İrfan Aktan
Alper Taş: Seçimler sol-sosyalist hareketlerin havasını bozuyor
Artı Gerçek - 14-28 Mayıs seçimlerindeki sonuç yeni sonuçlar yaratıyor. Millet İttifakı çalkalanıyor ve çatırdıyor, Emek ve Özgürlük İttifakı ayrı ayrı tartışıyor, Sosyalist Güçbirliği İttifakı ise kâğıt üstünde kalmış görünüyor. Bu haliyle muhalefetin toplamda aldığı yüzde 47 oyu muhafaza etmesi bile zor görünüyor. Zira iktidardaki Cumhur İttifakı daha şimdiden eksikliklerini gidermeye, yerel seçimlere hazırlanmaya, muhalefetin alanlarına da el atmaya hazırlanıyor.
Kürt hareketiyle sol-sosyalist hareketlerin tartışmalı ilişkisi ise sosyal medyadaki yıpratıcı söylemi bir kenara bırakırsak, epey zedelenmiş görünüyor.
ÖDP eski Genel Başkanı, Sol Parti MYK Üyesi Alper Taş’la bu zedelenmiş ilişkinin hangi yol ve yöntemlerle onarılabileceğini, muhalefetin önündeki ödevleri, seçim öncesinde HDP’ye sundukları öneriyi, solun, Kürt hareketinin hatalarını ve bunları aşmanın yöntemini konuştuk…
Sol Parti olarak TKP ve THK ile birlikte oluşturduğunuz ve yüzde 0,29 oyda kalan Sosyalist Güçbirliği İttifakı içinde ne tür tartışmalar yürütülüyor?
Doğrusunu söylemek gerekirse Sosyalist Güçbirliği gerçek manada bir ittifaka dönüşemedi. Çünkü hem seçim öncesinde hem de seçim sürecinde bir ortak çalışma yürütemedik. Dolayısıyla ittifakımız sadece kâğıt üstünde kaldı. Gerçek tablo bu.
Neden?
Bir araya geldik ama beraber yürüyemedik. Mesela 1 Mayıs’ta sokağa ortak çıkamadık. Keza ittifak içindeki bir parti Kılıçdaroğlu’na oy vermenin burjuva tarzı siyaset olduğundan hareketle bizlere ağır eleştirilerde bulundu.
Hangi parti?
Türkiye Komünist Hareketi (TKH). Dolayısıyla cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda Sosyalist Güçbirliği ortak bir anlayış içinde olamadı. Bu da ortak etkinlikler, ortak çalışmalar yapılmasına engel teşkil etti. Oysa biz Sol Parti olarak seçimin bir referandum olduğunu, ortada iki eşit güç bulunmadığını, haliyle ikisine eşit düzeyde vurulamayacağını düşünüyorduk. Önümüzdeki güncel meselenin siyasal İslam-tek adam rejimini, faşizmin inşa sürecini geriletmek olduğunu, dolayısıyla geniş muhalefetin tek adayda birleşmesinin devrimci bir sorumluluk olduğunu söyledik. Ama Sosyalist Güçbirliği’ni oluşturduktan sonra ittifaktaki bazı arkadaşların böyle düşünmediğini gördük. Sonuçta “ne Erdoğan ne Kılıçdaroğlu” yaklaşımı ittfakımızın en önemli eksenini boşa çıkardı ve ittifakımız seçim pusulasında yer almanın dışında gerçek bir birliğe dönüşemedi.
KAĞIT ÜSTÜNDE MÜTTEFİK GÖRÜNSELER DE TÜM İTTİFAKLAR DAĞILDI
Bütün bunları ittifakı oluşturmadan önce konuşmadınız mı?
Elbette konuşarak ittifaklaştık. Hatta en önemli başlığın ortak adayda buluşmak olduğunu vurguladık. Bu noktada bir mutabakata da vardık ama demek ki bu çok içselleştirilmemişti. Böylece tıpkı Emek ve Özgürlük İttifakı’nda olduğu gibi, Sosyalist Güçbirliği’nin de ortak bir seçim stratejisine sahip olmadığını gördük.
Peki genel olarak seçim sonuçları, muhalefetteki ittifaklara dair size neyi gösterdi?
Bence Millet İttifakı da, Emek ve Özgürlük İttifakı da, Sosyalist Güçbirliği de bitti. Kâğıt üstünde hâlâ müttefik gibi görünseler de, fiilen tüm ittifaklar dağıldı. Gerçekçi bir biçimde bakıldığında bu üç ittifakın da seçimden birbirlerini siyasal olarak içselleştiremeden, hatta kendi içlerinde ciddi yıpranmalarla çıktığını kabul etmemiz gerekiyor.
İttifaklar içindeki yıpranmaları ayrıca konuşuruz ama sizin Sosyalist Güçbirliği olarak aldığınız oy oranı da çok dramatik. Yüzde 0,29 oy oranı size neyi gösteriyor?
Oy kapasitemizin çok düşük olacağı zaten netti.
Neyi yapamıyorsunuz da böyle oluyor?
Bir kere baraj meselesi var karşımızda.
SOL PARTİ OLARAK ELEŞTİREL İNŞA SÜRECİNE GİRME KARARI ALDIK
Evet ama gerek siz Sol Parti, gerek TKP; on yıllara dayanan siyasi gelenekler olduğunuz halde nasıl oluyor da bu düzeyde kalabiliyorsunuz? Baraj meselesi bunu açıklamaya yetiyor mu?
