgesel yayınlanınca, Türkiye ile Almanya’da traji-komik bir film vizyona girdi.
Şu anda Türkçe altyazılısı da internete konulan ve üzerinde konuşabilmek için mutlaka izlenmesi gereken bu dört dakikalık belgeselde iki çok farklı husus dile getiriliyordu:
Birincisi: Atatürk Türkiye’yi ortaçağdan kurtararak uygarlaştırdı, şeriat yerine Batılı yasalar getirerek devleti laikleştirdi, kadınları özgürleştirdi, Türkiye’ye çağ atlattırdı;
İkincisi: Alevi Kürtleri imha politikası uyguladı ve 7 Ağustos 1937 tarihli bir Bakanlar Kurulu kararının da gösterdiği gibi, Almanya’dan 20 ton gaz ithal ederek Dersimlileri mağaralarda zehirletti.
Önce, bu trajiklik ve komiklik unsurları üzerinde kısaca duralım:
***
1) Vizyondaki filmin komik tarafı şu: Olay Almanya’da geçiyor ama tam bir Törkiş yerli ve milli ihracat seferberliği örneği:
Almanyalı Erdoğancılar harekete geçiyorlar, ulusalcılar da onları izliyor. "Devlet tv’sinde" yayınlanan belgeseli protesto edip, Duisburg-Essen Üniversitesi Rektörlüğüne topluca eposta yağdırarak Türkiye kökenli bir siyaset bilimi profesörünü işten attırma kampanyası başlatıyorlar.
Tabii, geri tepiyor. Hem Rektörlük hem de Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti Bilim Bakanlığı basın bildirisi yayınlıyor: "Bilim ve araştırma özgürlüğünü etkilemeye yönelik her girişimi kınıyoruz". Çünkü Almanya gibi yerde sökmüyor bu taktikler ve tam tersi sonuç doğuruyor. Mesken tuttukları yer Almanya bile olsa, bizimkilerin "Edirne’nin ötesi"ne geçemeyen vizyonlarının bunu anlaması mümkün değil.
Ama bunların bi derdi de Türkiye’ye mesaj yollamak: Alman vatandaşı bu profesörün, Türkiye’ye akrabalarını ziyarete gelmesi halinde, Lyon’daki matematik doçenti Tuna Altınel gibi sınırdan girer girmez "içeriye" buyur edilmesi.
Akademik özerkliği ve ifade özgürlüğünü bunca yücelten bir Almanya’da bunca yıldır yaşadıklarına göre, bu attırma işini nereden kapmış olabilirler bunlar? 89 üniversiteden 1.128 hocayı (sonradan 2.128) barış bildirisini imzaladıkları için KHK’lerle işlerinden atıp 7,5 yıl talebiyle mahkemeye veren Türkiye’den olmasın?
İçleri de rahat. Nasıl olsa Alman polisi, kadın taciz ve cinayetlerine karşı Kadıköy’de dans eden kadınları bizim yerli ve milli polisimizin gözaltına alması türünden "müdahale"ler yapmıyor göstericilere orada.
İhracat seferberliği derken de, aynen, Can Dündar’ın Die Zeit yazısında bahsettiği, Almanya’da apartman komşusu Türkiyelilerin bile birbirini Türk makamlarına ihbar edip sınırdan girerken tutuklattırmaları gibi, "muhbir vatandaş ihracatı" akla geliyor.
***
2) Vizyondaki filmin trajik tarafı da şu: Hem bu tepkilerin dayandığı "bilgi"ler feci yanlış hem de ARD’nin belgeselindeki bilgiler maalesef doğru. Üstelik biraz aşağıda yazacağım, eksiği bile var.
Yanlış bilgi derken, basitinden başlayalım: ARD bir devlet tv’si değil. Kamu tv’si. Yönetimi, toplumu temsil eden siyasi parti, sivil toplum ve gazeteci temsilcilerinden oluşuyor; finansmanı ise izleyenlerin ödediği katkı paylarından.
