Ankara'dan İstanbul'a, Yenikapı'dan Maltepe'ye

Kemal Kılıçdaroğlu'nun başlattığı 'Adalet Yürüyüşü' bugünden - yani 3 Temmuz Pazartesi sabahından - itibaren en kritik safhaya girmiş oluyor.

Dere tepe dümdüz gidildi, 420 kilometrelik yolun 310 kilometresi 18 günde katedildi. Geriye kalan 110 kilometre, Türkiye'de 15 yıldır bir türlü toparlanamayan muhalefetin akıbetini de belirleyecek.

Havanın 44 dereceye varan sıcaklığı, siyasetin su kaynatma noktasına yakınlığı ile örtüşüyor. AKP'ye beklemediği yerden şut, çalışmadığı yerden soru geldi. Kılıçdaroğlu'nun munis tarzına pek alışmıştı Saray; yıllardır kedinin fareyle oynadığı gibi oynadığını düşünüyordu, hele 15 Temmuz sonrasında iyice sermişti. Ama, anlamadığı şey, siyasetin sürgit aynı sabitlerle yürümeyeceği gerçeğiydi. Lastiktir siyaset, fazla çekerseniz, hangi mamulden olursa olsun, kopar.

Lastik pek çok CHP'li için 16 Nisan'da zaten kopmuştu, ama Enis gibi bir uyandırma saati gerekliydi, faşizm zincirlerinden boşandığı için, o da oldu, Enis tetikledi herşeyi.

Saray ters köşeden toparlanmaya çalışıyor, ama bana sorarsanız öyle çok büyük bir panik veya ürküntü yok o cenahta; öfke var, her zamanki gibi.

Gene de, AKP tabanında bir bölünme olduğunu kestiriyoruz. Çünkü, Erdoğan, memleketin en büyük ihtiyacı olan demokratik anayasa meselesini savsaklayıp taca atarak, yangından mal kapar gibi bütün kargaşadan Orta Asya tarzı dikta rejimi çıkarmaya yönelince, halkımızın en öncelikli kaygısına da sırt çevirmiş oldu. Anayasa konusunun ciddi ciddi Anadolu'da tartışmaya açıldığı günlerde TOBB'un öncülüğündeki şehir meclisleri toplantılarının bazılarına katılmış ve yapılan anketlerde Türkiye'nin en acil çözüm bekleyen meselesi sorusuna hemen her yerde ilk cevap olarak 'adalet' dendiğine tanık olmuştum.

Demokratik anayasa konusu, önce 17-25 Aralık rezaletleri, ardından Barış Masası'nın devrilmesi ile uçuruma atılınca, Türkiye kadim sorunlarının, özellikle de intiharvari 15 Temmuz darbe girişimi ve ardından gelen faşizm dalgası yüzünden yeniden şiddetle kanamaya başladığı, siyasetin artık sokağa, mahallelere, kampuslara, TEM'e, mahkemelere taştığı bir tanıdık döneme girdi. 12 Eylül'ün yarım kalmış projeleri şimdi İslamcı baharatlar ve aklı ihtirasının çok gerisinde kadrolarla sisteme enjekte edilmeye çalışılıyor, ama görüldüğü gibi bu toplum mafyatik metodlarla korku saçmaya çalışan zihniyete boyun eğmeyecek; yenilecek olsa bile bağıra çağıra itişe kakışa yenilecek. Veya yenecek, bir şekilde, ittire ittire üstesinden gelecek.

CHP bu kavga içinde bir eşiği geçti. Çark eder mi, bilemeyiz. Ama önemli olan, AKP'deki psikolojik etkisi.

Saray ve AKP için sık sık araştırma yapan ANAR'ın Genel Müdürü İbrahim Uslu diyor ki:

''CHP bu yürüyüşle, özellikle Berberoğlu’nun tutuklanmasıyla ortaya çıkan durumu çok iyi okuduğunu gösterdi. Ben, anket yaptırmadım ama çok fazla insanla görüşüyorum. Bu insanlar da yürüyenlerle yakın insanlar değil. Onlarla siyasal olarak uzaklığı olan insanlar. Ama benim bu konuştuğum çevrelerde bu yürüyüşe bir öfke, olumsuzluk değil, tersine daha olumlu yaklaşımlar var. Çok medeni, barışçıl, iyi düzenlenmiş, Türkiye gündemini iyi okuyan bir yürüyüşle karşı karşıyayız. O yüzden benim konuştuğum çevrelerdeki insanlar da yürüyüşü, hak vermese bile yöntemi olarak doğru ve makul buluyor.

