Ayşegül Kars Kaynar

Ayşegül Kars Kaynar

Anayasa Mahkemesi’ni savunmuyorum: Siyasi bir talep olarak Atalay’ın özgürlüğü

Yargıtay’ın Atalay dosyası üzerinden tüm topluma verdiği gözdağını AYM’nin gölgesine saklamak ve siyasi bir saldırıyı hukuk/anayasa bağlamına hapsetmek pasif-reaksiyoner bir kamuoyunu poh pohlamaktan başka bir şey değildir.

Hukuk, siyaset değildir. Hukukun kendine özgü ve onu diğer bütün toplumsal alanlardan ayıran bir anlamı, işlevi, dili, uygulanışı vardır. Ancak hukuk (pozitivizmin iddia ettiği gibi) siyasetten bağımsız da değildir. Aralarında çok çeşitli dolayımlarla gerçekleşen geçişler, etkiler, belirlenimler mevcuttur. Bu nedenle hukuk ve siyaset birbirlerinden görece özerktirler.

Türkiye’nin son 15 yılda geçirdiği dönüşüm ve Kasım 2023 itibariyle geldiği noktada ortaya çıkan sorun, dosyanın üzerinde görünmeyen ama kokusu alınabilen harflerle “önemli” ibaresi yazılmış davalarda ve özellikle üst mahkemelerde hukuk ve siyaset arasındaki görece özekliğin kaybolmuş olmasıdır. Bu davalarda mahkeme heyeti hukuk diliyle konuşur; yasal mevzuata ve hukuki literatüre bol bol atıf yapar ve de en nihayetinde, verdiği karara hukuki gerekçe yazar. Ancak mahkemenin kararı hukuki bir karar değildir. Hukuki gerekçesi vardır, hukuki meşruiyeti yoktur. Hukukun yargısal uygulanışı, siyasi çıkarlara teslim edilmiş durumdadır.

"Önemli” kokusunun alındığı davalarda, birinci derece mahkemelerde hâkim ve savcılar (ki bu ikisi çoğu zaman tek bir makam gibi hareket eder), üst mahkemelerde ise hakimler “yasada böyle yazıyor”, “Anayasa şöyle diyor” diyerek karar vermeyi Kasım 2023 itibariyle bırakalı çok olmuştur. Bu davalarda hukuki güvence ölü durumdadır ve bu herkesin malumudur.

Durumun bu olduğu biliniyorken, ortaya çıkan her yargı skandalında ve mahkemelerin her hukuken gayri-meşru hamlesinde yeniden şaşkına dönmek kimilerimizde az, kimilerimizde ise orta seviyede mide bulantısına ve baş ağrısına sebep oluyor. Yargı kurumları tarafından hukukun her ihlal edilişinde hukuki reflekslere sarılarak anayasayı, yasaları, anayasal devleti hatırlatmak; “anayasal devlet elden gidiyor, götürtmeyiz”; (yıllardır hak ihlallerini görmezden gelen ve kendisi anayasayı çiğneyen) Anayasa Mahkemesi’ni “harcatmayız” demek ise beynimizin hafıza ve muhakeme yetilerinde kısmi ve geçici felce yol açıyor.

AYM-YARGITAY RESTLEŞMESİ

Milletvekili seçilen Can Atalay’ın Anayasa Mahkemesi (AYM) kararına uyularak derhal tahliye edilmesi gerekirken, birinci derece mahkemesi siyasi bir saikle (Atalay’ı özgür bırakmamak için) yeni bir adli icatta bulundu ve dosyayı Yargıtay’a gönderdi. Yargıtay da yine aynı siyasi saikle yeni bir adli icatta bulundu ve AYM kararına uymayı reddettiği gibi bir de bu kararı verenlerin suç işlediğini iddia etti. AYM-Yargıtay arasındaymış gibi görünen ama bir ayağı da birinci derece mahkemesinde olan bu zincirmele restleşmede, anayasızlığımız ve hukuki güvencesizliğimiz açısından yeni olan ne var derseniz, işte bu yeni adli araçların icadıdır.

Ekim 2020’de Enis Berberoğlu davasında da birinci derece mahkemesi AYM kararını uygulamamıştı. AYM “yeniden yargıla” derken, birinci derece mahkemesi “gereği yok” demişti. Demek ki 2020’ler yargıdaki ben diyeyim kimi grupların, siz deyin kimi çetelerin basitlik ve düşük yaratıcılılık yıllarıymış. Kasım 2023’te ise bu gruplar yeni yeni icatlarda bulunmaya, yeni teamüller oluşturmaya, kendilerine yeni bir yargısal işleyiş inşa etmeye girişmiş durumdalar.