Hayır; elbette neden milyonlara ulaşamadığımıza dair soruyu biz de kendimize soruyor ve Sol Parti olarak köklü bir iç tartışmayı başlatmış bulunuyoruz. Parti Meclisi olarak yaptığımız toplantıda bir eleştirel inşa sürecine girmemiz gerektiği kararına vardık. Ayrıca bizim bu gerilememiz son seçimlerde başlamadı. Şahsen 1984-85 yılında üniversiteye girdiğim dönemden bu yana bu mücadelenin içindeyim. O zamandan beri bu gerilemeyi gözlemliyorum.
Ama arada 1996’da kurulan ÖDP var…
ÖDP’nin kuruluşundan bu yana olan sürece baktığımızda da tablo çok değişmiyor. Elbette bunun dışsal nedenleri de var.
KAPİTALİST HEGEMONYANIN KRİZLERİ NEDEN SOLA İLGİYİ ARTIRMADI DA TEPKİLER GERİCİ DALGALARI YÜKSELTTİ?
Ne gibi?
1980’lerin sonunda sosyalist bloğun çökmesinin tüm dünyadaki sol-sosyalist hareketler üzerinde ağır etkileri oldu. Bunu Sol Parti olarak dayandığımız geleneğin gerilemesini örtmek için söylemiyorum. Elbette benim de kafamda çözmeye çalıştığım çelişkilerden biri şu; tamam sosyalist blok dağıldı, kapitalist hegemonya çok daha ciddi bir yayılmaya yöneldi. Ama küresel kapitalizmin krize girdiği günümüzde de sola ilgi artmadı, tepkiler gerici, sağcı, ırkçı dalgaları yükseltti. Peki neden alternatif olamıyoruz?
Sizin bu soruya yanıtınız ne?
Doğrusu biz sosyalist hareketler bu soruya yanıt vermek için köklü bir düşünme, muhasebe süreci yaşamadık. Bunun en önemli nedeni, bir ideoloji olarak sosyalizmin kendini yeniden üretememesi, çoğaltamaması, zenginleştirememesidir. Az önce söylediğim gibi bütün dünyada sosyalist hareketler yükseliyor da Türkiye’de biz geriliyor değiliz. Latin Amerika’da zaman zaman sosyalizan çıkışlar oluyor ama bir müddet sonra geriliyor ve tekrar geldiğinde, örneğin en son Brezilya’da olduğu gibi daha sağa yaslanmış, daha uzlaşmacı bir programla dönüyor. Keza yanıbaşımızda, Yunanistan’da bir Syriza deneyimi vardı ve bizi, Avrupa solunu etkileme kapasitesi bulunuyordu ama onun da başarısız sonuçlarını gördük.
İDEOLOJİK BÜTÜNLÜK SAĞLANAMADIĞINDA GÜNDELİK SİYASETİN İÇİNDE SAVRULUP DURURSUNUZ
Az önce genel olarak soldaki gerilemeyi “dayandığımız geleneğin gerilemesini örtmek için söylemiyorum” diyerek anlatmaya başlamıştınız. Peki sizin Sol Parti veya Dev-Yol geleneği olarak kendi iç dinamiklerinizde, programınızda gördüğünüz eksiklikler neler?
Aslında biz gelenek olarak 1990’lı yıllarda çok anlamlı bir tartışma süreci başlatmıştık. Şu anda seçim yenilgisini konuşuyoruz ama biz o zaman tartışma kolektifleriyle sosyalizmin yenilgisini masaya yatırmıştık. Orada ortaya çıkan çok önemli bir tespit vardı: Sosyalizmin bir tarihsel dönemi sona erdi, yeni bir tarihsel dönemi başlatmalıyız. ÖDP bütün bu tartışmaların sonucunda yeni bir tarihsel dönemi açmak üzere bir araç olarak ortaya çıktı. Fakat ÖDP’den bu yana güncel, aktüel siyasetin ötesinde, tarihsel meselelere air tartışmaları somut kapılar açmak üzere değerlendiremedik. Zira mesele sadece sosyalist ideolojiye dair tartışma yapmanın ötesinde, nasıl bir sosyalizm istiyorsanız ona göre bir devrim anlayışı, bir çalışma tarzı, bir program, bir araçlar bütünü yaratmanızı gerektiriyor. Bu ideolojik bütünlüğü sağlayamadığınız zaman gündelik siyasetin içinde savrulup durursunuz.
Nasıl bir savrulmadan söz ediyorsunuz?
Size anlam veren, sizi motive eden dünya tahayyülünüz, ekseniniz zayıflamaya başlıyor. O zaman pratiğinizi somut bir alternatife dönüştüremiyor, mücadelenize yeni deneyimler ekleyemiyorsunuz. Nitekim Türkiye sosyalist hareketinin yeni deneyimlerle kendini yenileyebildiği bir tablo yok ortada.
GEÇMİŞTEKİ EKSİKLİKLERİMİZİ GÖRMEDEN NEREDEN DERS ÇIKARACAĞIZ?
Ama Gezi eylemlerinde toplumsal muhalefet sola “bize eski dille cevap olamıyorsunuz” dedi ve siz dâhil tüm sol hareketler “artık yeni bir dil, yeni bir pratik şart” noktasına gelmişti. Fakat Gezi’nin üstüne de bir tuğla konamadığı gibi, Gezi isyanına dâhil olanlar da bir süre sonra sol hareketlerin ezber duvarına çarptı…
Aslında Gezi’den önce de ÖDP bir yenilenme pratiğiydi. Eğer ÖDP’nin ilk zamanlarda yarattığı dalga olsaydı veya ilk zamanların ÖDP’si olsaydı, Gezi bambaşka bir sürece evrilebilirdi.
İyi de eğer ÖDP öyle bir parti olsaydı, belki Gezi’ye gelene kadar çok sayıda toplumsal hareket yaşatabilirdi…
Olabilir ama siyaset tarzı, felsefesi, mantığı dolayısıyla ÖDP ilk zamanlarında Gezi’deki yapıya çok yakındı.