Çok daha önemlisi, seyredin bakın, belgeselde Atatürk ile Hitler asla ve kat’a kıyaslanmıyor, birbirine benzetilmiyor. Zaten ARD de yazılı açıklama yaparak, böyle bir benzetmenin katiyen söz konusu olmadığını ilan etti sayfasında.
Belgeselde yukarıda bahsettiğim, Atatürk imzalı 7 Ağustos 1937 tarihli bir Bakanlar Kurulu kararı var, Almanya’dan 20 ton zehirli gaz ithaline ilişkin. Bizim milliyetçiler belgenin sahte olduğunu söyleyemedikleri için diyorlar ki, almış olabiliriz ama kullanılmadı!
Nasıl kullanılmadı yâ hû? Demirel’in on yıl dışişleri bakanlığını, iki yıl da Cumhuriyet Senatosu başkanı olarak cumhurbaşkanı vekilliğini yapmış İ. Sabri Çağlayangil, olaylar sırasında da Malatya emniyet müdürü, Dersimli Kemal Kılıçdaroğlu’na anlatmadı mıydı:
"Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içerisinden bunları fare gibi zehirledi. Ve yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler." ARD belgeselinde o mağaralardaki kemikler de görülüyor.
Trajedinin çok önemli bir parçası da, "Dersim isyan etmişti" palavrası. Çünkü "Dersim’i fethetme" planları 1926 yılında başladı. Resmî ideolojinin seksen yıldır tekrarladığı ve okullarda da "öğrettiği" bir yalan olduğu için inanmanız güç olabilir ama, benim bir powerpoint sunumuma ve bir de Ayşe Hür’ün Radikal yazısına göz atarsanız isyan misyan olmadığını görebilirsiniz.
***
Üniversiteden atılsın diye kampanya açtıkları Prof. Dr. Burak Çopur, Alman radyo ve tv’lerinin sürekli arayarak Türkiye üzerine demeç ve yorum talep ettikleri bir akademisyen. İddia edildiği gibi bu konuyu derslerinde işlediği için değil, sosyal medyada belgeseli olumlu yorumladığı ve "Türkiye ancak Almanya gibi geçmişiyle yüzleşirse güçlenebilir" dediği için saldırıya uğramakta. Türkiye’nin Ermeni, Kürt, Kıbrıs meseleleri gibi "Aşil Topuğu" belasından ancak böyle kurtulabileceğini söyleyen herkese saldırıldığı gibi.
Bunun kişiye özgü sebebi basit: Ailesi kendisini bu ülkeye 3 yaşındayken getirmiş. Yani okullarda, Türkiye’deki inkarcı kültürü değil Almanya’daki yüzleşmeci kültürü almış. Bu sebeple, Devlet’i değil, İnsan’ı odak alan bir dünya görüşü var.
Bilen bilir, Almanya’da Yahudi soykırımını inkar yasaktır. Her türlü Nazi sembolünü (gamalı haç, Hitler selamı, sloganları, vb.) göstermek yasaktır. Caddelere Nazi isimleri vermek yasaktır, eskiden verilmiş isimler de belediyelerce kaldırılma sürecindedir. Biz ise mesela, özellikle üç büyük kentimizin ana caddelerine Talatpaşa Bulvarı adını koyarız çünkü bizde yasak değil, özgürlük önemlidir.
Ayrıca, bizde mülkiyete saygı vardır; Afrikalıya veya Suriyeliye ev vermeyene gık denildiği hiç duyulmamıştır ama Almanya’da daha dün, yabancı uyrukluya ev kiralamayı reddeden bir ev sahibi ceza yedi.
***
Görüldüğü kadarıyla, Almanyalı Erdoğancılar Prof. Çopur’a zaten eskiden beri karşı oldukları için köpürttüler bu işi ama, esas devam ettirenin ulusalcılar olduğu anlaşılıyor. Perinçek’in Aydınlık gazetesinin hemen üstüne atlaması bi yana, CHP ve yan kuruluşlarının demeçleri buna işaret etmekte:
Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Birliği şöyle diyor: "Nazi Almanyası'ndan gaz bombaları temini iddiası tamamen asılsız olup hiç bir kaynağa dayanmamaktadır." CHP Berlin Birliği açıklıyor: "Dersim harekatı programda iddia edildiği gibi Alevilere karşı değil, isyancılara karşı yapılmıştır."