Ölçmedik ama bu yürüyüş, CHP’nin oylarını patlatır mı? Hayır patlatmaz. Ama bu yürüyüşün anlamı zaten bu değil. Bence bu yürüyüş kararı ve eylemiyle Kemal Kılıçdaroğlu, 16 Nisan referandumundaki yüzde 48.5’in enerjisini şarj etti. Bu şarj, 2019’a kadar olan sürece yansıyacak sonuçlar doğuracak. Çünkü kendi partisi içindeki muhalifleri bile yürümek zorunda kalıyor. Ama asıl önemlisi, referandumda yüzde 48.5 ortaya çıkmıştı ama Kılıçdaroğlu bunun yüzde 25’iyle diyalog kurabiliyor, konuşabiliyordu. Şimdi bu yürüyüşle yüzde 48.5’le diyalog kurma, konuşabilme imkânını yakaladı.''

Bu tespitler doğru ise, ki katılıma bakılırsa itiraz kaldıracak gibi görünmüyor, o zaman yürüyüşün en kritik safhasına gelindiğini ve bundan sonra herşeyin, ama herşeyin mümkün olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.

AKP hizmetkarı yorumcular, Saray'ın 'öfkesini' - tekrar edeyim panik veya kaygısını değil - yansıtmak için bu yüzden gaza bastılar. AKP'nin borazanı haline getirilmiş olan TRT'de bir araya gelen 'sözde' gazeteciler konuşurken, Adalet Yürüyüşü için 'sözde' sıfatının kullanılması ülkenin ne hale geldiğini anlattığı kadar, öfkenin hangi kurgulara yol açabileceğini de gösteriyor.

Bugün, Saray'ın reflekslerini tetiklemek için beklediği bir gün olabilir. Çünkü, ta 7 Haziran'dan bu yana arasının açık tutulmasına AKP mahfilleri ve MHP ile karanlık devlet ricali tarafından özel bir ihtimam gösterilen CHP ve HDP, bugün yürüyüşün Istanbul'a geçiş noktasında heyet bazında da olsa 'temas' kuracak. Ahmet Türk de HDP heyetinde. Daha sonra HDP, Figen Yüksekdağ'ın tutuklu bulunduğu Kandıra Cezaevi önünde bir basın açıklaması yapacak. Siz bu satırları okuduğunuzda belki bunlar gerçekleşmiş - veya engellenmiş - de olacak. Göreceğiz.

Bu karşılaşma, yürüyüşün geri kalan kısmını bir nevi 'ya herru ya merru'ya getiriyor. Eğer HDP - CHP buluşması olumlu geçerse, şu veya bu mıntıkada HDP kendi yürüyüşleri ile demokratik kavga alanını genişletebilir. Her halukarda şu ana kadar yürüyüşün kazasız belasız geçmesinden şevk alan muhalif Istanbul ahalisi de Maltepe güzergahını gözüne kestirecektir.

Ne beklenir? Erdoğan'ın sınır tanımayan öfkesi, yürüyüşün Maltepe'ye erişmesinin kırılması, zayıflatılması, mümkünse engellenmesi için devreye girecek gibi görünüyor. Sürecin iç mantığı bunu gerekli kılıyor. Müsamaha marjı artarsa rüzgar terse dönebilir; ille de iktidarı sallayacak güçte olmaz, ama 2019'un kurgusunu zora sokar. Unutmayın, Erdoğan, Gezi esnasındaki Erdoğan'ın daha da ötesinde: Elinde devletin çok daha fazla baskı ve tepeleme enstrümanı var. Uluslararası konjonktür pek çok sert hamleye müsait. Kimse 'olmaz olmaz' demesin.

Bunlar bir yana, beni esas olarak ilgilendiren soru, aslında Erdoğan'ın nasıl tepki vereceğini belirleyecek olan soru. Eminim günlerdir Erdoğan o sorunun cevabını arıyor:

'Diyelim topluca, onbinlerce Maltepe'ye kadar geldiler. Burada bağırdılar, çağırdılar, konuşmalar yaptılar. Peki, sonra? Ondan sonra CHP ne yapacak? Bir sonraki hamle nedir?'

Belirteyim: Eğer Erdoğan bu soruya 'bundan sonra gene eski hale dönerler' diye cevap veriyorsa, yürüyüş kazasız belasız biter, ve CHP kendi içindeki mavralara döner; HDP'yle temasları da Kandıra'daki ile kalır.

Acaba öyle mi olacak?

Bilmiyoruz.

Acaba Kemal Bey, Maltepe'ye ulaşırsa, orada toplanacak yüzbinden fazla insana, çığır açıcı, bütünleştirici, tüm mağdurları ve mazlumları  bir araya getirecek bir 'manifesto' okur ve bizi bir kez daha şaşırtır mı?

Kemal Bey, hukuk ve siyaset harabesi haline getirilmiş olan Türkiye'nin düze çıkışının, dikta rejimine en derin alerjiyi duyan ve en stratejik bilgeliğe sahip kadınların - hangi muhalif siyaset olursa olsun - ortak öncülüğüyle olabileceğinin, başka türlüsünün imkansız olduğunun farkında mı?

Göreceğiz.

Nefesler tutuldu, elde var ihtiyat, bekliyoruz.

Daha Maltepe'ye çok var.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yavuz Baydar Arşivi