Belki de hata tam da buradan başlıyor…
Nasıl yani?
Sol-sosyalist hareketler de, Kürt hareketi de geçmişi hep “eğer şu olsaydı, böyle olurdu” diye okumaya başlıyor…
O da doğru ama geçmişteki eksikliklerimizi görmeden nereden ders çıkaracağız?
SEÇİMLER SOL-SOSYALİST HAREKETLERİN HAVASINI BOZUYOR
Ders çıkarılıyor mu?
Çıkarılmalı. Mesala Gezi’nin bize öğrettiklerinden ders çıkarsaydık geniş, kapsayıcı, forumlara, meclislere, doğrudan temsile, ilişkiye dayanan, herkesin sözünün dinlendiği, daha aşağıdan örgütlenen halkçı, kamucu, laik bir siyaset anlayışını hayata geçirebilirdik. Gezi bize anti-cinsiyetçiliği, ekolojizmi, halkların birliğini, yerelden yönetimi önceleyen bir program sunduğu gibi bu siyasal programa uygun bir siyaset tarzı da gösterdi. Sonuç itibariyle Gezi’nin bize gösterdiği bu programı ve siyaset tarzını göz önüne alarak Birleşik Haziran Hareketi’ni kurduk. Ama Haziran Hareketi de belli bir noktada paralize oldu.
Neden?
Yeniden bir seçim sath-ı mailine girdik ve ne yazık ki seçimler sol-sosyalist hareketlerin iyi ve sağlıklı değerlendiremediği süreçler oluyor. Deyim yerindeyse seçimler sol-sosyalist hareketlerin havasını bozuyor. Çünkü temel tartışmalar erteleniyor ve yerine “ne yapacağız, nasıl bir ittifak kuracağız, parlamenter siyaset mi, değil mi” kaygıları beliriyor. Aslında mücadelemiz açısından asli olmayan bu süreçler asli süreçlere dönüşüyor ve seçimler birbirini kovaladıkça biz de bu süreçlerde savrulup duruyoruz.
TEMSİLE DAYANAN VE İTTİFAK İLİŞKİLERİNE DE SİRAYET EDEN YAKLAŞIM BİZİ BÖLÜYOR
Peki aslında ne yapmalı?
Bir kere toplumsal güç olmak, halkın özyönetim organlarını geliştirmek, doğrudan siyaset yapma kanallarını açmak gibi, aslında bizi anlamlı kılacak ve seçim süreçlerinde de bizi iddialı hale getirecek asli meselelerden uzaklaşmamalıyız. Temsile dayanan ve ittifak ilişkilerine de sirayet eden yaklaşım bizi güçlendirmiyor, daha da bölüyor ve sosyalistler arasında huzursuz bir ortam yaratıyor. Gezi’den sonraki pratikte de, son seçimlerde de bunu gördük. Hatta Gezi öncesinde, 2010’daki referandum sürecinde de bunu yaşadık.
ANLAYAMIYORUM, SEÇİM SÜREÇLERİNDE BİZE BİR ŞEYLER OLUYOR!
Nasıl yaşadınız bunu?
TKP, Halkevleri, EMEP ve biz o zaman ÖDP olarak “Hayır” çizgisinde çok anlamlı işler yaptık. Sonrasında “hadi gelin bunu başka bir safhaya taşıyalım” dedik ama o yaklaşım da akabinde gelen 2011 seçimlerinde kırıldı. Özetle Türkiye sol-sosyalist hareketleri seçim meselesini çok sağlıklı değerlendiremiyor. Anlamıyorum, seçim süreçlerinde bize bir şeyler oluyor! Bütünüyle bir eksen kayması, kafa karışması, birbirini gereksiz yere zorlamalar, ifratlar, tefritler… Sonuçta da kırılmalar yaşanıyor. İlginçtir; Birleşik Haziran Hareketi kendisini bir sosyal mücadele aracı olarak tanımladığı halde, seçimi kendisinin sınanacağı bir zemin olarak görmeye başladı.
Bu niye böyle oluyor?
Belki de söylediklerimizi yerli yerine oturtamıyor, içselleştiremiyoruz. Bir problem var ve bunu aşmak zorundayız. Bakın, Emek ve Özgürlük İttifakı da aynı şeyi yaşadı. Her ne kadar arkadaşlar “biz seçim odaklı bir ittifak değiliz” dese de, aralarındaki sorunların kaynağı yine seçimler oldu. Sosyalist Güçbirliği’nde de bu yaşandı. Üstelik bırakın seçim dışı dönemi, seçimlerde bile ittifak olunamadı. Neticede başta söylediğim gibi, Millet İttifakı da, Emek ve Özgürlük İttifakı da, Sosyalist Güçbirliği İttifakı da fiilen bitti. Hiçbir ittifakın bileşeninde artık ortak bir mücadele motivasyonu yok. Dolayısıyla bu seçim, bu dönemin kurulmuş bütün yapılarını da bitirdi.
Peki bundan sonra ne yapmalı?
Bu sorunun cevabı için de iki soruya yanıt vermemiz gerekiyor: Kaldığımız yerden mi devam edeceğiz, yoksa yeni baştan mı kuracağız? Bence yeni baştan kurmalıyız.
HERKES MAHALLESİNDEN, SADECE KOMŞUSUYLA KONUŞMAKTAN ÇIKMALI ARTIK
Sol içi tartışmalarda bir partinin diğerini eleştirmesi de giderek tabulaşıyor. Sol Parti olarak başka bir sol partiyi eleştirseniz, “siz ne yaptınız da bizi eleştiriyorsunuz” denecek. Acaba bu süreçte karşılıklı eleştirinin kapılarını açmak da yeni baştan kurmak için bir gereklilik değil mi?