CHP Parti Sözcüsü Faik Öztrak ARD’ye tepki gösteriyor ve Dışişleri Bakanlığının bu konuda neden harekete geçmediğini soruyor. Yani "milliyetçi"lerin talebini tekrarlıyor.
Artık bu durumda, Almanyalı Erdoğancılara da, CHP’nin yetiştirdiği meyveleri derlemek kalmakta. Parti Sözcüsü Ö. Çelik konuşuyor: "Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü Hitler’e benzeten yayını kınıyoruz. Yapılan hakaretler devletimize ve milletimize yapılmıştır." AKP Atatürkçü oluvermiş. Oysa Erdoğan Mart 2014’te şöyle demişti: "Dersim’in katliamını da işte bu CHP yaptı."
***
Biraz yukarıda "eksiği bile var" dediğime gelince.
İki savaş arası dönemde (1923-38) perişan edilenler sadece Kürtler değil. Hadi Kürtler (Dersim’de değil ama) 1925 (Şeyh Sait) ve 1930’da (Ağrı) ayaklandılar. Peki, Gayrimüslim vatandaşlar ne zaman ayaklandılar? Nasıl oldu da mesela Rumların sayısı 1927’deki 130.000’den bugünkü 2.000’e, Gayrimüslimlerin sayısı da Türkiye nüfusunun % 0,1’inin (binde birinin) altına düştü?
Bu insanları "Vatandaş! Türkçe konuş!" kampanyalarıyla kim zorladı? "Yan" ve "pulos"la biten soyadlarını en azından o devirde yasaklayan mevzuatı kim çıkardı? Lozan Md. 14’e rağmen İmroz ve Bozcaada’nın yerel özerkliğini kim sıfırladı, orada Rumcayı 1927’de ve Süryani okullarını da 1928’de kim yasakladı? 1934’te Musevileri Trakya’dan kim palaspandıras İstanbul’a kaçmak zorunda bıraktı?
Tabii, şunu da zikretmek hakkaniyet icabı: Tüm dünyada faşizm söyleminin egemen olduğu bi atmosferde yapılmış bu tür işlerle, insan hakları söyleminin egemen olduğu günümüzde artık AKP meşgul olmakta. Mardin’deki Süryani kilise, manastır ve mezarlıklarını 2017’de Diyanet İşleri Başkanlığına devretti. Şu anda da "yerli ve milli" bir Ermeni patriği seçilmesi için gerekeni icra etmekte.
Ve yine tabii, "hakkaniyet icabı" deyip, AKP’nin şu anda Kürtlere yaptıklarını zikretmeye bile gerek yok.
***
Fazla uzadı, bitirelim. Eğer İslamistlerin Atatürk’ü "şeytan" ilan etmelerini kınamak istiyorsak, Atatürk’ü "tanrı" ilan etmekten vazgeçelim. Makro tarihsel planda sevapları günahlarından çok fazla olan bu büyük adamı semalardan artık yeryüzüne indirelim.
Çünkü, nasıl İslamcılar fasulyenin ve muzun Kur’an dinletilirse daha hızlı büyüyeceğini, tekbir getirilerek kesilen kurbanın da acı duymayacağını ilan ettiklerinde alay konusu oluyorlarsa, Almanya’da bugüne kadar modern bir imaja sahip olan Kemalistler de bu meselede karizmayı fena çizdirdiler.
Çünkü aynen AKP+MHP iktidarı gibi antidemokratik ve otoriter bir zihniyet sergilediler. Bu olayda da görüldü ki, Barış Akademisyeni Tuna Altınel’in tvitinde yazdığı gibi, Eski Türkiye ile Yeni Türkiye elele.