Ali Duran Topuz
Anti-hukukun sigortası olarak Kürt düşmanlığı
“Meclis’in atabileceği bir adım bulunmamaktadır.”
Adalet Bakanı konuşuyor. TİP Hatay Milletvekili Can Atalay için cuma günü yapılacak olağanüstü oturum hakkında konuşuyor. Anti-hukuk’un anti-adalet bakanı olarak konuşuyor. Mühim bir günde konuşuyor, Türkiye’nin son 22 yılını yöneten AK Parti’nin kuruluş yıldönümünde.
Aynı bakan aynı konuşmada “sokak röportajı” nedeniyle tutuklanan yurttaş hakkında da konuşuyor, "Siz halkı kin ve düşmanlığa sevk edecek şekilde konuşursanız tabii yargı devreye girer!" tabi. Tabi tabi. Yargı bağımsız olduğu için bakan hükmü önceden açıklayacak, çok tabii. Tutuklaması imkân dışı olan bir suçlama nedeniyle insan tutuklanmış, bir Adalet Bakanı bunu dert etmez mi öncelikle?
ANTİ-ADALET BAKANI
Eder ama anti-adalet bakanı o, “halay-düğün” baskınları ve tutuklamaları için de aynı “tabii”likte konuşmuştu: “Milli birlik ve beraberliğimize yönelik konularda hassasiyetimizi sürdürmeye devam edeceğiz.”
Yani? “Devam” diyor, bunun bir tür kampanya olduğunu gizleme gereği duymadan. İçişleri Bakanı da bu işin bir “kampanya” olduğunu güzelce dile getirmişti, hem Valiliklere verdiği talimatlarıyla hem de kamuoyu karşısındaki sözleriyle. Bu halay melesine döneceğim, bakanların dediğinden, polislerin jandarmaların yaptığından anlaşılan bu kampanya iktidarın “hassasiyetle” yürüttüğü bir kampanya, bir anti-Kürt kampanyası, ama önce “atacağı adım kalmayan” Meclis meselesine biraz yakından bakalım.
ARADIĞINIZ MECLİS’E ULAŞILAMAMAKTADIR
Adalet Bakanı, röportaj meselesinde “bağımsız” yani hukukla bağı kalmayan yargıya, Can Atalay meselesinde ise Meclis’e yani siyasette yeri kalmayan parlamentoya talimat veriyor.
Elbette Türkiye’de sadece iki kişinin talimat yetkisine sahip olduğunu iyi biliyoruz, biri dün 23 yaşına basan Adalet ve Kalkınma Partisi genel başkanı ve cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, diğeri Devlet Bahçeli, o halde bakan bey sözleri yasa hükmünde olan bu ikili adına konuşuyor; hatta doğrudan onların adına bile değil, onlar adına fantastik hukuki ve siyasi inciler saçan saray mukimi ex-komünist mugallitlerin işaret ettiği yönde konuşuyor.
İlk bakışta sözleri bir hukuki vakayı, bir adli olguyu, bir somut yargısal durumu tarif ediyor gibi görünüyor: “Meclis’in atabileceği bir adım bulunmamaktadır.” Fakat bu görünüşten ibaret, çünkü “hukuki olgu” fazlasıyla açık ve basit: Anayasa Mahkemesi kararı varken, herhangi bir mahkeme, herhangi bir kurum başka bir karara bakamaz. Dolayısıyla bakan, “Meclis’in atabileceği bir adım bulunmamaktadır” derken, yasamanın adım atacak hali/mecali/imkanı/yetkisi/gücü olmadığını ifşa ediyor sadece; hem ilan hem de uyarı olarak. Bir tür çağrı merkezi bilgi notu bu: Aradığınız aboneye ulaşılamamaktadır…
CHP’YE TESLİM OLMA DAVETİ
Meclis’in adım atamadığı, yargının talimat dışına çıkamadığı Türkiye ile övündü durdu dün iktidar sahipleri, partileri ne çok iş başarmıştı öyle! Erdoğan’ın konuşmasında bu ürettikleri yeni Türkiye’de “normalleşme”nin ne demek olduğu da güzelce anlatıldı: İktidarın bu halini, bu tavrını, bu tarzını kabul etmek:
“Ne eski CHP genel başkanının ‘helalleşme’ kurnazlığını, ne de mevcut CHP genel başkanının ‘normalleşme’ söylemlerini AK Parti’nin 23 yıllık mücadelesinden bağımsız okumak mümkün. On yıllardır jakobenizmin, vesayetin bekçiliğini yapan CHP eski alışkanlıklarını sürdürmekte artık zorlanmaktadır. CHP’nin milletle kavgasını bitirmesi en çok bizi mutlu edecektir.”