Evet, herkes kendi mahallesinden, sadece komşusuyla konuşmaktan çıkmalı artık. Bu seçimlerden çıkaracağımız en önemli sonuç, yapmamız gereken ilk şeyin öncelikle önyargısız bir biçimde birbirimizi dinlemek ve anlamak olduğudur. Hiçkimse kendisini izole ederek, kendisiyle yetinerek üzerimize gelecek olan gerici dalgasının karşısına çıkamaz. Birleşik bir mücadele zeminine ihtiyacımız var. Fakat “hadi şunu kuralım, şöyle bir isim de koyalım” kolaycılığına düşmemek gerekiyor. Çünkü buna benzer o kadar çok olumsuz deneyimimiz var ki!
Peki nasıl yapmalı?
Öncelikle birbirimizi dinlemeye, anlamaya çalışıp ortak bir tartışmaya itmeliyiz. Sol Parti’nin, HDP’nin, TKP’nin, TİP’in, EMEP’in, ötekinin, berikinin dünyası nedir? Ne ettik, ne edebilirdik, ne ediyoruz, ne edebiliriz, ne etmeliyiz? Bunları konuşma zeminini gazete köşelerinden, sosyal medyadan, kürsülerden çıkarmalıyız.
SONUÇ ORTADA; YENİLDİK VE BU İLK YENİLGİMİZ DEĞİL
Neden?
Bu mecralar kıymetsiz diye söylemiyorum. Ama göz göze bakarak, samimi, içten, eleştirilmeye ve eleştirmeye müsait bir alan açmalı, sonra da zaten belli olan ortak sorunla baş etme yöntemlerini tartışmaya başlamalıyız. Sonuç ortada; yenildik ve bu ilk yenilgimiz değil. Böyle devam ederse yenilmeye devam edeceğiz. Tamam, sonuçta yenilmeye şerbetliyiz; yıkılmıyoruz ve burası bizim ülkemiz, direnmeye devam edeceğiz. Hakkımızı yemeyelim, iktidarın bütün olanaklarına rağmen muhalefet olarak kurduğumuz direnç mekanizmaları onun mutlak zaferini de engelliyor.
MİLLET İTTİFAKI ARTIK İŞİ BAKANLIK PAYLAŞIMINA KADAR VARDIRMIŞTI
Fakat sonuçta Erdoğan yine de yüzde 52 oy alabiliyor, kurduğu ittifak meclis çoğunluğunu elde edebiliyor…
Evet ama onun bunca baskısı ve bizim bunca dağınıklığımız bile muhalefeti hâlâ yüzde 48’de tutabiliyor. Muhalefette durup bizden farklı tahayyülü olan kesimlere de, o yüzde 52’ye de uzanabilmenin yollarını aramalıyız. Yüzde 48’i dirençli, örgütlü kılmamız ve yüzde 52’yi de kazanmamız gerekiyor.
Seçim öncesinde böylesi bir sonuç çıkabileceğini düşünüyor muydunuz?
Sosyalist hareket elbette daha soğukkanlıydı, çünkü muhalefet kazansaydı da bizim açımızdan sayısız mücadele alanı söz konusuydu. Ama özellikle Millet İttifakı artık işi bakanlık paylaşımına kadar vardırmıştı. Çünkü bu iktidarın gidebileceğine dair çok alametler belirmişti. Ne yazık ki hiçbirimiz bu sonucu okuyamadık.
ESAS SORUN KENDİ GETTOLARIMIZA HAPSOLMAMIZ
Dayandıkları mücadele tarihi yarım yüzyılı aşan, bütün zihinsel emeği iktidar çözümlemelerine, toplumsal, siyasal dönüşüme dayanan sol-sosyalist hareketler nasıl oluyor da bir seçim sonucunu bile öngöremiyor?
Bence problem bu değil. Esas sorun bizim kendi gettolarımıza hapsolmuş olmamız. Hep görece daha rahat, dilimizi konuşan yerlerde örgütlenmeye çalışıyor, örneğin AKP’ye oy veren bölgelerde söz kurmaya yönelmiyoruz. Haliyle iktidarın siyasi söylemlerinin o tabanda nasıl bir etki yarattığına dair bilgiye de erişemiyor, ona cevap üretemiyoruz. Cevabımız olsa bile o kitlelere ulaştıramıyor, ancak izlemekle yetiniyoruz. Yapmamız gereken, zor olana soyunmak.
ANADOLU MUHAFAZAKAR DİYE ONA AYAK UYDURACAKSAK MÜCADELENİN ANLAMI YOK
İktidar solun sıkıştığı alanlarda da giderek daha etkili çalışmalar yürütürken, bu alanların da korunaklı olmadığını düşünüyor musunuz?
Kesinlikle değil. Hinterlandımız olarak gördüğümüz yerlerde bile artık sesimiz kısılıyor ve AKP oralara dair de ciddi hesaplar yapıyor. Her ne kadar büyük kentlerde iktidardan uzaklaşma söz konusu olsa da, AKP hâlâ Anadolu’da etkili. Anadolu statükocu, muhafazakâr; değişimden korkuyor. Peki biz buna ayak mı uyduracağız, yoksa değiştirmeye mi çalışacağız? Ayak uyduracaksak mücadele etmemizin anlamı yok zaten. O halde eşitlikçi, özgürlükçü fikirlerin bu bölgelerde yayılması için ne yapabileceğimiz üzerine etraflıca tartışmamız ve harekete geçmemiz gerekiyor.
