Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey

Annelik, anneyi aşar...

Birbirimizin yarasına üfleyeceğimiz bir toplumu kurduğumuzda, başka canlının yavrusuna aynı şefkati göstermeyi öğrendiğimizde, ideal olanı yeniden biçimleriz. Ama şimdi, annelik, anneyi aşar.

Canlı varlıkların yavrularıyla kurdukları ilişkiye ait görüntüler, şefkate dair bildiklerimizin ilk örneğini oluşturur, sevimli yavrularını kanadıyla, patisiyle, pençesiyle ya da kollarıyla sarmalayan anne imgesi, sürekli sıkılıp yenilik isteyen post seyirci ya da okuyucuya güzel bir cevap olarak- her defasında aynı biçimde içimizi ısıtır. Yavru kuş, kedi, köpek, ayı, aslan, insan ve onların sığındığı anne, korunmanın, sevilmenin, güvende olmanın, yalnız kalmayacak olmanın teselli ediciliğini telkin ederek, vahşi bir dünyada bir sığınak olduğu fikrinin daimi tescili haline gelir. Canlılar arasında belki de, uzatmayı, abartmayı sevdiği için konuşabilen ve yazabilen insan açısından, dünya karşısındaki temel korkusuna karşı değişmez bir sığınak olduğu için, bu imge her seferinde aynı etkiyi yaratmayı başarır.

Sevginin eşsiz bir kaynağı olarak kaydedilen annelik, yığınlarca standart sapmaya, kötü örneklere ve kültürel tarihin farklı duraklarındaki değişimine rağmen aynı kalmayı başarır. Nüfusun önemli bir bölümü, kendi kötü annesini, yabancının şefkatine tercih edecek biçimde eğitilir,-pardon, esasında kimsenin annesi kötü değildir-, çünkü bu ilişkide sevgi, salt sınırlı özneler arasındaki bir transfer bilgisini temel alır, başka'ya kapısını kapatır ve insan psikolojisinin en karanlık derinliklerinden birini oluşturur.

Kendi annemizi severken, arkadaşımızın annesinde gördüğümüz bencilliği ya da sadece kendi çocuğunu sevmekten başka bir şeye açılmayan darlığını, göremeyiz. Belki de buradaki körlük, bizi büyük bir sevgi zincirinin bir parçası haline getirecek, sevgi mefhumunun toplumsal uzanımlarını anlamaya çalışırken, kendi kapanmışlığımıza hiç bakmamayı mümkün kılacaktır. Koşulsuz sevgiyi mümkün kılan tek şey, körlüktür bu durumda. Güzel yanılgıya benzer bir şey. Âşık olanın herkesten güzel gördüğü sevgili imgesine benzeyen bir şey.

Aşırı bir eziyete uğramamış her çocuğun, bütün kusurları unutmaya programlanmış zihin durumuyla, hep sonsuz şefkat kaynağı olarak görmek isteyebileceği bir şey. Aslında herkesin arayıp bulduğu ya da bulamadığı bir su kıyısı gibi bir şey. Kalpsiz gerçekliğe karşı evrensel bir anneliğin şifasını aramanın bu tekil izdüşümünde, Gaia'nın çocuklarının mutlu bir buluşmayı hayal edişinin içerikleri vardır.

Şefkat, iyilik, huzur, güven aslında reel olandan çok, arketipsel olana, saçılmış çocukluk olarak insanın yaşanabilecek bir dünya aramasına bağlıdır. Burası hepimizi aşar, sevgiyle onaylanmak ve yalnız olmadığını bilmek isteyenin sarıldığı annelik battaniyesinin, materyal içeriklerinden söz etmenin bir anlamı yoktur ama o battaniyenin bütün çocukları eşit ısıtmasını istemek, esasında, tekil örnekte aranan şeyin, kapsayıcı bir şefkatin yürürlükte olduğu bir dünyayı kurma arzusuyla birleşebileceği söylenebilir.

Annelik, anneyi aşar, tıpkı bir zamanlar kurgulanan ve giderek anlamsızlaşmış bile olsa kullanılan insanlık'ın, insanı aşması gibi.

Bütün idealler gibi hem masalsı bir duygusal-düşünsel sığınak çerçevesi sunar ve masalsılık, sanki bir zamanlar vuku olmuşun özlemiyle, uzak bir gelecekte mümkün olacağın özlemini birleştirirken aynı zamanda da şimdi'nin tekil belirişlerini hem baskılar hem de yetersiz kılar.

Annelik, anneyi aşar. Anne, her şeyin gerçek anlamının, ancak tümel bir çerçevede yerini bulacağını bir türlü anlamayan metal toplumsal tarafından, doğuştan gelirmiş gibi algılanan annelikle dövülür, kendini, fazla annelik karşısında hep eksik hissedecektir. Ebedi anneliğin büyümeden kalmak isteyen çocukları, yarasını açanı da yarasına üfleyeni de aynı kişi olarak görerek büyürken, çocukluk denilen şeyin çocuğu da aştığını hiç görmeyeceklerdir.

Kültürel kabullere evrensel şeylermiş gibi bakmayacağımız o gün geldiğinde, kimse kendini eksik hissetmeyecek belki. Birbirimizin yarasına üfleyeceğimiz bir toplumu kurduğumuzda, başka canlının yavrusuna aynı şefkati göstermeyi öğrendiğimizde, ideal olanı yeniden biçimleriz. Ama şimdi, annelik, anneyi aşar.


Süreyya Karacabey:: Süreyya Karacabey Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik, Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek başlıklı kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Karacabey Arşivi