Açıkça CHP, Anayasa Mahkemesi kararına rağmen milletvekilinin hala hapiste tutulmasına, sokakta konuşanların tutuklanmasına, Kürtlerin düğünlerine güvenlik güçlerinin musallat olmasına ortak olmaya davet ediliyor.
Son başlık, yani govend-düğün aleyhine yürütülen kampanya, aslında önceki ikisinin sigortası niteliğinde iktidar için: Baskıcı, hukuk tanımaz ve siyaseti imha-ilga eden yönetim tarzına ve arzusuna daha çok ortak bulmanın yolu Kürtlere vurmak.
LEYLA ZANA, KENAN EVREN VE 1930 GENELGESİ
Govend-düğün ve kına düşmanlığı yeni bir şey değil elbette. Leyla Zana birkaç ay önce (gazeteci Erdal Er’e) bir hikaye anlatmıştı bir video-söyleşide. O ünlü 10 yıl hapis yatmasına yol açan yemin töreninde başına taktığı kesk û sor û zer bant, bundan 33-34 yıl önce bir düğünde gözaltına alınan bir damadın annesinin hediyesi imiş. Damat, damat otomobilinin önündeki sarı-kırmızı-yeşil renkler için gözaltına alınmış. Bugün düğünler aleyhine içişleri ve adalet bakanlığının yürüttüğü kampanya bu yanıyla 33-34 yıllık bir programa eklemleniyor yani, onun devamı. Elbette sadece onun devamı değil, ondan önceki 12 Eylül işkencehanelerinde (nezarethaneler, gözaltı merkezleri, cezaevleri) işlenen suçların devamı: “Kamber Ateş nasılsın?” Kenan Evren liderliğindeki 12 Eylül faşist cuntasının generalleri bu politikaları şapkalarından çıkarmamıştı, cumhuriyet tarihin kat eden anti-Kürt politikaları güncelliyorlardı sadece.
İçişleri Bakanlığı’nın Kürt illerindeki Kürtçe trafik uyarı yazılarını sildirmesi, düğünlere polisin-jandarmanın baskın yapması, 1930’da Dahiliye Vekaleti’nin valiliklere, “gayet mahrem ve zata mahsustur” notuyla yolladığı genelgeyi güncelliyor sadece.
Ne diyor o genelge? Kürtçeyi geriletmek, kullanılamaz, konuşulamaz hale getirmek için ne lazımsa yapın.
Hasılı kelam, 23 yaşına basan Adalet ve Kalkınma Partisi Türkiye tarihi içindeki “müstesna” yerini anti-Kürt politikalarla tahkim etmek isterken, cumhuriyet tarihin kat eden Kürt karşıtlığına büyük yatırım yapıyor, bu yatırımın getirisi olarak da hukuksuz, adaletsiz, siyasetsiz bir rejimi iyice yerleştirmeyi hedefliyor. Vaktiyle kesk û sor û zer’e saldırılara ses etmeyenlerle bugün düğünlerin basılmasına, govendlerin zorbalıkla durdurulmasına ses etmeyenler “parlamentosuz” ve adaletsiz bir ülkeye razı gelenlerdir.