SOSYALİST VE KÜRT HAREKETİNİN İTTİFAKI SEÇİM ÖNCESİNDE PRAGMATİK BİR İLİŞKİYE DÖNÜŞÜYOR
Sizinle daha önce de çok konuştuk; Kürt hareketinin size yönelik eleştirilerinden biri, birlikte mücadeleye gösterdiğiniz çekinceler. Fakat son seçimlerde Emek ve Özgürlük İttifakı içindeki ihtilaflardan görüldü ki, ittifak da mücadele birliğinin kapısını açmıyor…
“Hepimiz bir araya gelsek bu işi çözeriz” demek de basit bir yaklaşım. Nitekim Millet İttifakı dâhil tüm muhalefet, ayrı çatılar altında olsa da bu iktidarın değişmesi paydasında, Kemal Kılıçdaroğlu isminde buluştu. Yanlış mı yaptık, hayır. Gerekliydi. Ama gördük ki yan yana gelmek de, birleşmek de sorunu çözmeye yetmiyor. Neyin üzerine nasıl birleştiğin ve bunun üzerinden nasıl bir umut kaynağı olduğun, ne kadar sinerji yarattığın önemli. Sol-sosyalist hareketlerin ve Kürt hareketinin ittifak meseleleri hep seçim süreçlerinde gündeme gelen, çok pragmatist bir ilişkiye dönüşüyor. Seçim öncesinde “hadi bir araya gelelim” deniyor ama seçimden sonra kimsenin aklına bir araya gelmek gelmiyor.
Şimdi önümüzde bir de yerel seçimler var ve yakın zamanda gündem yine seçimler olacak…
Tabii. Bakın, Millet İttifakı ne dedi topluma, “sandığı bekleyin.” Kürt hareketi de bir anlamda bu zeminde hareket etti. Yanlış anlaşılmasın, biz pirüpakız demiyorum. Ama yaşadığımız tüm bu pratiklerden sağlıklı bir mücadele birliği hattı kurmayı, bunu aşağıya, emekçi sınıflara, ezilen Kürtlere doğru örmeyi önümüze koymalıyız. Bakın biz elimizde olan kurumları bile batırdık.
BARIŞ HAREKETİNİ TAMAMEN UNUTTUK, KÜRT BARIŞI TALEPLİ HAREKETLER MAZİDE KALDI
Hangi kurumları?
“Sen yaptın, ben yaptım” tartışmasına girmiyorum ama sonuçta KESK’in hali ortada. İşçi sınıfı hareketine bakalım, DİSK’in geldiği nokta belli. Çiftçi hareketi oluşturabildik mi, hayır. Ekoloji hareketleri dağınık. Ortada bütünlüklü görünen bir tek kadın hareketi var. Barış hareketini zaten tamamen unuttuk. Kürt barışı talepli hareketler neredeyse mazide kaldı. Gençliğe bakıyorsun, vaziyet belli. Biz tüm bu alanları terk edip sadece parlamento seçimlerine göre hareket etmeye, dolayısıyla orada da kaybetmeye başladık. Oysa sol-sosyalist hareketler bu tür toplumsal hareketlerle anlam, güç, alan bulur. Aksi halde parlamentoda da mevcut sonuç kaçınılmaz olur. Biz Cem Uzan’ınki gibi bir anda ortaya çıkarak köfte-ekmek dağıtıp seçim sürecinde parlayacak siyasetler değiliz ki! Biz toplumsal alanda ne kadar güçlüysek, etki alanımız o kadar olur. Şimdi bakıyoruz, Kürt halkının talepleri etrafında oluşmuş bir hareket dışında toplumsal olarak elimizde ne var? Bütün bunları etraflıca tartışmadan yola devam edemeyiz.
Peki size göre önümüzdeki dönem tartışmalarını örneğin Sol Parti, HDP, EMEP, TİP vs, kendi içlerinde mi yürütmeli, yoksa bu güçler bir araya gelerek mi tartışmalı?
Herkes öncelikle kendi iç muhasebesini yapmaya başlamalı, ki bu süreç başladı. Ama bu tartışmayı kendi içimize hapsetmemeliyiz. Örneğin bir Sol Parti heyeti HDP’yle, bir HDP heyeti TKP’yle, bir EMEP heyeti Sol Parti’yle oturup tartışmalı. En azından “ne murad ettik, ne oldu” diye konuşmalıyız.
SOL PARTİ OLARAK HDP’YE İTTİFAK ÖNERİSİ SUNDUK, KABUL EDİLMEDİ
Seçimden önce Sol Parti’yle HDP arasında da ittifak görüşmeleri oldu. O görüşmeler neden olumlu sonuçlanmadı?
Sol Parti olarak biz HDP’ye bir ittifak önerisi sunduk, kabul edilmedi.
Neden?
Kürt siyasi hareketi seçime çok az zaman kala bu ittifakın zemininin olmadığını söyledi.
Ne demek bu?
Aslında bu süreç aramızdaki buzları da eritti ama Emek ve Özgürlük İttifakı içinde zaten bir gerilim vardı. Bizim de dâhil olmamızın bu gerilimi artırabileceği endişesi yaşadı HDP.
HDP’YE DAHA GENİŞ BİR İTTİFAKTA BULUŞALIM DEDİK
Siz ne önerdiniz HDP’ye?
HDP bize Emek ve Özgürlük İttifakı içinde yer alın dedi. Biz ise onlara Emek ve Özgürlük İttifakı ile Sosyalist Güçbirliği’ni aşan, daha geniş bir seçim ittifakında ve isminde buluşalım dedik.
Nasıl bir isim?