Bu gruplar, yargıya yerleş(tiril)mişler ve tüm halka, tüm görüşlere açık olması gereken bu devlet iktidarını fütursuzca kullanıyor; kendilerinden olmayanlara adli araçlarla saldırıyorlar. Saldırırken de bulundukları hukuk alanının tüm özgünlüklerini ve tüm kurumsal yapısını yıkıp geçiyorlar. Eğer bu gruplar yargı değil de sağlık alanında konumlanmış olsalardı, tıbbi bir dil kullanacak ve tıbbi saldırılar düzenleyeceklerdi. Eğer askeri alanda konumlanmış olsalardı, milli güvenlik dilini kullanacak ve askeri saldırılar düzenleyeceklerdi.

Sonuç itibariyle, siyasi karar veren ve siyasi davrandığını bilenler karşısında pasif-reaksiyoner hukuki reflekslere sarılmaya ve beyinlerimizi felç etmeye hiç gerek yok. Ben de izninizle, “Anayasada şöyle yazıyor” mevzusunu uzun yıllardır kaale almayanlara Kasım 2023 itibariyle “Anayasaya uyun, hukuku çiğnemeyin” çağrısı yapma gülünçlüğüne düşmeyeceğim. Kasım 2023 itibariyle AYM kararlarının, (kelimenin tüm renk ve anlamlarıyla) Türk mahkemeleri tarafından ciddiye alınmaması karşısında size AYM ve anayasa savunusu yapmayacağım.

YARGITAY’IN SİYASİ SALDIRISI

Yargıtay’ın AYM’e karşı hukuki resti ve AYM’nin üstünlüğünü reddi üzerinde çok durmaya gerek yok. Konu ne bir devlet krizi ne de belli başlı bir krizdir. Kriz kelimesi de aynı hukuk savunusunun bir reflekse dönüşmüş olması gibi, bizi şaşkına çeviren her olayda kullandığımız bir refleks-terim haline gelmiş durumda. Velhasıl, Yargıtay’ın AYM’e karşı hukuki resti adli araçlarla çözülür, daha doğrusu hal yoluna koyulur. Gelin, Yargıtay’ın siyasi resti ve asıl mevzu üzerinde kısaca duralım: Atalay’ın özgürlüğü.

“Önemli” kokusunun alındığı dosyalardan olan siyasi yargılamaların en bilinen özelliği seçiciliktir. Herkese işleyen prosedür ve norm, belli kişilere işletilmez; o kişiler kalabalıklar arasından seçilir, ayrı muameleye tabi tutulmak üzere ayrılır. Başka bir ifadeyle siyasi yargılamalarda Themis’in gözü açıktır: Sizi kalabalıklar arasından görür ve tanır. Yargıtay’daki grup da Atalay soyadını görünce Themis’in gözlerini açtı. Atalay’ın özgürlüğü ve milletvekilliği yapması, Yargıtay’ı parsellemiş olan bu grup tarafından engellendi. Bu, düpe düz Yargıtay’ın gerçekleştirdiği siyasi bir saldırıdır. Yargıtay’ın AYM’e çektiği restin bu dava dosyası üzerinden gelmesinde de Atalay soyadının yargıdaki bu grubun hafızasında canlılığını korumasının etkisi vardır. Bugün Atalay’ın özgürlüğü siyasi bir taleptir ve olacaksa eğer, siyasi bir mücadelenin kazanımı olacaktır.

Yargıtay’ın Atalay dosyası üzerinden tüm topluma verdiği gözdağını AYM’nin gölgesine saklamak ve siyasi bir saldırıyı hukuk/anayasa bağlamına hapsetmek, bir kısır döngünün girdabında, anayasa değişikliğinin kulis bilgileri ve dedikoduları eşliğinde pasif-reaksiyoner bir kamuoyunu poh pohlamaktan başka bir şey değildir.


Ayşegül Kars Kaynar: 1980 yılında Ankara’da doğdu. 2014 yılında ODTÜ Siyaset Bilimi bölümünden doktora derecesini aldı. 2015 yılında Türk Sosyal Bilimler Derneği’nin düzenlediği Genç Sosyal Bilimciler Ödülleri’nde doktora tezi kategorisinde ödül ve 2017 yılında Halit Çelenk Hukuk Ödülleri’nde mansiyon kazandı. New School for Social Research ve Hamburg Üniversitesi’nde araştırmacı olarak bulundu ve ardından Humboldt Üniversitesi’nde çalıştı. Çağdaş Türkiye siyaseti, hukuk devleti ve asker-sivil ilişkileri üzerine yayınları bulunmaktadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşegül Kars Kaynar Arşivi