İsim konuşmadık ama örneğin Halk İttifakı diyebilirdik. Doğrusu biz Sol Parti olarak da kendi içimizde tartışırken bu hamleyi yapmakta geç kaldığımızı kabul ettik. Esasen deprem sürecinde sosyalistlerin, Kürt hareketinin bir bütün olarak yürüttüğü dayanışmayı böylesi bir ittifakın zemini yapmak istemiştik. Fakat bu önerimiz listelerin hazırlanmasına çok yakın bir zamanda gerçekleştiği için Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kendi içindeki çelişkilere denk geldi. O çelişkilerin aşılıp başka bir zeminde buluşulması Kürt hareketindeki arkadaşlar açısından gerçekleştirilebilir gibi görülmedi. Fakat en azından seçimden sonra daha ferah bir ortamda bu fikir üzerine düşünülebileceğinde mutabık kaldık.
YOLDAŞÇA, KARDEŞÇE, EŞİTÇE TARTIŞMAMIZ LAZIM
O halde seçim gündeminin dışında bir araya gelip konuşacak mısınız?
Evet, bu temasları çoğaltmamız gerekiyor. Yoldaşça, kardeşçe, eşitçe tartışmamız lazım. Sonuçta hiçbirimizin tek başına bu karanlığı püskürtme şansı yok ama zaten başarısız olunmuş yolları yeniden denemenin de anlamı yok.
Ama bir yandan da muhalif hiçbir siyasi parti ve onların tabanları 14 Mayıs öncesindeki durumda değil. Bırakın müttefik partileri, onların tabanları da birbirine kırılmış durumda. CHP’nin tabanı Deva, Gelecek, Saadet partilerinin tabanına öfkeli, HDP-TİP tabanları birbirine kırgın, Sosyalist Güçbirliği içindeki partiler birbirlerine mesafeli. Dolayısıyla önce tabandaki bu dağılmayı toparlamak gerekmiyor mu?
Bunun yolu da beraber tartışabiliyor olmaktan geçiyor. Bahsettiğin sorunların çözümüne dair Sol Parti’nin bir fikri vardır ama önemli olan kolektif bir fikri oluşturmak üzere bir araya gelip tartışmak ve oradan harekete geçmek. O yüzden bana göre birbirimizin alanlarına girerek tartışmamız iyi olur. Niye ben Emek ve Özgürlük İttifakı’na dair tartışmanın bir parçası olmayayım? Veya niye onlar Sosyalist Güçbirliği’ne dair tartışmanın parçası olmasın? Eğer iyi bir niyet varsa, tartışmadan mutlaka pozitif sonuçlar çıkarılır.
HDP KENDİSİYLE BAŞBAŞA KALDI
Solda iki temel eğilim olduğu görülür. Bir kesim “biz doğru yerdeyiz ama halk değil” yaklaşımı içinde. Bir eğilim ise daha popülist bir söylemle “halkın suyuna gitme” yanlısı. Sizce sol nerede durmalı?
Özel çıkara dayalı bir üretim anlayışı değil de toplumsal çıkara dayalı bir üretim ve bölüşüm fikrinin nesi kötü? Kapitalizm kadar gayrı insani, akıl dışı bir sistem var mı? Bir tarafta inanılmaz bir zenginlik, öbür tarafta dramatik bir yoksulluk. İnsanlar dünyaya gelecek kaygısıyla doğuyor; millet birbirini kırıyor. İklim ve gıda krizi yaşanıyor. Dolayısıyla sol ideoloji elbette doğru, insani yerde duruyor. Kapitalist sistem tarafından manipüle edilmiş halka “biz bunları yaşamak zorunda mıyız” diye sormanın da yanlış bir yanı yok. Fakat temel sorun bunu anlatamıyor olmamız veya anlatma pratiklerimizin yetersiz kalması.
HDP’nin son seçimlerde özellikle Türkiye’nin batısında, sol veya seküler kesimlerdeki oylarının yer yer CHP’ye veya TİP’e kaydığı söyleniyor. Sizce bu kaymanın nedeni neydi?
Bir kere HDP’ye yönelik eleştirilerin kaynağı oy alma konusundaki başarısızlığı değil. Nitekim bana göre HDP bu anlamda başarısızlık içinde de değil. Fakat dayanışma oylarının bir kısmının geri gittiği açık. Zaten yüzde 10’luk barajın yüzde 7’ye düşürülmesinin nedeni de HDP’ye giden dayanışma oylarının geri çekilmesiydi ve sonuçta HDP kendisiyle başbaşa kaldı. Şimdi, Kürt hareketi açısından yapılacak tartışmaları sadece oy oranına indirgemek de eksik kalır.
ABDULLAH ÖCALAN DA İFADE ETTİ; SİLAHLI MÜCADELE STRATEJİK MANADA BİTMİŞTİR
Nasıl yani?
Kürt hareketi elbette kendi içinde bu meseleyi çok daha derinlikli tartışıyordur. Fakat daha önce de söylemiştim, bana göre Kürt meselesi artık silahlı mücadele meselesi olmaktan çıktı. Abdullah Öcalan da bir çok defa ifade etti; silahlı mücadele stratejik manada, Türkiye açısından bitmiştir. Nitekim HDP 7 Haziran 2015 seçimlerinde bu çerçevede muazzam bir karşılık gördü. Kürt hareketi batıda laik-seküler kesimlerle buluştu. Hatta o dönem Suruç sınırında da söylemiştim; Kürtlerle laik-seküler kesimler IŞİD’e karşı hattı müdafaaya geçmişti. O süreçte Kürt hareketi tüm Türkiye’de gelişti, talepleri anlaşılmaya başlandı. Fakat sonrasında, bize göre son derece anlamsız bir silahlı mücadele dönemi başladı.
HDP BARIŞ PROJESİ OLARAK ORTAYA ÇIKTI, SAVAŞ ZAMANINDA BOŞLUKTA KALDI
Kürt hareketi bunu devletin çözümü reddetmesi ve baskıları artırmasına bağlıyor ama…
Devlet yapar ama önemli olan senin buna silahlı değil, siyasi mücadeleyle karşılık vermen. Bu yapılmayınca, o dönemde barış mücadelesiyle elde edilen bütün kazanımlar ortadan kalktı. HDP de buna karşı etkili bir duruş sergileyemedi. Sonuçta HDP bir barış projesi olarak ortaya çıktı, misyonu buydu; savaş zamanında boşlukta kaldı. HDP barış ve çözümün aracıyken, çatışma zamanında etkili bir aktör olamadığı gibi, Kürt silahlı mücadelesinin askeri yenilgisinin de yükünü üstlendi.
DEVLET ŞİDDETİNE KARŞI KİTLESEL BARIŞ MÜCADELESİ DE BİR MİLİTAN HALK HAREKETİDİR
Silahlar konuşurken HDP ne yapabilirdi?
Devlete “barış” demek… Onu zaten hep beraber söylüyoruz. Ama HDP’nin PKK’ye de “barış” demesi lazımdı. “Bu süreç tüm kazanımların geri alınmasına yol açabilir” demeliydi. Çünkü AKP zaten barış sürecinde kaybettiğini gördüğü için çatışma siyasetine döndü. Sonuçta toplumsal direnç mekanizmaları tahrip edildi ve HDP de giderek sadece temsille kendisini var etmeye yönelen bir noktaya geldi. Bu korkunç süreçte HDP politik hattını, çizgisini, ideolojisini yenilemeye de fırsat bulamadı. Az önce de söylediğim gibi, Öcalan çözüm sürecinde silahlı mücadelenin stratejik olmaktan çıktığını söylüyordu. O halde devlet tekrar çatışmaya dönse bile senin barış siyasetinden sapmaman, yeni stratejinde ısrar etmen gerekiyordu. Devletin şiddetine karşı kararlı, güçlü, kitlesel barış ve demokrasi mücadelesi de bir militan halk hareketidir. Bence artık Kürt sorununun silahlı mücadeleyle çözülme zemini ortadan kalktı. Buna karşılık “ama bunca faşizan saldırılar var” denebilir. Elbette var. Ben de zaten bir teslimiyetten bahsetmiyorum. Ama politik mücadele aracı olarak silahın bir zemini artık yok. Aksine, demokratik siyasal mücadele alan ve kanallarını militan bir kitle çizgisiyle, meşru, kapsayıcı zeminler inşa edersek Kürt sorununun çözümü için zorlayıcı olabiliriz.
ÇÖZÜM SÜRECİNDE ELEŞTİREL BİR SORUMLULUK YARATAMAMANIN KABAHATİ BİZDEYDİ
Çözüm sürecinde böyle bir zemin vardı ama HDP dışındaki güçler barışı toplumsallaştırma çabasına çok da katkı sunmadı…
Elbette bu işin tek yükü HDP’nin üzerinde olmamalı. Çözüm sürecinde biz maalesef devletle İmralı ve PKK arasındaki trafiğin sonuçlarına bakmakla yetindik ve o süreci toplumsal barış talebine dönüştüremedik. O dönemde solda iki çizgi vardı. Bir kanat “Bu Kürtlerle AKP anlaştı, bunlar emperyalizmin uşağıdır” gibi dışlayıcı politika benimsedi. Bir kanat ise “Kürt hareketi ne yapıyorsa iyi yapıyordur, bize alkışlamak dışında bir görev düşmez” yaklaşımı içindeydi. Her iki yaklaşımda da çözümcü, politik bir sorumluluk bilinci söz konusu değildi. Eleştirel bir sorumluluk çizgisi yaratamamanın kabahati bizdeydi. Biz sol-sosyalist hareketler o sürecin dışında kalmamalıydık. Sonuçta ortaya çıkan çatışma sürecinde hepimiz boğulduk. Daha önce seninle yaptığımız röportajlarda ifade edince çok tepki gördüm diye tekrar vurgulamaktan çekinmeyeceğim: Kürt hareketinin dışında, onunla dayanışma içinde olan, ona sırtını değil yüzünü dönen ama ondan bağımsız bir sol siyasal odağın yaratılamaması çok önemli bir mesele.
Ama bu düşünce Kürtlerle araya mesafe koyma niyeti gibi değerlendiriliyor…
Hayır, tam tersine! Kürtlerin kimlik, kültür taleplerinin başka düzlemlerde savunulabilmesi için buna ihtiyaç var. Kürt sorununun çözülmesi görevinin sadece Kürtlerin sırtına bindirilemeyeceğini, bu çabaya bizim de, Kürt halkının demokratik taleplerinin sesini ulaştıramadığı alanlarda söz kurarak ortak olabileceğimizi söylemeye çalışıyorum.
KÜRTLER KENDİLERİYLE PRAGMATİK BİR İLİŞKİ KURULDUĞUNU VE KENDİLERİNE ZARAR VERİLDİĞİNİ DÜŞÜNÜYOR
TİP böyle bir aktör haline gelmedi mi?
Hayır, TİP böyle bir aktör işlevi görmedi. Haklarını yemeyeyim ama Kürt hareketinin baraj problemini ortadan kaldıran potansiyeliyle ve AKP’ye olan öfkeyi kürsülerden dile getirmesiyle popülerleşen bir parti oldu TİP. Nitekim biz kendilerine “gelin, Kürt hareketinden bağımsız bir odak inşa edelim” dediğimizde, “ama o zaman baraj sorunumuz olur, güçlü oy alamayız, hatta vekil çıkartamayız” yanıtı verdiler.
TİP Sosyalist Güçbirliği’yle seçime girseydi ne olurdu?
Şimdi baktığınızda Kürtler, Kürt hareketi kendileriyle pragmatik bir ilişki kurulduğunu ve kendilerine zarar verildiğini düşünüyor. Bizimle beraber seçime girseler belki TİP’in dört tane milletvekili olmazdı ama mesele sadece parlamento değil ki. Eğer TİP’li arkadaşlar bir sosyalist gücün bağımsız odak olarak gelişmesini istiyorlardıysa, vekil sayısına filan bakmazlardı. TİP, Sol Parti, EMEP, TKP, beraber hareket etseydik belki yine yüzde 7 barajını aşamayacaktık ama Türkiye’de çok önemli bir seçenek yaratabilirdik.
SOL HAREKETLERİN KÜRTLERLE KURDUĞU SAĞLIKSIZ İLİŞKİ HDP TABANINDA DA MİLLİYETÇİ BİR REAKSİYON YARATIYOR
Sizin bu argümanınızın bir benzerini Türkiye soluyla ilişkiye tepkili Kürtler, özellikle de milliyetçi kesimler de söylüyor ve “artık bu solcularla beraber yol yürümeyelim” diyorlar. Onların söyledikleriyle sizinki arasında benzerlik yok mu?
Peki bu Kürt arkadaşlar neden böyle söylüyorlar? Çünkü kurulan sağlıksız temsil ilişkisine tepkililer. Sol haraketlerin Kürtlerle kurduğu bu sağlıksız ilişki, HDP’nin tabanında da milliyetçi bir reaksiyon yaratıyor. “Bunlar bizim sırtımızdan vekil çıkarıyor, sonra da bize tepeden bakıyorlar” diyorlar. O halde ilişki biçimini böyle bir zeminden kurtarmak gerekiyor. Biz bağımsız bir özne olarak kendimizi kuralım, Kürt hareketiyle de demokratik ittifak ilişkimizi, bir arada olma arzumuzu yerine getirelim. Bu daha gerçekçi, daha samimi, daha verimli bir ilişki olmaz mı? Hiçbir temsil beklentimiz olmadan Diyarbakır’ın sesini Artvin’e, Trabzon’a, söz kurabildiğimiz tüm sahalara taşısak kardeşliği, dostluğu, dayanışma duygusunu çok daha pekiştirmez miyiz? Diğer türlü “ya bu Türkiye sosyalislerinin zaten çapları, güçleri yok, seçimden seçime gelip bizimle pragmatist ilişki kuruyor, seçimden sonra da bizi beğenmeyip çekip gidiyorlar” diyorlar.
HDP’YE İTTİFAK TEKLİFİ SUNARKEN HERHANGİ BİR TEMSİLİYET İSTEMEDİK
Sesli düşünelim; farklı partilerden tamamen çıkıp büyük bir ortak çatı inşasına girişilmesi söz konusu olamaz mı?
Bakın, biz seçime yakın dönemde HDP’ye ittifak teklifi sunarken herhangi bir temsiliyet filan istemedik. Seçim sonrasında Türkiye’nin geleceğine ilişkin bir siyasal zemin kuralım dedik. Öte yandan Kürt hareketi de şu rahatlıkta davranabilirdi: Bırakalım Sol Parti, EMEP veya TİP seçime kendi kimliğiyle girsin. Yani beraber ama kendi kimliğiyle siyaset yapsın.
Yani HDP ayrı listeye bu kadar tepki göstermemeli miydi?
Tabii. Bizim Sol Parti olarak yaptığımız önerinin de arkaplanında böyle bir mesele vardı. “TİP zaten bir şey istiyor, bu Sol Parti de gelecek, onlar da bir şey isteyecek” gibi bir kaygı söz konusuydu. Oysa bizim öyle bir derdimiz yoktu. HDP’nin de “mesele benim dört-beş vekil daha az veya daha çok çıkarmam değil, kurduğum bu ittifakın yaratacağı siyasi sonuçlardır” rahatlığında hareket etmesi gerekiyordu. Oysa bakın, şimdi HDP’li arkadaşlar “TİP bize şu kadar vekil eksiltti” diyor. Arkadaş, mesele o mu?
HATALARIMIZI, YANLIŞ İLİŞKİLENMENİN TABANDA YARATTIĞI GERİLİMİ GÖRMEZDEN GELEMEYİZ
Mesele ne?
Sağlıksız ilişkinin tabanda yarattığı tahribat mı daha yıkıcı, senin dört-beş vekil daha az veya daha çok çıkarman mı? TİP dört milletvekili çıkardı, bir milyona yakın oy aldı ve kendilerine göre başarılı oldular. Daha da başarılı olsunlar. Peki solun Kürt hareketiyle veya Kürt hareketinin solla ilişki kurma biçimi ortadayken, ortaya çıkan kırgınlığa bakarak her iki taraf hâlâ bu sonuca başarı diyebiliyor mu? Sonuç itibarıyla artık seçimin ötesinde bir değerlendirme yapmak, meseleye bu gözle bakmak ve karanlığa hep beraber nasıl gerçek bir birliktelikle karşı çıkacağımıza bakmak zorundayız. Başta da söylediğim gibi, öncelikle herkes kendi iç muhasebesini yapıp bitirsin. Sonra da birbirimizle temas kurmaya başlayalım. Birbirimizi anlamaya ve birbirimize anlatmaya çalışalım. Hatalarımızı, yanlış ilişkilenmenin tabanda yarattığı gerilimi görmezden gelemeyiz.
Selahattin Demirtaş: Ben HDP’liyim ve öyle de kalmaya devam edeceğim